"Savaş” ve “müzik”, anlam bakımından birbirine karşıt sözcükler gibi gözükür. İnsanoğlunun gözünde müzik sanatı, daha çok, barışçıl ve sevecen duyguların sözcüsü değil midir? Evet, tarihin her çağında insanlığın sözcüsü olmuştur müzik! Tanımı da öyle: Müzik, insanoğlunun duygu ve düşüncelerini seslerle anlatan uluslararası bir dildir. Peki, bu duygu ve düşüncelerin içinde, öfke, kin, cinayet, vahşet vesaire yok mu dersiniz? Askerî müziğin şatafatlı bir temsilcisi olan “bando müziği”, hatta ondan da keskin olan bizim “mehter müziği” konusunda ne diyeceğiz?
Mehter müziği, bir yandan kendi askerini yüreklendirirken, bir yandan da düşmanın yüreğine korku salmak için kullanılmıştır. Örnek mi istersiniz? 1683 İkinci Viyana Kuşatması sırasında, bir araya getirilmiş yüzlerce mehter takımının binlerce zurnasıyla birlikte binlerce kös ve davul, gece ve gündüz, aylar boyunca Viyana halkını tir tir titretmemiş miydi?
Ve bu olaydan yaklaşık 100 yıl sonra, Viyanalı yoksul bir besteci olan Mozart, bir piyano sonatının “alla turca” başlığı altındaki hızlı bölümünde, korkulu mehter müziğini betimlememiş miydi?
Demek ki savaş korkusu, 100 yıl geçse de kuşaktan kuşağa geçecek kadar bulaşıcı!
Öte yandan, bütün sanatların içinde en etkileyici olanın, müzik olduğu söylenir. Ben, müzik dinlerken gözlerinden yaşlar akan insanlar gördüm. Ama diyelim ki Rembrandt’ın görkemli bir tablosu önünde taş kesilen insanların derin duygularla tabloyu seyrettiğini, ama hiçbirinin gözlerinden yaş falan aktığını görmedim. Peki siz, hangi heykelin, hangi görkemli mimarlık mucizesinin karşısında ağlayan insanlar gördünüz?
Belli ki müzik, insanın yüreğine doğrudan işler, kaçamazsınız…
*
İlk “Uluslararası paylaşım canavarlığı” olan Birinci Dünya Savaşı’nda müzikçiler ölmedi mi sanıyorsunuz? “İnsan öldürmek”, insanoğlunun elinden kaçar mı?
Bandocu-mızıkacı gibi askerî müzik alanından birçok müzikçi savaş sırasında tabii ki ölmüş, yani öldürülmüştür! Ayrıca bu fırsatla askere alınan birçok besteci de “şehit” olmuştur…
Ancak, ölen ya da sağ kalan besteciler dahil, hiçbir müzik eseri ve besteci, aşağıda anlatacağım olay kadar “savaş” kavramıyla müzik sanatını bir araya getirememiştir.
Olay şudur:
Fransa’da izlenimci müzik akımının yetenekli bestecilerinden Maurice Ravel (1875-1937), Birinci Dünya Savaşı’nda sağ kolunu kaybeden piyanist arkadaşı Paul Wittgenstein’ın anısına, yalnızca sol elin kullanıldığı bir piyano konçertosu bestelemiştir. Bu piyano ve orkestra için yazılan eser, bugün de yalnızca sol elini kullanan piyanistler tarafından seslendirilir. Ben bu konçertonun piyanoda değişik yorumcularını birçok kez dinledim; inanın, onların içinde hiçbiri, yalnızca sol eliyle piyano çaldığını belli etmiyordu. Çünkü eser, beş parmakla yorumlanmasına karşın, on parmakla çalınıyor izlenimi yaratacak kadar müzikle dolu bestelenmişti!
Şu gerçeği de belirteyim: Birinci Dünya Savaşı sona erdikten sonra, o dönemde “müziğin başkenti” sayılan Paris’te halk, özellikle orta tabaka, müthiş bir eğlence düşkünlüğüne kapılmış, yıllar boyunca sabahlara kadar vur patlasın çal oynasın dans edip Paris’i bir karnaval kentine dönüştürmüştü.
Böylece sıkıntılı savaş yıllarının acısı çıkarılmış mıdır dersiniz? Bilemem, Fransızlara sorun…