Finlandiya’nın opera geleneğinin çok eskilere gittiği söylenemez. Bununla beraber, dünya sahnelerinde yer bulan önemli ses sanatçıları arasında Finlandiya’nın yetiştirdiği sesler dikkat çekiyor. Ve bunların arasında baslar ön plana çıkıyor. Dünyanın merkezinden geliyor izlenimini veren, çok derinden gelen seslere sahip sanatçıları opera dünyasına gönderen ülkelerden biri Finlandiya.
Bunlardan Kim Borg 1919 yılında doğmuş, 1980’li yıllara kadar sahneleri terk etmemiş, 2000 yılında vefat etmiş bir sanatçıydı. İlk kez 1947 yılında kendi ülkesinde sahneye çıktıktan sonra, dünya sahnelerinde Boris (Boris Godunov) rolüyle tanınmış, ama aynı zamanda Don Basilio (Sevil Berberi) ve Osmin (Saraydan Kız Kaçırma) ile ününü perçinlemiş, sıcak bir bas sese sahip bir sanatçı olarak hatırlanıyor. Martti Talvela farklı bir nesilden: 1935 yılında doğmuş, Lahti ve Stockholm’de eğitim almış. 2 metreyi aşan boyu, 150kg’suna ilaveten, çok büyük ve derin, natürel sesi, aynı zamanda oyunuyla seyircileri büyülerdi. Boris’in ölüm sahnesinde ani çöküşleri, hayranlık yaratıyordu. Sayısız Boris yorumları; ideal Sarastro’su (Sihirli Flüt); Bayreuth Festivali’nin temel başrolleri; en etkileyici Commendatore’lerden (Don Gİovanni) biri olarak, bir kalp krizi sonucunda 1989 yılında yaşamını yitirinceye kadar opera dünyasından kopmamış olan Talvela, unutulmaz baslar arasında üst sıralarda yerini aldığı muhakkak.
Martti Talvela Boris rolünde
Finlandiya’nın yetiştirdiği bir diğer derin, etkileyici ses de Matti Salminen’e ait. 1945 yılında Turku’da doğan Salminen 25 yaşında, Don Carlo operasında Helsinki’de ilk kez sahneye çıktıktan sonra, özellikle Almanya’da ünlenmiş, Wagner operalarının aranan sanatçısı olmuştur. Kral Marke’si (Tristan ve Isolde); Titurel’i (Parsifal); Hagen’i (Tanrıların Sonu), Daland’ı (Uçan Hollanda’lı) ve elbette Sarastro’suyla, opera tarihinin en önemli bas seslerinden biri olarak kayıtlara geçmiştir. Salminen koyu, derin sesi; şaşırtan yükseklikteki registeri ve etkileyici oyun ve yüz ifadesiyle, unutulmayacaklar arasına girmiştir bile.
Rusya’dan çıkan bas sesler denince akla hiç şüphesiz öncelikle Fiodor Şalyapin (1873-1938) gelir. Döneminin en büyük bas sesi olarak görülen Şalyapin, Boris Godunov ve Dosifei (Kovançina) rollerinde ölümsüzleşmiş; Mefisto (Faust-Gounod ve Mefistofele-Boito); Don Kişot; Don Basilio (Sevil Berberi) rollerinde de aranır olmuştu. Çok iyi bir tekniğe ve deklamasyona sahip olduğu; aynı zamanda, şan ile oyunu buluşturmasındaki mahareti ve muhteşem makyajıyla da ün kazanmıştı.
Ondan sonra gelen bas seslerin Şalyapin kadar ünlü oldukları söylenemez; lakin birçoğu onun kadar başarılı olmuş, “ünlü bas sesler” listelerinde önlerde yer almışlardı. Bunlardan bir kaçını atlamamak gerekir. Maksim Mikhailov (1893-1971) tipik basso profundo olarak anılır: Boris, Konçak Han (Prens Igor), Gremin (Eugene Oneguine) rollerinin aranan ismiydi. Lakin bir rol vardı ki, onu da 400 kez seslendirdiği bilinir: Çar için bir Hayat’tan (Glinka) Susanin rolüdür bu.
Şalyapin Boris Godunov’da
Çağdaşlarının viyolonsele benzettikleri, güçlü ve yumuşak sese sahip Lev Sibiriakov (1869-1942) Odessa’da ilk kez sahneye çıktıktan sonra İtalya’ya gitmiş, orada ünlenmişti. Şalyapin ve Sibiriakov’tan sonra, aynı kategoride hatırlanan bir başka ses de Mark Reizen (1895-1992) olmuştur. Rus repertuarının en önemli rolleri dışında, Mefisto, Don Basilio, Filip (Don Carlo), Wotan (Walküre),Procida (Vespri Siciliani), Nilakhanta (Lakmé) rollerinde de çok başarılı olan Reizen tok pes notalara, güçlü tizlere sahipti. 1920 yılında Bolşoy’dan gelen teklifi hazır olmadığı gerekçesiyle reddetmiş, ama 1924 yılında katıldığı Bolşoy Operası kumpanyasında 30 yıl boyunca 1100 temsilde, bas repertuarının en önemli rollerini seslendirmişti. Saymakla kolay bitmez, Rus bas sesleri arasından bir seçimimiz de Aleksander Kipnis (1891-1978). Ukrayna’da yoksul bir ailede doğan Kipnis, sinagoglarda soprano olarak başladığı şan yaşamına, 19 yaşında girdiği Varşova Konservatuarı sayesinde bir yön vermişti. “Org sesli adam” diye de bilinen Kipnis’in koca sesinin esnekliği, rengi, güzel bir viyolonselinkine benzetilen legatosuyla unutulmazlardan biridir. Çok sayıda bas ses karakterini seslendirmiş olmasına rağmen, en “Kral” rolü Boris ile 1943 yılında olmuştu. Ve nihayet Evgeni Nesterenko (1938). 80’den fazla bas karakterini seslendirmiş; sayısız ödül sahibi; Glinka, Çaykovski, Mussorgski, Borodin’in operalarının en aranan sesi olarak anılıyor.
Ülkemizde bas denildiğinde akla ilk önce, yakın bir geçmişte kaybettiğimiz Ayhan Baran (1929-2014) gelir. Ayhan Baran derin, son derece müzikal, ihtişam dolu sesiyle hem batı müziğinde, hem de Türk bestecilerinin eserlerini üstün biçimde seslendirmesiyle herkesin gönlünde taht kurmuştu. Verdi’den Mozart’a, Gounod’ya, Tosti’ye, Schubert’e uzanan repertuarıyla (Gerald Moore’un piyanoda kendisine eşlik ettiği, BBC Radyosunda kaydı yapılan Der Atlas lied’i yorumu) unutlmazlardandır.
Genç yaşta hayatını kaybeden Mustafa İktu (1938-1982) da iz bırakan sanatçılardan. Bas rollerin dışında, bas-bariton rolleri de seslendirmiş olan İktu da Ayhan Baran gibi, Türk bestecilerinin de tanıtımında büyük katkıları olmuş, Ulvi Cemal Erkin’in yedi halk türküsünü seslendirdiği kaydı ödül almıştı. Atilla Manizade (1945) buffo’dan dramatik rollere uzanan, çok geniş bir repertuara sahip, bir bas sanatçımız olarak hatırlanmakta. Hilmi Girginkoç da sahnelerimizden gelmiş geçmiş, en önemli bas seslerindendi. Ne yazıktır ki, onu sadece dinleyenler hatırlayabilmekte, bilgi edinilecek bir kaynak dahi bulunmamaktadır. Deva Çolakoğlu, Bülent Ateşoğlu sonraki nesil olarak, hatırlanması gereken seslerden.
Gençlere gelince; son yıllarda opera sahnelerinde yarattıkları karakterlerin dışında, birlikte verdikleri konserlerle de adlarını duyuran sanatçılarımız var.
Ankara, İstanbul, İzmir sahnelerinden tanıdığımız bas ses sanatçılarımızdan Zafer Erdaş, Tuncay Kurtoğlu, Tevfik Rodos, farklı renkteki sesleriyle kendilerini tanıtmış, başarılı solistler.
Soldan sağa: Z.Erdaş,T.Kurtoğlu, T.Rodos (2013)
Kurtoğlu yurtdışına da açılan bir sanatçı. Hepsinin repertuarı zengin. Burak Bilgili yurt dışında çok sayıda opera sahnesinde, çeşitli roller üstlenerek, başarılar kazanmış; halen yurtdışında yaşamasına rağmen, Türkiye’de de konserler veren bir sanatçımız. Güneş Gürle de, Bilgili gibi, eğitimini İstanbul’da tamamladıktan sonra, yurtdışına açılmış, çeşitli rolleri farklı sahnelerde seslendirmiş renkli bir bas sese sahip başarılı bir sanatçı. Gökhan Ürben halen İstanbul Operası’nda solist sanatçı; onun da repertuarı zengin. Bu altı sanatçı, biraraya gelerek, geçtiğimiz ay Usta’yı, Ayhan Baran’ı güzel bir konserle andılar, Hoca’larının eserlerini seslendirdiler. Daha önce de Kurtoğlu, Rodos ve Erdaş, birlikte bir konser vermişler, Ankara’lılara güzel anlar yaşatmışlardı.
Soldan sağa: T. Kurtoğlu, B.Bilgili, F.Yiğit (piyanist), Z.Erdaş, G. Gürle, G.Ürben (2015)
Adlarını sıraladıklarımız sadece dinleyebildiklerimizden. Bir de dinleyemediklerimiz var. Kayıtları olmayanlar, belirli bir operaevi veya bölgeyle sınırlı kalanlar, kendilerini bulundukları yer dışında dinletme imkânı bulmayanlar vb. herhalde az değildir.
Finlandiya ve Rusya’nın bas sanatçılarıyla ilgili, internet üzerinden sonsuz kaynaklara ulaşılabilir, en eskiler bile dinlenebilir iken, ülkemizin yetiştirdiklerine ilişkin bilgilerin sınırlı olması; görsel veya işitsel kayıtların azlığı üzücü ve düşündürücü. Türkiye’nin yetiştirdikleri arasında, diyelim Ayhan Baran dışında, eskilerle ilgili artık yapacak fazla bir şey kalmadı. Lakin yenilerin, mevcut teknolojik gelişmelerin de yardımıyla, çok daha fazla kayıt yaparak, geleceğe izlerini bırakmaları gerekir diye düşünürüz.