Sanat tarihi, müzik ve sahne sanatlarının edebiyattan nasıl beslendiğinin örnekleriyle doludur. Nice senfoni, opera, bale konusunu edebiyattan, tarihten almıştır ve yeni müzik akımlarının giderek yaygınlaştığı günümüzde de almaya devam etmektedir.
Bu saptamaya uyan güncel bir örneği 25 Nisan 2016 gecesi, 33. Uluslararası Ankara Müzik Festivali’nde dünya prömiyeri yapılan Onur Türkmen’in “Ahmet Haşim’den W.B. Yeats’e Bizans’a Seyahat” projesinde yaşadık.
Bestecinin bir nevi âyin gibi düşündüğü ve anlaşılır biçimde “Ay, Kuğular ve Ruh Üzerine Törensel Drama” alt başlığıyla açtığı eser, aynı dönemlerde biri “şark”ta, diğeri “garp”ta yaşamış iki şairin seçilmiş şiirleri üzerine bestelenmişti. Burada 19. yüzyıl gerçeğini vurgulamak için özellikle doğu ve batı yerine vurgulamayı eski sözcükleri seçerek yaptım.
Çünkü iki şair de 19. yüzyılda doğup, serpilip, 20. yüzyılda olgunluk dönemlerini yaşarak “terk-i hayat” etmişlerdi.
Bestecinin seslendirme öncesi yaptığı kısa açıklama, 9 bölümden oluşan eserde aralarda alkışlanmamasını rica ederek bir bütün olarak icra edileceğini belirtmesi hayli yararlı oldu. Hayrettir ki, salonda pet şişe çatırtısı da yoktu! Ama bir veya birkaç “görevli”nin gene balkonu partere bağlayan takırtılı döner merdivenden inmesi, kapıyı “küt” diye kapatarak dışarı çıkması gibi MEB Şura Salonu’nda rastlanan olağan durumlar eksik olmadı!
İki şairin şiirleri, İngilizce ve Türkçeleriyle projeksiyona yansıtılarak dinleyiciye izleme-anlama kolaylığı sağlandığı icrada, Türk çalgıları armudi kemençe ve ney ile batı çalgıları trombon, saksafon, çello, keman bir arada kullanıldı. Batı’nın yerel çalgısı Kelt arpi de önemli bir işlev gördü. Hele “Kasiya’nın İlahisi” bölümündeki doğaçlama solo etkinlik hârikaydı.
Onur Türkmen (d.1972), Türk makamlarını alıp batı çalgılarıyla icra edilecek müzikler yazmak kolaycılığının ötesinde, kendine özgü bir müzik yöntemi geliştirme başarısı göstermiş bir bestecidir. Kısaca “hat” ya da çizgi olarak adlandıracağımız bir düzlem üzerinde, eski ve yeni müzik anlayışını ustalıkla bağdaştırabilmekte, doğu ile batının çalgılarını da bu hat üzerinde ustaca kullanabilmektedir. Felsefeye ve edebiyata olan ilgisi de, eserlerine özde bir derinlik kazandırmasını sağlamaktadır.
“Bizans’a Seyahat”te de bu derinlik hem şiirlerin seçimi, hem de müzikli anlatımda kendini gösteriyordu. Haşim şiirlerini, usta kemençeci Nermin Kaygusuz, benim ilk kez dinlediğim soprano sesiyle, doğru dil vurgusu ve temiz artikülasyonuyla mükemmel okudu. Haşim şiirlerinde yalın Türkçe sözcüklerle ağdalı Osmanlıca tamlamalar bir arada olduğu için, perdeye anlaşılır Türkçeyle yansıtıldı, Kaygusuz ise bestelenmiş özgün metni okuyup şarkıladı. Kemençesini sesiyle birlikte ayakta kullanırken, Miyase Bayramoğlu Örümlü de, mistik iklimin yaratılmasına neyiyle önemli katkıda bulundu.
Batı sazlarında, Yurodny Ensemble’a bu proje için katılan Hollandalı Diamanda La Berge Dramm, saksafonlarda Nick Roth, trombonda Colm O’Hara, Kelt arpinde Catriona McKay, viyolonselde Gözde Yaşar, piyanoda Elif Önal Çubukçu, şef İvan Arion Karst’ın bageti altında eserin başarısı için yeteneklerini konuşturdular. Yeats’in şiirlerini soprano Lauren Kinsella okudu ve şarkıladı. Duru sesi, iyi vurgusuyla esere yakıştı. Yabancı müzisyenler çıplak ayaklı, bizimkiler ayakkabılıydı.
Onur Türkmen, sembolizm akımının temsilcileri olarak bilinen iki şairin dünyalarına girerek, müzik ve şiirin, geçmiş ve şimdinin, nesne ve öznenin arasındaki sınırların belirsizleştiği, böylece birbirinden uzak gibi gözüken kültürler arasındaki derin ve köklü ilişkilerin ortaya çıkarıldığı anların peşine düşerek müziğini yazmıştı. Ama aynı zamanda, gerek seçilen şiirlerdeki anlatım, gerekse bestecinin müziksel anlatımıyla, aynı “hat” üzerinde de olsa, doğu ile batı anlayışı arasındaki farklılık da vurgulanmış oluyordu. Haşim’in dolambaçlı, betimlemelerdeki mübalagalı yaklaşımına karşın, Yeats’in daha gerçekçi ve yalın bir anlatımla konularının üzerine gittiği algılanabiliyordu.
Proje festivalin düzenleyicisi SCAMV tarafından benimsenmeseydi, “Culture Ireland”, yâni İrlanda Kültür Kurumu da, inandığı bu proje için gerekli desteği vermeseydi, bu prömiyere tanıklık edemeyecektik belki de.
Sıcağı sıcağına yazılmış bir yazıda, anlatacak çok şey olsa da, sözü fazla uzatmanın gereği yok. Dileğim, eserin Yeats’in iyi tanındığı tüm Anglosakson ülkelerinden talep görmesi ve bu dünya prömiyerinden sonra ülke prömiyerleriyle gündeme gelmesidir.
Fotoğraflar: Şefik Kahramankaptan