Orhan Kemal, Türkçenin usta yazarı… Asıl adı Mehmet Raşit Öğütçü olan Orhan Kemal, ülkenin işgal günlerinde, 15 Eylül 1914’te doğdu. Babası Abdülkadir Kemali Bey, ilk TBMM’de milletvekilliği, Adalet Bakanlığı yapmış biridir. Ne ki Mustafa Kemal’in simgelediği savaşımla ilgili olarak kafası karışıktır. Adana’da kurduğu Ahali Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılmasının ardından ailecek Beyrut’a göçerler. 1932’de yeniden Adana’ya dönerler; Orhan Kemal çırçır fabrikalarında, dokuma fabrikalarında çalışır, ambar memurluğu yapar. Atatürk’ün öldüğü yıl, askerlik görevi sırasında beş yıl hüküm giyer ve Bursa Cezaevinde Nâzım Hikmet’le birlikte yatar. İşte bu buluşma Orhan Kemal’in yaşamını tümüyle değiştirir. Yazın yeteneğiyle dolu Kemal’in, başlarda şiir üzerine çabasını, düzyazıya, öyküye, romana yönlendiren Nâzım Hikmet’tir. Türk yazını bu sayede öylesine büyük bir yazara kavuşur ki etkisi dalga dalga yayılır, bambaşka bir “ada”ya dönüşür. O yıllarda tefrika geleneği vardı; birçok romanı gazetelerde tefrika edildi. Çok verimli yazardır, hangi yapıtını saymalı: 72. Koğuş, Murtaza, El Kızı, Yalancı Dünya, Eskici ve Oğulları, Bereketli Topraklar Üzerinde, Cemile, Hanımın Çiftliği, Vukuat Var, Grev, Nâzım Hikmet’le Üç Buçuk Yıl, Kanlı Topraklar… Aralıksız yazdı, yazdı… Ne ki her yapıtı üstün niteliklerle bezekliydi. Bezekli dedik ya, yapay, süslü anlaşılmasın; tam tersi, öylesine duru ve yalın yazar. Bu duruluktaki insanı alıp götüren ustalığı okuru hayran bırakır.
Orhan Kemal Atatürk’ün bilge önderliğiyle başarılan Türk Devrimine yürekten bağlıdır. Devrimin ulusa neler kazandırdığının bilincindedir. Kemal, üstün yazın çabasıyla, devrimin, karşıt saldırılar sonucunda ortadan kaldırılan sınıfsal (emeksel) özünü yaşatmayı, tamamlamayı amaçlar.
Sözkonusu ülkü bir eşsiz okulun yetiştirdiği yazarların yapıtlarında da varlık bulur ve çok anlaşılabilir nedenlerle Orhan Kemal’in ülküsüyle örtüşür. Bu okul, 2020 yılında, kuruluşunun 80. yılını kutladığımız köy enstitüleridir. Köy enstitülü yazarlar da ilk kez toplumcu bakışla yalın ve acı gerçekleri yazmışlar, gerçeklerle ilgisi bulunmayan şen şakrak, derelerin aktığı, kelebeklerin, kuşların uçtuğu mutluluk ülkesi Türkiye söylemini yerle bir etmişlerdir. Tıpkı Orhan Kemal’iin yaptığı gibi…
Köy enstitülü öğrenciler (öğretmenler, geleceğin yazarları, bilimcileri, siyasacıları…) Nâzım Hikmet’ten, Sabahattin Ali’den çok etkilenirler. Özellikle bu yazarları severek, yoğun biçimde okurlar. Ne ki anılan yazarların komünistlikle suçlanmaları, köy enstitülerine zarar getirmemek kaygısıyla, yazarların enstitülülere ilgisini sınırlamıştır. Sabahattin Ali, bir gün boyunca Savaştepe Köy Enstitüsü’nde öğrencilerle birlikte olur, güzel zaman geçirirler.
Orhan Kemal de o sonsuz insan sevgisiyle köy enstitülerini ve orada yetişen öğretmenlerini halkı olarak över, yüceltir. Sıklıkla yaptığı gibi, İstanbul’da rastladığı, çalışmaya gelmiş, yoksul köylü memleketlileriyle söyleşirken şöyle anlatır:
Öğretmen Ali'ye saygıları büyüktü:
Sordum:
"Köylüye nasıl yardım eder bu Öğretmen Ali?"
Sarı benizli:
"Nektüp yazar, gurbetten gelen okuntuları okur."
Pehlivan:
"Beleş beleşine iğne vurur, kinin verir."
Kara kuru, "Lakin," dedi, "köy yerinde onu da çekemeyen var!"
"Kim?"
"Mıhtar, imam, köyleri dolaşan sağlık mamürü."
"Sağlık memuru niye çekemiyor?"
Sarı benizli:
"Öğretmen Ali iğneyi beleş vurur. Öğretmen Ali olmasa, sağlık mamürü paraynan furacak. Tabii, kızma mı?"
Öğretmen Ali'nin kendini köylü adına görevlendirdiği işler bunlardan ibaret değilmiş. Dertlilerle dertleşir, kanunsuzluklarla savaşır, dilekçeler yazar, hatta dilekçesine pul alamayacak kadar fakir olanların pulunu bile denkleştirirmiş.
***
Burada bir an durmak isterim: Beş Romancı Tartışıyor kitabındaki "Olumluluk", "Olumlu tip"ten kastım buydu işte.
Gene de ısrar ediyorum, yalnız romanlarımıza değil, yurdumuza, yurdumuzun kalkınmasına çalışacak bu Öğretmen Ali'ler gibi "Olumlu" tipler lazım. Hem de öyle lazım ki!
İnsanlarımızın anadan doğma kabiliyetsiz, aptal, aylaklığı zanaat edinmişliklerini ileri süren acayip fikirlere katılmıyorum.
Bizim insanlarımız da, dünyanın öbür insanları kadar kabiliyetli, çalışkan, gözü açık ve güçlüdürler. Elverir ki, onları anlayan "Öğretmen Ali"ler, namuslu Öğretmen Ali'ler kollarını sıvasın.
Selam olsun benden bütün Türkiye, hatta bütün dünyadaki Öğretmen Ali'lere!
***
Öğretmen Ali üzerine hararetli bir konuşma tutturmuşlardı.
Öğretmen Ali üzerine biri ötekine karşıt değildi. Öğretmen Ali'nin köydeki olumlu tutumu üzerine birinin eksik bıraktığını öbürü tamamlıyordu.
"Tazele çayları!"
Pehlivan elini kaldırdı:
"Burada da ağa bizik hemşerim... "
Güldüm:
"Öyle olsun. Öyle olsun ama, benim param sizden çoksa ya?"
Kara kuru, "Allah daha çok etsin," dedi.
Pehlivan geniş bedeniyle artlarına düşmeden eliyle "haydi eyvallah" işareti yaptı. İstiklal Caddesi'nin sağ kaldırımındaki kalabalığa karışıp gittiler. Döndüm. İstiklal Caddesi'nin sol kaldırımında, Galatasaray'a doğru iniyorum. İçimde, içimin derinliklerinde kara yağız, kuru bir "Öğretmen Ali" irtica, yobazlık, yokluk, gerilik gibi birbirinden kara karanlıkların içinde, elinde "Köy Enstitülerinden" bilmem hangisinin verdiği bir çıra, bir zeytinyağı kandili, pek pek küçük bir idare lambası, karanlıkları gücünce aydınlatmaya çalışıyor.
Bir de büyük şehirlerimizin, elindeki bilmem kaç voltluk elektrik ampullerini karanlıklara sıkıp, karanlıklarla savaşmaktan çekinen, yılgın, sözüm ona aydınlarını düşünüyorum.
Bir dost böyleleri için bir gün, "Diploma koleksiyoncuları!" demişti.
Düzenli kültür, sonunda diploma güzel şey. Güzel şey ama, o güzel şeye ulaşmış mutlu insanların yurtlarına, yurttaşlarına olan sorumlulukları elbette büyük. Yoksa, bir eleştirmenimizin, kendi kendini yetiştirmiş, yurduna romanlarıyla faydalı olmaya çalışan romancı bir arkadaşımız için dediği gibi, "Akılsız" derse...
Ona da şöyle karşılık verilir elbette:
"Aklın varsa daha iyisini sen yap!"
Tanin, 7.3.1961
(Orhan Kemal, “İstanbul’dan Çizgiler”, Everest Yay., 2018, s. 75-79)
Orhan Kemal yine bir gün Taşlıtarla halkının sorunlarını yazmak için halkla söyleşiye gider. Rastladıkları ve semtin eğitim sorunlarını öğrendikleri kişi, Kemal’in ahbabı, köy enstitülü bir öğretmendir. Ona Fakir Baykurt’u da sorar. Bir süredir görüşememişlerdir… (Kemal, 2018: 112-113).
Orhan Kemaller, o güzel insanlar, o güzel atlara binip gitmediler. Bugün okumamızdalar, yazmamızdalar, muhabbetimizdeler, sevgimizdeler… Onlarla bu halkı, bu yurdu daha bir seviyoruz.
2 Haziran 1970’de, 50 yıl önce yitirdiğimiz usta yazarımız Orhan Kemal’i sonsuz saygıyla, sevgiyle anıyoruz.
GÜNAY GÜNER
12 Haziran 2020, Ankara