Yaz mevsiminin getirdiği ataletten sonra, dünyaya bir göz atma gereğini duyduk. Yaz, tüm dünyada festivallerin birinin bitip, diğerinin başladığı bir mevsim. Bir kaç köklü, neredeyse asırlık festival dışında, yeni festivaller türedi, dünyanın her yerinde. Piyano festivali, antik arya festivali, opera festivali, barok müzik festivali; her çeşidi var. Ülkemizde de sayıca artış var. Son örneğini de bu yıl sadece İdil Biret'le açılışı yapılan, sonraki konserlerin ise açıklama yapılmadan iptal edildiği Alaçatı Piyano Festivaliyle gördük.
Bu yazının konusunun yurtdışından olmasına karar verdim. Beni buna yönelten, ilgimi çeken ve beni düşündüren iki haber oldu.
İzleyenler bilir, Richard Wagner’in kurduğu Bayreuth Festivali, hayli karışık ve karmaşık olaylardan sonra, 6 yıldır bestecinin torununun (Wolfgang) kızları Eva Wagner-Pasquier ve Katharina Wagner tarafından yönetiliyor. Bir zamanlar bilet edinmek için 12 yıl beklemenin gerektiği, bilet satışlarında izdiham yaşanan Festivalin, son zamanlarda, yıldızının solmaya yüz tuttuğunu söyleyenler de var. Nedenlerden biri olarak, yöneticiler gösteriliyor. Festival’in en büyük destekçisi Şansölye Merkel’in hastalık bahanesiyle Festivale gelmemiş olması kriz yaratmışa benzer. Ayrıca, her zamankinin aksine, bu yıl biletler havada kapışılmamış. Frankfurter Allgemeine Zeitung’un yazdığına göre, bu kötü gidişatın bir diğer nedeni, gazetenin tabiriyle, “sanatsal arterioskleroz”, bir diğer anlatımıyla, damar sertleşmesi; bu sertleşmeye neden olan da özellikle Almanya’da şimdilerde ilkeleri en katı haliyle uygulanan “Regietheater”! Gazeteye göre Festival bu sayede “gazı alınmış bir bira kadar heyecan verici “olmuş.
2013’de kalaşnikofların uçuştuğu, müziksel olmaktan uzak, sorunları büyük, kışkırtıcı bir Ring sahneye koyan rejisör Frank Castorf sahneleme koşullarından memnun kalmayınca, Wagner kız kardeşleri, opera evi duvarları içinde eski Doğu Almanya’nın korku ortamını aratmayan bir hava yaratmakla suçlamıştı. Her ne hal ise, önümüzdeki yılın Eylül ayında Eva Festival yönetiminden ayrılacak. Kardeşi Katharina ise 2020 yılına kadar yöneticiliği sürdürecekmiş. Regietheater’in bu kadar egemen olduğu bir dönemde, Castorf’unkinden farklı bir yapım beklenebileceğini sanmıyoruz. Bekleyip duyum almaya çalışacağız; göremediğimize göre!
Önümüzdeki yıl Lohengrin operasını Pierre Boulez’den sonra davet edilen ilk Fransız şef olan ve yıldızı artık iyice parlayan Alain Altınoğlu yönetecek.
Glyndebourne Festivali’nin Richard Strauss’u anmak üzere sahnelediği Güllü Şövalye operasının en önemli iki rolünden birini (Octavian) seslendiren 27 yaşındaki mezzosoprano Tara Erraught ile ilgili eleştiriler İngiliz medyasının kültür sayfalarını okuyanları hayli meşgul etmişe benzer. Genç mezzo vokal olarak beğenilse de, görünüşüyle ilgili olarak, aşırı derecede katı eleştirilere muhatap olmuş. Birkaç satır, fikir vermeye yeter: “tıknaz”, “topaç gibi”, “inandırıcı değil, estetik ve çekici hiç değil”. Soprano Kiri Te Kanawa kostüm yaratıcısına suçu yükleyerek, meslektaşına arka çıkmışsa da, olan olmuş bir kere. Guardian gazetesi de eleştirilerin aşırılıklarından söz ederek, Erraught’dan yana tavır almış; ünlü mezzo Alice Coote yazdığı açık mektupta “dış görünüm meraklılarının diktatörlüğünü” kınamış. Ünlü müzik yazarı Norman Lebrecht daha da ileri giderek, yazıların sahiplerini özür dilemeğe davet etmiş. Sonraları ne oldu, bilinmez. Ama genç sanatçının içinde büyük yaralar açılmıştır, muhakkak. İşte nedense beni düşünceye sevk eden iki olay.