Uluslararası Ankara Müzik Festivali, son birkaç yıldan bu yana kimlik kazanma yönünde bilinçli ve önemli adımlar atmaya başladı. 17 Nisan Cuma akşamı, Bilkent Konser Salonu’nda yukarıdaki başlık altında sunulan üstün yetenekli gençlerimizin başarısı, bu anlamlı adımlardan birini simgeliyordu. İstanbul Festivali’ne göre bütçesi çok daha sınırlı olan Ankara Festivali’ne üçüncü sınıf yabancıları getirmektense kendi üst düzey genç sanatçılarımıza yer vermeyi, festivale hem anlam katmak hem de kimlik kazandırmak yönünden doğru bir seçim olarak görüyorum.
Programın ilk üstün yeteneklisi, iki yıldan bu yana izlemeye çalıştığım müthiş bir çocuk olan 17 yaşındaki piyanist Can Çakmur’du. Prokofyev’in 7 numaralı “Sonat”ını yorumlayan Çakmur, si bemol majör tonunda gözüken, ama daha çok bu tonaliteyle dalgasını geçen eseri, olağanüstü bir müzikal çekimle sunmayı bildi. Söz konusu çekingesiz yorum, Can’ın Türkiye’deki öğretmeni, uluslararası piyanistimiz Emre Şen’in yürekli müzikal kavrayışını hatırlattı bana. Şu da var ki, “sanatçı” olmak, kendince öznel bir “sanatsal kişilik”e sahip bulunmaktan geçiyorsa Can Çakmur, besbelli ki şu dünyada sanatıyla büyük işler ortaya koyacak.
1992 doğumlu üstün yetenekli kemancımız Hasan Gökçe Yorgun, aynı kuşaktan piyanist Başar Can Kıvrak’ın eşliğinde Pablo Sarasate’nin “Faust Fantezi” ve “Carmen Fantezi” eserlerini yorumladı. (Bu eserler, programdaki gibi “Fantazi” olarak yazılırsa vatandaş da onu “fantaaazi” olarak okuyabilir.) Sadede gelelim: Gökçe çocuğumuz, tam bir yay cambazı! Güzel ama, keman çalma sanatı, cambazlığı öne çıkarmakla yetinmez. Çalgısına bu denli egemen olan Gökçe’yi, bir Beethoven, ya da bir Brahms eserinde dinlemek isterdim. Onun son derece özenli bir entonasyon, üstün bir teknik ve dolgun ses renkleri üreten bir kemancı olduğunu, klasik, ya da romantik bestecilerin eserlerinde göstermesini yeğlerim. Kuşku yok ki Gökçe, bunu başaracak düzeydedir. Sarasate örneği, sıradan dinleyicinin alkışını bol keseden almaya uygundur, ama biz Gökçe’yi daha çok, derinlikli eserlerde alkışlamak isteriz.
Viyolonselci kızımız Elif Dimli, yine piyanist Başar Can Kıvrak eşliğinde, Cesar Franck’ın la majör viyolonsel ve piyano için “Sonat”ını derin bir duyarlılıkla seslendirdi. Franck yorumlamak zor iştir: Romantizmden beslenen armonik yaklaşımın yanı sıra, diatonik ve kromatik dizilerin dengeli biçimde kullanımında, bestecinin sıkça yer verdiği modülasyonları da içerir. Bu karmaşıklık, sıradan konser dinleyicisine pek uygun gelmeyebilir. Franck için önemli olan, geç romantik stilde başlıca çözüm yolu olarak kromatizme saplanıp kalmamaktır. İşte bu kişilikli tercih, Cesar Franck’ın büyük besteciler saflarında yer almasını getirmiştir. Elif Dimli kızımız, bestecinin bu incelikli ileri vasıflarını çok iyi duyurdu: Çünkü kendisi çok iyi hissetmişti. Onu dinlerken çoğu yerde içim titredi.
Müzikçi bir aileden gelen Başar Can Kıvrak’ı, 18 yıl önce bir tavan arasındaki piyanosunda dinlemiştim ilkin. Bana kalırsa bugün, Türkiye’de Liszt’i en iyi yorumlayan birkaç piyanistimiz içindedir. Bilindiği gibi Liszt’in piyano müziğine asıl katkısı, ses renkleri zenginliğini ön plana çıkarmış olmasıdır. Başar Can, “Transandantal Etüdler”i ve “Mephisto Waltz”i yorumlarken bunu sonuna kadar duyurdu. Hatta, biraz gergin bir biçimde duyurdu. Belki piyanistin öyle bir akşamıydı, ya da Debussy’nin Liszt üzerine yorumunu uyguluyordu. Liszt için şöyle der Debussy: “Liszt’in dehâsı, düzensiz, dengesiz, coşkulu ve inanılmaz derecede ateşli yönler taşır. Ama bu özellikler, soğuk bir mükemmellikten çok daha güzeldir.” Başar Can’ın Liszt eserleri tutkusunu böyle görüyorum. Ancak bu tutkunun piyano eşlikçiliğiyle bağdaşmadığını söylemeye gerek yok.
Ankara Müzik Festivali’ne renk katan bu tür bir konsere bir de can katan üstün yetenekli çalgı sanatçılarımızı ve bu konseri düşünüp yaşama geçirenleri kutlamak düşüyor bana.