Müzeyyen Senar’ı çocukluk günlerimden hatırlarım. Safiye Ayla’nın yanı sıra, adı çok geçerdi. Zaten 1930’lu ve 1940’lı yıllarda, geleneksel sanat müziğimizde bu iki ses kraliçesiyle boy ölçüşecek başkası pek yoktu. Dönemin kralı ise tartışmasız olarak 1900 doğumlu Münir Nurettin Selçuk’tu.
O dönemde şarkıcılıkta ün kazanmanın iki yolu vardı: Ankara Radyosu’nda program yapmak ve Atatürk’ün özel meclislerinde şarkı söylemiş olmak. Geleneksel sanat müziğimizin repertuarıyla pek bağdaşmayan “Gazino müziği”, savaş sonrası yıllarda gelişmiştir. Oysa Münir Nurettin Bey’in, gazinolardan gelen parlak teklifleri daima geri çevirdiği bilinir.
“Altın gibi sesi var..” derlerdi Müzeyyen Hanım için. Benim bildiğim, 1940’lı yıllarda, ince ve parlak sesli bir şarkıcı olmasıydı. Ama asıl belirtilmesi gereken, geleneksel sanat müziğimizin, makâm ve usul bilgisine sahip yetenekli bir ses sanatçısı niteliğini taşımasıdır. Onun vasıflarını anlatmak için bu da yetmez: Müzeyyen Senar’ın asıl üstün tarafı, eski okuyuş stiliyle soylu bir icra tekniğini temsil etmesidir. Geleneksel müziğimizin inceliklerini iyi bilen sanatçımızın okuduğu şu nefis şarkılar hâlâ kulaklarımda: “Gelse o şuh meclise”, “Yine bir sızı var içimde”, “Bir bahar akşamı”, “Akşam oldu, hüzünlendim ben yine”…
Bu şarkılar gibi daha çok sayıda güzel şarkı, Müzeyyen Senar’ın üslûbuna çok yakışırdı. Onun ün kazanmasını sağlayan ise yaşlılık çağına girdikten sonra yeniden şarkıcılığa dönmesi değil, çocukluk çağındaki hocaları olan kemençe sanatçısı Kemal Niyazi Seyhun ve Udî Hayriye Hanım’la yaptığı çalışmalarda, müzikal derinliği hissetmiş olmasıdır. Daha sonra ders aldığı Saadeddin Kaynak, Selâhaddin Pınar ve Lem’i Atlı gibi üstatların sanatsal ciddiyetinden yararlandığı da açıktır.
Ne diyelim? Böylesi zor gelir. Işıklar içinde yatsın diyelim…