Her önemli siyasal gelişmenin devletin değişik kurumlarına ve topluma yansıması olur. Şu anda Türkiye, “yeni” diye adlandırılan bir siyasal süreci yaşamaktadır. Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilmiş, yeni Başbakan atanmış, yeni bakanlar kurulu açıklanmıştır. Bu “yeni”nin içinde, Kültür ve Turizm Bakanı gibi “eski” bakanlar yer alsa da, yapılacak icraatın temel hedefleri, “yeni” hükümet programında açıklanacaktır. Hesaplar, hâtta öne alınma olasılığı dahi bulunan 2015 seçimlerine yöneliktir.
İşte bu siyasal süreçte, Devletin sanat kurumlarında yaşanan yönetici değişiklikleri üzerinden, siyasal iktidar ve liderin, Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar başarıyla uyguladığı “ötekileştirme”nin bir yenisi yaşanıyor. Bilerek veya bilmeyerek, kasıtlı veya kasıtsız, Devlet sanat kurumlarında çalışanların, görevden ayrılanların, yeni göreve gelenlerin “TÜSAK'çı -TÜSAK'a Hayırcı” diye ayrıştırılmaya çalışıldığına tanık oluyoruz. Üstelik bu çok tehlikeli ayrıştırmaya, özünde TÜSAK'a, yâni Devlet sanat kurumlarının lağvedilerek siyasal iradeye bağlı bir merkezi yönetim altında toplanması karşı çıkanların da alet olduğunu görüyoruz. Buna, kulaklarına her fıslananı doğru bilgi gibi yazan, önlerine gelen her “haber”i kontrol etmeden, çarpıcı başlık şehvetine kapılarak sayfalarına koyan, “sorumlu” davranmaları gerekirken “sorumsuzca”, adeta bürokrasiyi ve yeni hükümeti tahrik edercesine haberler yapan bazı gazeteler de dahil!
TÜSAK Taslağı denilen metin 2013 Mayıs ayından bu yana önce gizli-kapaklı, sonra açık, kamuoyunun ve sanat kurumlarının önünde, bilgisi dahilindedir. Bu yöndeki çalışmaların geçmişinin de yıllar öncesine dayandığı ortaya çıkmıştır. Taslağın yasalaşması halinde ortadan kalkacak sanat kurumlarının hayli uzun süren sessizliği, Opera-Bale, DT ve Orkestralardan da temsilcilerin, dernek, vakıf ve sendikalarla birlikte içinde yer aldığı Türkiye Sanatçılar Hareketi'nin yayımladığı bildiriler ve geliştirdiği fikirlerden sonradır ki, görüşlerini kısaca “TÜSAK'a Hayır” diye nitelendirilen metinler halinde resmen ortaya koymuşlardır. Önce farklı yasa ve yönetmeliklere tabi Orkestralar, ardından kendi özerk yasası olan Opera-Bale...
Öyle bir noktaya gelinmiş, öyle bazı bilgiler elde edilmiştir ki, âdeta kendilerini böyle bir açıklama yapmaya zorunlu hissetmişlerdir. Hâttâ, Bakanlıkta işin başını çeken bürokratın, değişik temsilcilerin yer aldığı toplantıda “üzerinizde mahalle baskısı var” dediği dikkatten kaçmamıştır.
TÜSAK'la ilgili son resmi açıklama, Cumhurbaşkanlığı seçiminden hayli önce, Bakanlıktaki konudan sorumlu bürokratın “Bakan ve siyasi irade onayladığı takdirde” şerhiyle taslağın tasarı haline getirilerek Ekimde TBMM'ye sunulmak istendiği yolunda olmuştur. Şimdi siyasal bir süreç devam etmektedir. Bu süreçle ilgili gelişmeler sonuçlanıp, yeni “restoratör” Başbakan'ın bazı tercihleri belli olmadan yapılacak iş, sanat kurumlarındaki insanları ötekileştirmeden, lyönetim değişiklikleri nedeniyle şucu-bucu diye suçlamadan bilinçle durumu gözlemek, yapılabilecek katkı varsa bunu reklama kaçmadan yapmaktır. Basına da “ TÜSAK'a Hayır de, görevden alın, Evet de görevi kap” türünden slogancı, kolaycı, Bakanlık bürokrasisine cesaret verici başlıklardan uzak durma, “olsa olsa” yöntemiyle haber yapmama, dedikoduları gerçekleşmeden olmuş gibi yazmama görevi düşmektedir.
Orkestralarda yönetim kurulları seçimle gelmektedir ve geçtiğimiz Mart ayında seçimler yapılmış, sonuçları onaylanmıştır. Devlet Opera ve Balesi'nde genel müdür değişikliğine gidilmesinin nedenini sadece TÜSAK'a bağlayarak, konuyu bu duyarlı siyasal süreçte sıcak tutmak, âdeta tahrikkâr tutumlara girmek, değişen kadrolar üzerinden ötekileştirme uygulamak doğru mudur?
Opera-Balede her genel müdür değişikliğinde, mevcut yöneticilerin yenisine “dilediğiniz kadrolarla çalışın” beyanında bulunması işin geleneğinde vardır. Yeni yöneticinin de kendi kadrolarını oluşturması doğaldır. Ancak burada dikkate alınması gereken çok önemli öge şudur: Gelenler, ayrılanlardan daha mı liyakat sahibidir? Daha yetenekli, daha mı çalışkandır? Yoksa arkadaşlıklar, başka etkenler ve “ahbap çavuş” ilişkileri nedeniyle mi göreve gelmektedir? Liyakat sahibi olanlar için sorun yok, ama sırf arkadaşlık türü ilişkiler nedeniyle gelenlerin icraatı zaten yapılan işe yansır ve bundan da hem kurumlar, hem de getiren ve gelen zarar görür.
“TÜSAK'a Hayır” diyenler, şimdi “ötekileştirme tuzağı”na düşmemeli, âlet olmamalı, duyarlı ve sorumlu biçimde sürecin gelişimini gözlemelidir. Gün kişisel ikbâlleri değil, kurumları koruyup kollama günüdür.