Bugün ( 10 Mayıs 2018) bir büyük değerin yıldızlara karıştığı günün onuncu yılı. Çok önemli bir sopranonun, bizden bir sesin, Leyla Gencer’in on yıl önce hayata veda ettiği gün bugün. Leyla Gencer doğduğu ülkede, Türkiye’de, bildiğimiz kadarıyla sadece İstanbul’da etkinliklerle anılacak. Milano’da ise bugün Santa Maria della Passione Kilisesinde, La Scala Tiyatro Akademisi’nden öğrencileri olan mezzo- soprano Asude Karayavuz ve soprano Simge Büyükedes’in de katılacağı bir ayın/konser düzenleniyor. İki gün sonra, cenaze töreninin yapıldığı gün olan 12 Mayıs’ta da La Scala Tiyatrosu bütün günün Leyla Gencer’e adandığı bir etkinlik düzenlemekte.
Büyük kayıt stüdyolarının adeta tanımamazlıktan geldiği ama tutkunlarının, hattâ onu canlı bile dinlememiş olan opera severlerin bile tutku derecesinde sevdiği, “La Diva Turca” olarak anılan ve bu Diva sıfatını tam anlamıyla hak eden nâdir sanatçılardandı (Diva sözcüğüyle ilgili düşüncelerimi daha önce, yine bu Portaldeki bir yazıyla paylaşmıştım.). Bir Fransız dergisi ona Korsanların Nişanlısı adını vermişti. Zira Cetra firması için yaptığı kayıt dışında, stüdyo kaydı yok gibiydi. Oysa bir ara piyasada çok sayıda CD dolaştığı gibi, büyük kayıt evleri tarafından çok da önemsenmeyen bazı operaları araştıranlar, hep onu karşılarında bulurlardı. Leyla Gencer Donizetti’nin ünlü veya az bilinen dokuz operasının; Verdi’nin, aralarında sekizi daha az seslendirilen olmak üzere, onbeş operasının muhteşem yorumcusu olmuştu. 1957 yılıyla ( Lucia di Lamermoor’a ilk adım), 1979 yılı (Lucrezia Borgia’ya veda) arasında unutulan operaların yeniden keşfedilmesinde başı çekmiş; Roberto Devereux (1964), Maria Stuarda (1967), Belisario (1969),Caterina Cornaro (1972) ve Les Martyrs (1975) operalarını günışığına çıkartarak, opera severlerle tanıştırmıştı.
Meslek yaşamı boyunca Monteverdi’den Prokofiev, Verdi, Rossini, Mozart, Puccini’ye kadar çok farklı yapıda eseri seslendirmiş olmasına rağmen, adı daha çok Donizetti ile özdeşleşmiş gibiydi. Donizetti’nin insanoğlunun ruhundaki dalgalanmaları, varlığının çelişkilerini anlamadaki hassasiyeti; gerçek olandan yavaş yavaş uzaklaşmakta olan bir ruhun, geçmişi hatırlarken âni olarak yaşadığı çalkantıları yansıtan delirme sahnelerinin dramatik gücü, onu etkiliyordu. Çünkü Leyla Gencer için notalar kadar onların dinleyici, seyirci üzerinde yarattığı etki de çok önemliydi. O bir dram ustasıydı aynı zamanda. Roberto Devereux operasının finalinde Kraliçe Elisabeth’in ünlü strettasındaki dramatik güç kolay kolay zihinlerden silinemeyecek yoğunluktaydı. Ya da 1963 yılında Gianandrea Gavazzeni’nin yönetiminde, Giacomo Arragall’le söylediği, Verdi’nin Gerusalemme operasının 2. Perdesinin Final sahnesinde beklenmedik bir tizle taçlandırdığı strettası dinleyenin nefesini kesecek tarzdaydı.
Ünü çok sayıda seslendirdiği Donizetti ve Verdi’nin operalarıyla sınırlı değildi. Bu büyük besteciler dışında, daha ne çok bestecinin onlarca eseriyle de mutlaka kendinden söz ettiriyor, ön plana çıkıyordu. Don Giovanni, Maça Kızı, Turandot, Madama Butterfly, Le Nozze di Figaro, Tosca, Beatrice di Tenda, Guglielmo Tell, Adriana Lecouvreur, L’Incoronazione di Poppea, Anna Bolena, Medea, Belisario, Agnese di Hohenstaufen bunlardan sadece bir kaçıydı.
Dönemin en ünlü şefleri, en ünlü sesleriyle sahneleri paylaştı. La Scala, San Carlo ve La Fenice ile çok özel ilişkileri vardı. Karşılıklı sevgi, hayranlık ve saygıyla beslenen ilişkiler. La Fenice Tiyatrosu’nda Aralık 1957’de sahneye ilk kez çıktığı andan, 1983 yılında sahneye son çıkışına kadar kendisine sadık bir seyirci kitlesi ile tutkulu bir bağ kurmakla kalmamış, Fenice’nin halen basın servisinin bantlarında muhafaza edilen birçok temsil ile İtalyan operasının parlak sayfalarına damgasını vurmuştu.
Leyla Gencer’in resitallerini de unutmamak gerek. Seksenli yılların ilk yarısında ünlü piyanist Nikita Magaloff’un eşliğinde seslendirdiği Chopin’in Polonya Şarkıları unutulmazlar arasındadır. La Fenice Tiyatrosunda; Paris’te Théâtre Athénée’de verdiği resitaller, Aya İrini’deki resitalleri gibi. Son seslendirdiği opera (komple) ise Antonio Vivaldi’nin Il Farnace operası olmuştu (1983).
Leyla Gencer gençlerin formasyonuna da çok önem vermekteydi. Bunun için kısa adıyla As.Li.Co (Associazione Lirica e Concertistica Italiana) ve La Scala Tiyatrosu Şan Akademisi’nde etkin ve etkiliydi. La Scala Akademisinin Artistik Direktörlüğü de üstlenmişti. Leyla Gencer adına düzenlenen ve ilki 1995 yılında gerçekleşen, 9ncusu ise bu yıl yapılacak olan Uluslararası Leyla Gencer Şan Yarışması dünya sahnelerine kazandırdığı genç yeteneklerle uluslararası camiada önemli bir yer edindi.
Sıra dışı bir tekniğe; kendine özgü, ilk mezürlerden itibaren tanınan, kadifemsi, koyuca bir tona sahip; piano/pianissimoları nefes kesen, daha önce de belirttiğimiz gibi, inanılmaz bir dramatik gücü olan bu istisna sanatçımızı anmak, yeni nesillere tanıtmak, opera tutkusunu aktarmak gerektir, diye düşünürüm.
Leyla Gencer için bugüne kadar üç kitap kaleme alındı: kendisini yakından tanıyan, hâlâ her vesileyle İtalya’da anılmasına aracı olan müzik yazarı Franca Cella’nın “Leyla Gencer, Romanzo Vero di una Primadonna ( Bir primadonnanın gerçek romanı)” (1986); Zeynep Oral’in başka dillere de çevirisi yapılan “Bir Tutkunun Romanı” (1992) ve Ünal Öziş’in “Leyla Gencer ve Opera Dünyası” (2006). Kitaplar güçlü, azimli, kimseye sırtını dayamayan, kendinden emin ama mükemmeliyetçiliği nedeniyle her zaman temsilleri konusunda heyecan içinde olan bu muhteşem insanı biraz daha iyi tanımak için okunması gereken ciddi kaynaklar.
Ölümünün 10ncu, doğumunun 90ncı yılında saygıyla, gururla anıyoruz.
AYŞE ÖKTEM
10 Mayıs 2018