Levent Bakırcı ve Tanja Ariane Baumgartner (Foto : Patrice Nin)
Ezber bozan yapımlar: Mahkûm ve Mavi Sakal’ın Şatosu Toulouse Operası’nda
Birkaç yıl önce, konser, opera, bale etkinliklerinin sezon açılışı sıralarında, dünya opera evlerinde o dönemde sergilenecek operalarla ilgili bir yazı yazmıştım Andante (s.63) dergisine. Avrupa’dan Amerika’ya çok sayıda opera evinin yıllık programlarını bir yandan izleyicilerine sürekli aynı eserleri sunmaktan kaçınma; diğer yandan ihmal edilmiş çok farklı dönemlere ait operaları sahneye taşıma çabası içinde hazırladıklarından söz etmiş, bu operaları ve onları sergileyen opera evlerini sıralamıştım. Bu yıl durum nedir diye bakınırken Toulouse Operası (Théâtre du Capitole de Toulouse) dikkatimi çekti; Toulouse, Béla Bartók’un Mavi Sakal’ın Şatosu ve Luigi Dallapiccola’nın Mahkûm (Il Prigioniero) operalarıyla sezon açılışını yapıyordu. Bu yıl ölümünün 70. yılında çeşitli etkinliklerle anılan Béla Bartók’un bu tek operasını inceledikten (Andante dergisi, Bartok Festivali eki) sonra, öylesine hayran kaldım ki, bu operayı sahneye taşıyan her opera evi dikkatimi çeker oldu. Lakin Dallapiccola’nın Mahkûm operası da yakından tanıdığımı iddia edemeyeceğim bir bestecinin, az sahnelenen dört operasından biri olarak ilgimi çekti; Toulouse açılışta bu operayı da sahneye taşıyacaktı.
Luigi Dallapiccola 1904-1975 yılları arasında yaşamış, 12-ses dizgesiyle bestelenmiş eserlerin yanında, tonal stilde yapıtlar da yaratmış bir besteci ve piyanist. Mahkûm operası 1944-1948 yılları arasında ortaya çıkmış ve ilk kez 1949 yılında Floransa’da seslendirilmiş. Mavi Sakal’ın Şatosu gibi, 1 Prolog ve 1 Perdeden oluşuyor ve onun gibi simgelerle dolu. Müzikal bakımdan zengin olduğu kadar, psikolojik açıdan da yoğun bir opera. Aslında form olarak çok farklı iki yapıt. Her iki eser de kısa olduklarından, genellikle başka eserlerle sahneleniyor. Örneğin Mavi Sakal’ın Şatosu bu sezon Paris Operası’nda Francis Poulenc’in İnsan Sesi operasıyla birlikte programa alınmış.
Levent Bakırcı (Foto : Patrice Nin)
Il Prigioniero operasını benim için ilginç kılan bir başka husus da Nürnberg, Almanya’da yerleşik bariton Levent Bakırcı’nın başrolü seslendirdiğini öğrenmiş olmam. Levent Bakırcı’yı ne yazık ki canlı dinlemişliğim yok. Lakin Il Prigioniero’nun (Mahkûm) France Musique radyosundan naklen yayını sayesinde Bakırcı’yı dinlediğimde, çok olgun, sağlam bir müzik çizgisi olan, bas-baritona yakın koyu ama renkli sese sahip bir sanatçı olduğunu fark ettim. Çok güç bir partisi olan “Mahkûm” rolünü başarıyla seslendirdi. Yanında, mahkûmun annesi rolünde mezzosoprano Tanja Ariane Baumgartner de hemen dikkat çekiyordu. Baumgartner’i daha önce Frankfurt’ta, Adriana Lecouvreur operasında, Prenses De Bouillon rolünde dinlemiştim; müthiş bir performans sergilemişti. İki koyu renk ses, Il Prigioniero’da çok başarılıydılar. Gardiyan ve aynı zamanda engizisyon yargıcı rolünde ( olay 16. Yüzyılda, Zaragoza, İspanya geçer) tenor Gilles Ragon da, üstlendiği kötü, şeytani rolü sesiyle güzel yansıtıyordu. Tito Cecchini’nin şefliğini, Fransız Aurélien Bory’nin rejisini gerçekleştirdiği Il Prigioniero operasında bariton Levent Bakırcı’nın Fransa’nın ihtisas dergilerinden gerek sesi, gerekse oyun gücü için çok iyi eleştiriler almasına ayrıca sevindim. Yurt dışındaki Türk sanatçıların müzik dünyasındaki etkinliklerine ilişkin güzel haberler almak insanı ferahlatıyor. Hepsinin yolu açık olsun. Sonuçta bir Türk sanatçının kendini kabul ettirmesinin ne kadar zor olduğunu biliyoruz.