Bazı konserleri izler-dinlerken, kafamda değişik çağrışımlar, düşünceler uçuşup durur. CSO'dan 15 Mart 2019 akşamı Can Atilla'nın Gelibolu-57. Alay Senfonisi'ni dinlerken de öyle oldu. Konseri portalimizin yazarlarından Ayşe Öktem Perşembe akşamı izleyerek yazdı:
http://www.sanattanyansimalar.com/yazarlar/ayse-oktem/canakkale-zaferi-ve-sehitleri-anmak/1955/
Ben de, bazı izlenimleri ve kafamda uçuşup duran çağrışım ve düşünceleri notlar halinde size iletmek istiyorum.
Şef Burak Tüzün, dinleyiciyi selamlayıp kürsüye çıktıktan sonra, İstiklal Marşı'nın kabulü, Çanakkale ve diğer şehitlerimize değindi, Mehmet Akif Ersoy'a vurgu yaptı, özünde, Atatürk sayesinde kültür-sanatın yakın geçmişten beslenerek geliştiğini anlatarak herkesi saygı duruşu ve ardından İstiklal Marşı'nı söylemeye davet etti.
Şef Burak Tüzün (d. 1970), gerçekten konuşması, doğal duruşu, tevazuu, güler yüzü, müktesebatı, yönetimiyle CSO kürsüsüne yakışan bir şef. Bugünkü şef yardımcısı Cemi'i Can Deliorman'ın ilk şeflik hocası. Konservatuvardan eserin bestecisi Can Atilla, Fazıl Say gibi isimlerle dönemdaşdır. Moskova Çaykovski Konservatuvarı'nda çok sistemli bir şeflik eğitimi ve diplomasını almış, Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Senfoni Orkestrası'nı kurmuş, yıllar yılı kadrolu devlet orkestralarına taş çıkartırcasına her hafta değişik bir program sunmuş, hem podyumda, hem de eğiticilikte deneyimli bir şef. Ama CSO bu koskoca sezon ona sadece bu konseri verdi nedense?
Aklıma hep “Homo homini lupus” deyişi geliyor!
Peki Prof. Burak Tüzün'ün yanında niye sadece soprano Angela (Leigh) Ahıskal çıktı? Çellist Serdar Rasul nerede?
Soru, hep beraber İstiklal Marşı'nı söylemeye başladığımızda kendiliğinden cevabını buluyor. Çünkü Amerikalı soprano Angela Ahıskal, Türkçe olarak İstiklal Marşımızı okuyor.
Gözümün önünde yıllar önce Eymir Gölü kıyısında Angela'nın usta kemancımız Orhan Ahıskal ile açıkhava düğünü geliyor. Önce Antalya'ya yerleştiler, oradaki Konservatuvar'da çalıştılar, ardından Ankara Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'nın yeniden yapılandırılması sırasında Prof. Dr. Ahıskal Müzik Bölümü Başkanı oldu, Angela da şan eğitmeni olarak göreve başladı.
Herşey yolunda gider, yeni programlar açılır, öğrencilerin ilgisi yoğunlaşırken, rektör ve müdür değişti ve “beyin-sanatçı göçü”ne yol açıldı. Bu iki değerli sanat insanı, açılan soruşturmalar ve yapılan baskılar sonucu resmen kaçtılar! Diğerleri, Prof. Çetin Aydar, Doç. Sinan Dizmen, öğretim görevlisi besteci İsmail Sezen kalıp hukuk mücadelesine girişti ve tüm davaları kazanarak Rektör ve Müdür'ün kaçırma çabalarını boşa çıkardılar. Çünkü herşey o denli usulsüz ve kör parmağım gözüneydi ki! Ama bu arada olan AÜ Konservatuvarına oldu. Konservatuvardaki gelişim tersine çevrilmiş, açılış hazırlığı yapılan bölümlerin üstü çizilmiş, yeni açılanların da kapatılmasına yönelik çalışmalar başlatılmıştı. Pek çok hoca ve öğrencininin kaçmış olması da cabasıydı! Kurulan güzelim ve ödül almış yaylı dörtlü dağılmıştı. Çünkü bir diğer Amerikalı keman öğretmeni Ellen Jewett de, büyük özverilerle derslere gelmekte olduğu Ankara'dan “Ben bu baskılarla uğraşamayacağım” deyip İstanbul'a dönmüştü!
Evet, bunları düşündüm ve “Ah, O Rektör ve Müdür gelip de bu konseri dinleselerdi” diye içimden geçirdim, oturduğum yerden sahnedeki Angela ile gözgöze geldiğimde...
Angela'nın eserdeki hüzün ve melankoliyi, partisini beklerken nasıl yüz ifadesiyle yansıttığını görebilselerdi.
Yolları ilk olarak ABD'deki Hartford Üniversitesi Hartt Müzik Okulu'nda kesişen Angela ve Orhan, şimdi yaşamlarını ve çalışmalarını Almanya'da, Münih'te sürdürüyorlar. Oğulları Kemal ve Viktor da orada eğitim alıyorlar.
Hani bazı siyasetçiler “Beyin Göçünü tersine çevireceğiz” diye nutuk atıyorlar ya! İşte böyle kaliteli akademisyenler, sanatçılar, kifayetsiz muhterislerin baskılarıyla kaçırılıyorlar, beyin göçüne zorlanıyorlar. Ekmeklerini yurtdışında, özellikle başta Almanya olmak üzere Avrupa'da kazanan, yaşamlarını oralarda sürdüren pek çok sanatçımız da ülkelerine dönmek istemiyorlar, çünkü burada iş yok, orkestralara yeni kadro verilmiyor, olsa olsa pamuk ipliğine bağlı sezonluk sözleşmeler öneriliyor!
Ne kadar acı bir durumdayız değil mi?
Eserin seslendirilmesi sona erdiğinde şef Burak Tüzün, besteci Can Atilla'yı sahneye davet etti. Can Atilla, “muzaffer bir kumandan” gibi sahneye geldi, herkesi tek tek tebrik ettikten sonra şef kürsüsüne çıkıp dinleyiciyi selamladı.
Eseri Naxos'tan CD'si çıktığında hemen dinlemiştim. Ama canlı dinlerken aynı zamanda orkestrayı da gözlediğiniz için seslendirmenin zorluk durumunu daha iyi algılıyorsunuz. Can Atilla, hayli yoğun, yaylıların neredeyse duraksamadan bir saat boyunca çalmasını, bakır üflemelilerin büyük güç harcamasını gerektiren bir eser ortaya çıkarmış. Can'la Mevlana'nın Çağrısı bale projesi üzerinde birlikte çalışmıştık. Onun besteleme sistemine bağladım bu yoğunluğu. Çünkü o müziği en zengin ses bankalarını da kullanarak, klavyede çalarak besteler, eser müzik (audio) olarak ortaya çıkar. Sonra notaya alınır ve orkestranın çalabileceği duruma gelir.
Bu herkesin dinlerken duygulandığı eseri ve Londra'da Dünya Prömiyeri'nin yapılmasını Yunus Emre Enstitüsü'nün desteklemiş olması da kayda değerdir. Darısı benzeri projelerin başına...
ŞEFİK KAHRAMANKAPTAN
16 Mart 2019, Ankara