Manon Lescaut'da. Covent Garden, 2014 (ROH/Bill Cooper)
Bu yıl dokuzuncusu düzenlenen Uluslararası İstanbul Opera Festivali’nin açılış veya kapanış etkinliklerinde dünya çapında ünlü şarkıcılardan en az birini dinleme fırsatını yakalamak artık olağan hale geldi. En son, bugün gökyüzündeki yıldızlar arasına kaymış olan Dmitri Hvorostovski’yi dinlemiştik. O anların değeri paha biçilmez. Bu yıl Festival’in açılışı bir başka dünya yıldızının konseriyle yapılacak: Leton soprano Kristine Opolais, artık bizden biri olan İtalyan şef Antonio Pirolli yönetimindeki İstanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestrası eşliğinde müzikseverlerin karşısında.
Kristine Opolais dünya sahnelerinde olsun, konser salonlarında olsun dinleyicileri kayıtsız bırakmayan bir soprano. Doğrusu kendisini beyaz ekran aracılığıyla da olsa yakından izleyen bu satırların yazarını da son birkaç yıldır hayli etkilemiş bir şarkıcı.
1979 yılında Letonya’da, Rezekne şehrinde dünyaya gelir. Müzik yaşamına yedi yaşında yerel bir koroda söyleyerek ve piyano dersleri alarak başlar. Annesinin bir zamanlar opera şarkıcısı olma arzusu, kızına opera sevgisini aşılama çabasına dönüşmüşse de, Kristine’nin operadan çok pop türüne meraklı olması opera dünyasına girmesini geciktirmiştir, denebilir. Lakin anne caymamıştır ve sonuçta kızını Riga’da özel ders alması konusunda ikna eder. Çok kısa süren özel derslerden sonra, Letonya Müzik Akademisi’ne kaydolan Kristine Opolais burada iki yıl kalır. Bu süreci şöyle anlatmakta : “ Şan eğitimime, ücret bakımından bana daha uygun bir grupta devam etmek istediğimde Akademi beni reddetti. Beni kıstaslarına uygun düzeyde bulmuyorlardı herhalde. Şarkı söylemenin temellerini çok iyi şancılar yetiştirmiş olan özel bir hocadan öğrendim. 2007 yılından sonra başka hocalarım da oldu ama kariyerimde ilerlememi sağlayacak büyük rolleri onunla çalışarak öğrendim.”
Madama Butterfly, ( Marty Sohl / Metropolitan Opera)
Reddedilmiş olmak onda moral çöküntüsü yerine, kamçı etkisi yaratır, arkadaşlarından daha da hızlı ilerleme gayreti içine girer. 2001 yılında katıldığı Letonya Ulusal Opera Korosunda söylediği iki yıl süresince bir yandan haftada birkaç şan tekniği dersi alarak, diğer yandan boş kaldığı zamanlarda başkalarını dinlemek suretiyle, bir şeyler öğrenmeye çalışarak kendini yetiştirir ve iki yılın sonunda Operanın kadrosuna katılmaya hak kazanır. Sahnedeki ilk rolü La Bohème operasında Musetta olur. Bunu Liù (Turandot), Cio-Cio-San (Madama Butterfly), Tosca, Tatyana (Eugene Oneguine), Katerina (Mtsensk’in Lady Macbeth’i), Senta (Uçan Hollandalı) izler.
Kristine Opolais orkestra şefi olan eşi Andris Nelsons ile bu dönemde tanışır. Eşi gibi, müzik dünyasında basamakları hızla atlayarak yükselen Andris Nelsons halen Boston Senfoni Orkestrası'nın daimi şefi. Müzik bakımından güzel birliktelikleri olan çift, 2018 yılı ilkbaharında yollarını ayırmış.
2005 yılında Riga Opera Festivalindeki başarısı Kristine Opolais’i uluslararası opera dünyasına taşıyarak, 2006’da Tosca’yı Berlin’de söylemesini sağlar. 2007’de Atina’da da aynı rolü seslendiren Opolais, başarısına rağmen, o zamanlar sesinden, söyleyişinden hoşnut olmadığını bir mülakatta dile getirmiş: “ O dönemde bir hafta içinde üç farklı rolü seslendirebiliyordum. Bana kariyerimin o aşamasında nasıl olur da Aida ve Tosca’yı söylemiş olduğumu sorduklarında, bilemediğimi, yine de yaptığımı söylüyordum. Ama her temsilin sonunda sesimin üzerindeki baskıyı hissedebiliyordum ve bunun iyi bir şey olmadığının da farkındaydım.”
Kyle Ketelsen (Leporello), Bo Skovhus (Don Giovanni) Kristine Opolais (Donna Elvira) Don Giovanni Aix-en-Provence Fest. 2010. © Pascal Victo
İşte bu aşamada meslektaşı, o da Leton olan ünlü mezzo soprano Elina Garanca devreye girer; Opolais’in yaşamında dönüş noktasını oluşturacak bir öğütte bulunarak, Hollandalı hocası Margreet Honig’den ders almasını önerir. Yirmi yedi yaşında tanıdığı Margreet Honig’le çalışmaya başladığı yıl mesleğini terk etmeyi bile düşünür. Ama sonra kendine olan güveni artmaya başlar. Hocasının “Ağzını açtığında anında zorlamaya başlıyor, kendi sesinle söylemiyorsun; olgun, deneyimli ama herhangi bir sesle söylüyorsun.” dediğini anlatıyor ve “yavaş yavaş kendimi bulmaya başladım; doğal bir şekilde, her bir sözcüğün açıklıkla, konuşur gibi nasıl söylenmesi gerektiğini keşfetmem yıllarımı aldı“ demiş Opolais bir başka söyleşide.
Her şeye yeniden başlayan Kristine sonunda söylemesi gereken repertuarı bulmuştur. Dramatik değildir; lirik de değildir; “spinto” dur. Yolunda güvenle ilerlediğine inanmıştır. Honig’e ise minnettar.
2007 yılında Kristine Opolais Letonya Operasında, Daniel Barenboim yönetiminde, Prokofiev’in Kumarbaz operasında Poline rolünü seslendirdikten bir yıl sonra, aynı rolü bu kez La Scala’da canlandırır. O yıl Viyana Operasındaki ilk temsilini Mimi rolüyle gerçekleştirir. Bunu Lyon, Torino, Salzburg, Aix-en-Provence Festivali (Fransa),Münih, Valencia opera sahneleri izler.
2010 yılında Münih’te tüm eleştirmenler tarafından büyük övgüyle karşılanan Rusalka (Dvorak) rolünde sahnededir. Rusalka için Metropolitan’daki Musetta rolünü iptal etmiştir ama artık en önemli opera evlerinin “yıldızı” olarak kendisini kabul ettirmiş olmaktadır. Covent Garden’da ilk sahneye çıkışı 2011 yılında Cio-Cio San (Madama Butterfly) ile olur. Bu role çok önem veren, Puccini hayranı ünlü soprano, çok sevdiği Butterfly için “düşünebildiğim en komple ve en güç rollerden biri. Doğru söylemek yeterli olmaz, gözyaşlarının insanın ruhundan dışarı sızmasını gerektirir” diyor. 2013 yılı Kristine’nin Metropolitan Operası’na ilk adımını attığı yıl olur. La Rondine operasında Magda rolüyle başlayan MET serüveni, sıkı bir ilişki şeklinde halen sürmekte. Magda rolünde ilk temsili yapmış olmayı önemsiyor Opolais, çünkü bu operanın önemli şan partilerinin yeni tanıştığı bir izleyici kitlesine kendisini olabildiğince anlatma fırsatını verdiğini düşünüyor. Güzel bir başlangıçtan sonra MET’teki başarısı 2014 yılında, neredeyse 24 saat içinde, iki Puccini operasında söylediği temsillerle zirveye ulaşıyor. Çok başarılı bir Madama Butterfly akşamının ertesi günü, matine temsilinde Mimi’yi seslendirmesi gereken Anita Hartig’in çekilmesi üzerine, Opolais’e başvuruluyor ve Opolais birkaç saat içinde hazırlanarak, sahneye çıkıyor. Üstelik MET HD Canlı Yayınları olarak bilinen, çok sayıda ülkede izlenen canlı yayında. Bu yayından sonra Kristine Opolais’in ününün yaygınlaşarak arttığını söylemek gerek.
Opolais aynı sezon Covent Garden’da, şef Antonio Pappano yönetiminde tenor Jonas Kaufmann ile söylediği sansasyonel bir Manon Lescaut ile Puccini repertuarını genişletmeye devam ediyor.
Ünlü soprano çok geniş bir repertuara sahip: sıraladıklarımızın dışında, Vitellia (La Clemenza di Tito), Margherita (Mefistofele), Amelia Grimaldi (Simon Boccanegra), Desdemona (Verdi Otello), Jenufa, Katerina ( Mtsenk’in Lady Macbeth’i), Lisa (Maça Kızı), Elsa (Lohengrin), Nedda (I Pagliacci), Donna Elvira (Don Giovanni), gibi roller var.
Opolais yoğun opera faaliyetleri arasında konserler de veriyor. Berlin Filarmoni, Leipzig Gewandhaus, Cencertgebouw Kraliyet, Bavyera Radyo Senfoni, Filarmonica della Scala Orkestralarıyla verdiği konserlerde de başarılı performanslarıyla biliniyor.
Büyük opera evlerinin sanatçı listelerinin başına yerleşmiş olan Kristine Opolais sadece parlak, ışıltılı, sıcak, dolgun, üst ve orta perdelerde tatlı bir tınıya sahip sesiyle değil, oyunuyla da dikkat çekici ses sanatçılarından. Hayret uyandıracak kadar farklı rollerde sahneye çıkan genç soprano, oyununda inandırıcı, gerçekçi, cüretkâr; kısacası, tutkuyla dolu bir söylem ve de oyuna sahip.
İstanbul konserinde neler söyleyeceğini şu aşamada bilemiyoruz ama, kendisine ‘bugünün önde gelen Puccini sopranolarından biri’ etiketi yakıştırıldığından, en az bir Puccini aryası söyleyeceğini tahmin ediyoruz.
AYŞE ÖKTEM
8 Haziran 2018