Dünya Kadınlar Günü (8 Mart) vesilesiyle sosyal medyadaki bir paylaşım bana ilham verdi, demek yanlış olmaz. Ne zamandır bu konuda yazmayı arzu ettiğim bir yazı için derlediğim kaynakları şöyle bir gözden geçirdikten sonra, her ne kadar zamanın darlığı nedeniyle bir derlemeyle yetinmek zorunda kalsam da, günün önemi bakımından, çalakalem de olsa, yetiştirmeye değer diye düşündüm.
Kadın ve müzikte yaratıcılık: birçok güzel sanatlar dalında olduğu gibi, müziksel yaratıcılıkta da kadının rolü tartışmalı olmuştur. Yaşam mücadeleyle doludur. Aslında erkeklerle karşılaştırıldıklarında, kadın bestecilerin sayısal olarak daha az oldukları tartışılmaz. Ortaya dev yapıtların çıktığını söylemek de zor. Lakin tarih içinde kadının, birçok alanda olduğu gibi, bu konuda da erkekler tarafında arka plana itildikleri, yeteneklerini sergileme konusunda bastırıldıklarını söylemek de yanlış olmaz. Asırlar boyunca kadının yaratıcılığını göstermeye hakkının olduğu yer özel yaşam sınırları içinde (aile, ev, gibi) kalmıştır. Kadın eşlik eder, ilham verir, ilham perisi olur; yetenekliyse, icra eder. Ama yaratmaya gelince, o görev ya da yetenek erkeğe aittir.
Oysa kadın besteciler de olmuştur, olacaktır da. Yüzyıllar öncesine bakıldığında, ta 11. yüzyılda bir kadın besteci karşımıza çıkar: Hildegard von Bingen (1098-1179). Çok yetenekli bir rahibe olan Von Bingen yazar, besteci, filozof, şair, botanikçi, bilge bir insandır ve Ordo vititum adlı oratoryosu ve seksene yakın vokal yapıtın da bestecisi olarak bilinir; yasakçı bir dönemde rahibelere şarkılarını söyletmesiyle ve müzik alanındaki dehâsıyla kendinden söz ettirmiştir. Buna rağmen eserleri ancak 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra yeniden keşfedilmiş, değerlendirilmiştir.
Kadının besteci olarak kendini kabul ettirmesi yüzyılları aldı. 16 ve 17. yüzyılda Floransa’da Francesca Caccini, Venedik’te Barbara Strozzi besteci olarak çekingen bir biçimde öne çıkmayı başardılar. Operanın doğuşuna katkıda bulunan bestecilerden Giulio Caccini’nin kızı olan Francesca döneminin en gözde müzisyenlerinden biri olmuştu. Varlıklı ve müzikle iç içe olan bir aileden gelen Francesca kısa süre içerisinde hârika ses ve yorumlarıyla daha 22 yaşındayken 1610’da Monteverdi’nin dikkatini çekmeyi başarmıştı. Bale müziği ve şan için müzik bestelemekteydi. Belli başlı yapıtları bugün kaybolmuş olan Francesca Caccini opera besteleyen ilk kadın olarak batı müziği tarihine geçmiş. Ruggiero’nun Alcina’nın Adasından Kurtarılması adındaki operası 1625 yılında bestelenmiş, basılmış ve üç yıl sonra, ama yabancı bir ülkede, Polonya’da sahnelemişti.
Barbara Strozzi’ye gelince: Caccini’nin aksine, çok elverişli koşullarda yetişmemiş olsa da, babalığının müzik tutkunu ve libretto yazarı olması sonucunda müzik dünyasıyla tanışmış; kısaca kültür merkezi olarak tanımlanabilecek Accademia degli Unisoni adındaki dernekte şarkı söylemeye başlamıştı. Yüzyılının en üretken bestecisi olarak tanımlanan Strozzi, yaşamı boyunca arya, kantat, madrigallerden oluşan, sekiz cildi bulan eser bestelemiş; besteledikçe de kendine olan güveni artmıştı. Kendini “besteci ve kadın” olarak tanımlıyor, biri diğerini engellemez, diyordu.
Aynı dönemde, Fransa’da Elisabeth-Claude Jacquet de la Guerre’in adı öne çıkmakta. Strozzi’nin ölümünden iki yıl sonra doğan Jacquet müzikle uğraşan bir ailede dünyaya gelmiş. Amcası çalgı imalatçısı; babası klavsenci ve orgcu. Geleneklerin aksine aile, oğullarıyla birlikte kızına da komple bir müzik eğitimi vermiş. 1673 yılında baba Claude Jacquet yetenekli kızını 14. Louis’ye takdim etmiş. Elisabeth kırk yıl boyunca Saray yüksek sosyetesinin hizmetinde, eserler bestelemiş. Dinsel kantatlar ve bir müzik aleti için sonatlar besteleyen; sonraları Paris Operası adını alacak olan Kraliyet Müzik Akademisi’nde Céphale ve Procris (1694) adlı Yunan mitolojisinden esinlenen lirik trajedisinin sahnelendiğini görebilen ilk kadın besteci sıfatıyla da müzik tarihine geçmiş. Elisabeth’in şanslı olduğu bir yönü de klavsenci ve orgcu olan eşinin kendisine karşı çıkmaması, desteklemesiydi. Öyle ya, kadının bağımsız olarak iş yapması için kocasının izin vermesi, en azından karşı çıkmaması gerekiyordu o dönemde.
Herkes Elisabeth kadar şanslı olamaz. 19. yüzyılda kadın bestecilere yapılan haksızlıklarla mücadele etmek zorunda kalan bir başka besteci de Fanny Mendelssohn. Fanny’nin önündeki engel eşi değil, kardeşi Felix’dir. İki kardeşin gerek müzik, gerek kardeşlik bağları bakımından çok yakın olmalarına karşın, Felix Mendelssohn ablasına engel olur. Oysa müthiş üretkendir Fanny: liedler, piyano için parçalar, oda müziği için yapıtlar ve büyük kantatlar besteler. Eşi Wilhelm Hensel onu destekler, ama babasıyla, kardeşi karşı çıkarlar. 1827 ila 1830 yılları arasında bestelediği altı lied Felix’in adıyla basılır; onunla da kalmaz, Felix Mendelssohn bu yapıtları kendininmiş gibi, çekinmeden konserlerinde çalar. “Tanıdığım kadarıyla Fanny’nin besteci olmaya ne arzusu, ne de yeteneği var, bunun için kendine olan saygısı çok fazla….” demekten de çekinmemiş.
Clara Schumann da benzer bir durumda kalmıştır. Robert onu beste yapmaya teşvik etmiş, Rusya’ya yaptığı bir konser gezisinde ona eşlik de etmiştir (Clara o kadar tanınmıştır ki, kendisine, Robert için, “Eşiniz de mi müzisyen?” diye sorulmuştur) ama, ikisi aynı terazide değildirler. Clara eşi için bestelerken, Robert dinleyicisi için çalışmaktadır.
Alma Mahler’in durumu daha da çarpıcıdır. 1901 yılında Gustav Mahler yeni tanıştığı Alma’ya hemen tutulur; ama buna rağmen 19 Aralık tarihli ünlü mektubunda evlilikleriyle ilgili düşüncelerini açıklarken Alma’nın bundan böyle tek bir hedefinin olması gerektiğini, bunun da kendisini mutlu etmek olduğunun bilinmesini ister. Beste yapmak onun görevidir, Alma’dan ise sevgi dolu ve anlayışlı bir eşlikçi olması beklenmektedir. Bu karar Mahler’in 1911 yılındaki ölümüne kadar geçerliliğini koruyacak, genç kadın eşinin ölümünden sonra bestelerine devam edebilecektir. Ama ne yazık ki kabarık bir sayıya ulaşamaz bu küçük yapıtlar.
20. yüzyılın başlarında nihayet güçlü karakterde iki kadın bestecinin ortaya çıktı görülmekte. Augusta Holmès (1847-1903) “ölünceye kadar mücadele etmek gerektiğini” belirterek, egemen olan kadın düşmanlığına karşın, büyük formda eserler, operalar, senfonik şiirler, dramatik yapıda senfoniler yaratır. Diğer isim ise Ethel Smyth’dir ( 1858-1944).
20.yüzyılda kadın bestecilere daha fazla olanak tanınmağa başlandığını görüyoruz. 1879 yılında Paris Konservatuarı’na kadınlar alınmazken, 1901 yılında Roma Ödülü1 kadın bestecilere de açılır ve Fransız Lili Boulanger bu ödülü ilk alan kadın besteci unvanını kazanır.
Ablası Nadia Boulanger de eğitimci, orkestra şefi ve çok sayıda yapıtın bestecisiydi. Londra Senfoni; Boston Senfoni; New York Filarmoni ve Philadelphia Orkestralarını yöneten ilk kadın şef olmuştu.
Sofia Gubaidulina (1931)
Kaija Saariaho (1952)
Bugün artık kadın bestecilerin eserleri çağdaş yapıtların programa alındığı konserlerde rahatlıkla seslendirilmektedir. Rahatlıkla, ama sıklıkla değil. Sofia Gubaidulina, Kaija Saariaho, Betsy Jolas bunlardan sadece bir kaçıdır.
Batı’da yetişmiş kadın besteci listesi bu kadar kısa değil; öykülerini ele alamadığımız daha çok sayıda kadın besteci var. Cécile Chaminade, Lili Boulanger, Germaine Tailleferre, Johanna Kinkel, Louise Reichardt, Emilie Zumsteeg, Pauline Viardot, Mel Bonis; Louise Farrenc bunların sadece bir kaçıdır.
Ülkemizde de klasik batı müziği kategorisinde küçümsenmeyecek sayıda kadın besteci var. Yaşayanlar arasında herhangi bir yanlış anlamaya meydan vermemek bakımından, komple bir liste yapabilmek için yeterli zamanımız da olmadığından, isim vermemeyi tercih ettik. Yaşayan kadın bestecilerimizin yapıtlarını zaman zaman dinleme fırsatını yakalıyoruz ve bundan duyduğumuz mutluluğu burada dile getirmek isteriz.
Dileriz icra edecek müzisyen veya orkestra engeline takılmadan, “hanım” bestecilerimizin yapıtları daha sıklıkla konser programlarına alınır.
Ayşe Öktem
8 Mart 2017
1 Aralarında besteciliğin de bulunduğu, çeşitli dallarda ihdas edilen bir ödül.