Dünyada pıtrak gibi çoğalan konser salonlarıyla ilgili yazılarımız, eskilerin tabiriyle, tefrikaya döndü; gün geçmiyor ki yeni bir salondan söz edilmesin. Berlin Filarmoni Orkestrası’nın 16 yıllık efsane şefi Sir Simon Rattle’ın Orkestra’dan çekilip, 2017 yılında Londra Senfoni Orkestrasının (LSO) başına gelmek için yeni bir konser salonunun inşasını şart koştuğunu öğrenmiştik. LSO’nın hâlihazırda Thames Nehri kıyısındaki mekânı olan Barbican Hall’un gerek akustik bakımdan, gerekse artan dinleyici talepleri bakımından yetersiz kaldığı bilinmekteydi. Rattle’ın ön şartı yeni bir müzik merkezi inşası kararının alınmasına neden olmuş ve başka firmalar arasından New York’lu Diller Scofidio + Renfro firmasına bu iş ihale edilmişti. Times gazetesinin 2018 yılının en etkileyici 100 kişisi arasına yerleştirdiği Amerikalı mimar Elisabeth Diller’in ortağı olduğu mimarlık bürosu bu iş için şehrin tam merkezinde, Londra Müzesi’nin bulunduğu yerde üçgen biçimde bir kule yapımını öngörmüş. Kulenin içinde yer alan 2000 kişilik oditoryumun bağ konseptinde ve ahşap olması planlanmış, aynı Hamburg, Los Angeles, Paris’teki filarmoni konser salonları gibi. Ve doğal olarak, orkestranın ortaya, dinleyicilerin arasına yerleştirildiği konser salonları yanlısı Nagata Acoustics’in akustik düzeni yerleştirmesi hedeflenmiş.
Yeni bina sadece LSO’nun merkezi değil, en son teknolojik gelişmelerden yararlanılarak gerçekleştirilecek eğitim etkinliklerinin; halkın ücret ödemeden girebildiği mekânların ve The Coda adının verileceği çağdaş kültürel faaliyetlerin de merkezi olması hedeflenmekte.
Simon Rattle yeni binanın gerekliliğini açıklar ve savunurken, LSO’nin mevcut salonu Barbican’ın belirli büyüklükte bir orkestra için düşünülmüş harika bir salon olduğunu, ancak korolu çok büyük orkestralar için uygun olmadığını; Pierre Boulez’in Rituel in memoriam Bruno Maderna veya Hector Berlioz’un Requiem’i veya yönetmeyi hayal ettiği repertuarın % 20’ni teşkil ettiğini söylediği eserlerin Barbican’da çalınmalarının mümkün olamayacağını söylemişti.
Yeni merkezin maliyet tutarı yabana atılır gibi değil: 288 milyon İngiliz Sterlini ( 330 milyon €). Lakin tecrübe de göstermekte ki, bu denli büyük bir şantiyenin maliyetinin çok daha büyük miktarlara ulaşma olasılığı yüksek. Müteahhit firma üstlendiği işin tanıtımında müzikseverlerin yardımlarına ve dört kata yayılan ticaret merkezindeki satışlara güvendiğini belirterek, halkın cebinden tek bir “penny”nin bile çıkmayacağını garantiliyor. Sivri diliyle ünlü müzik yazarı Norman Lebrecht ise bunun bir yalandan ibaret olduğunu, Brexit ile kamu hazinesinin tüm rezervlerinin şimdiden tükendiğini; bu denli prestijli bir binayı destekleyebilecek olan bankacıların ise Frankfurt’a kaçtığını ve halkın çoğunluğunun elit bir kesimin eğlencesi için harcanacak paraya hoşgörüyle bakma düzeyinin dibe vurduğunu yazmış.
Brexit ile hiçbir şeyin eskisi gibi kolay olmayacağını Rattle da kabul ediyor. Ama “Ülkenin olağanüstü kültür yaşamına güvenmemiz ve desteklemek için her şeyi yapmamız gerekiyor.” diye de ekliyor. Ama anlaşılan görüşler çok zıt; The Guardian’da okuyucu mektuplarında bir müziksever, Londra’da yeterince konser salonu bulunduğuna ( Barbican, Cadogan Hall,Royal Albert Hall, Royal Festival Hall) işaret ederek, bu paranın okullardaki acınası müzik eğitimine harcanmasının daha mantıklı olup olmadığını sorgulamış.
Anlaşılan bekleyip, izlemekten başka çare yok; Centre for Music (Müzik Merkezi) adını alacak olan bu büyük kompleksin ortaya çıkabilmesi için zaten orada bulunan Londra Müzesinin 2023 yılında gerçekleşmesi planlanan taşınma işleminin tamamlanmasını beklemek gerekecek. Kısacası, Simon Rattle’ın daha oldukça uzun bir zaman bekleyeceği anlaşılıyor.
AYŞE ÖKTEM
27 Mart 2019, Ankara