Türk Devriminin de, devrimin düşünürlerinin de tansıksı bir yanı vardır. Ağır koşullar altındaki günümüz aydınına özgüven sağlayan, bu niteliktir.
Ne demek istiyoruz? Açıklayalım.
Anadolu onlarca uygarlığa, yüzlerce ekine yurt olmuşsa da bu yurdun halkı 624 yıllık Osmanlı döneminde kıyımlara uğratılmış, aç açık, bilgisiz, eğitimsiz bırakılmış, salt sarayın bilinemeyen tutardaki servetini, şatafatını artırmak için cepheden cepheye sürülmüş, o yaban topraklara düşürülmüş, halk olarak niteliklerini kazandıran anaerkillik, doğa sevgisi, doğa inanç dizgesi gibi değerlerinden; daha da önemlisi Türkçesinden, anadilinden koparılmıştır.
Batı dünyası tekerkliliğin, din egemenliğinin insanı yok eden baskısından, Osmanlıdan çok önce özellikle de basımevinin, basım aygıtının eşsiz kazanımıyla kurtulma sürecine girmişken, Osmanlı işgal günlerinde bile dünyayı, karşı karşıya olduğu sorunu çözümleyemedi, anlayamadı.
Her ne kadar Osmanlının son döneminde bölük pörçük arayışlara girişilmişse de Anadolu halkının, Türk ulusunun aydınlanma süreci Eşsiz Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptığı Türk Devrimiyle başlamıştır.
Dolayısıyla batının yüzlerce yılda, özverili savaşımlar sonucunda başardığı aydınlanma eylemi, Türkiye’de topu topu 15 yıla sığdırılmak zorunda kalınmıştır. Ayrıca bu devrimde dünyanın diğer devrimlerinde bulunmayan, güçlüklerle dolu ayrıntılar, savaşım alanları vardır. Bu gerçeği yabancı tarihçiler de yazmakta, vurgulamaktadırlar.
Anılan 15 yıl içinde yetkin ekin kurumları kuruldu, her alanda ekin-eğitim insanları, devrim sözcüleri yetiştirildi ki sözkonusu kişiler ve yapıtları dünya ölçüsünde bilim ve eleştiri niteliği taşımaktadır. 600 yıl ezilen, sömürülen, edilgen durumda tutulan halkın çocuklarından yeniliklere açık, dünyayı açıklıkla kavrayan, eğitildikleri alanların uzmanı, eleştirel, usçu, aydınlanmacı, çağdaş öğretmenler, yazarlar, aydınlar (ki Atatürk Devriminin düşün kurucuları arasında öğretmen yazarlar başat önemdedir) yetişebilmiştir.
Genel olarak özetlenen devrim tansık değil de nedir? Ne ki sözümüz fizik ötesi anlamda değildir. Türk Devrimi insanlığın evrensel somut gerçeğidir. Batının yüzyıllarıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin 15 yılını karşılaştırma durumunda nelerin karşılaştırıldığı üzerinde iyi düşünülmelidir.
Anadolu aydınlanmacılığıyla özdeşleşmiş, adanmış, anıt kişiliklerden Sayın Ali Dündar Öğretmenimiz Türk Devriminin bilge düşünürlerindendir. Türk Devriminin, tansıksı başarının somut eylemcilerinden, emekçilerinden, devrimcilerindendir. Yeryüzünde yaşanmış diğer devrimlerde bulunmayan en önemli güçlük ve üstünlüklerimizden biri olan Dil Devrimi alanında yetkin, çalışkan bir yazardır, uzmandır. Onyıllardır yazdığı yapıtlar değerli bir birikim oluşturduğu gibi, okura yeni bakış açıları kazandırır. İlk Öpücük (2. basım, 1994), Ekmek Kokusu (1992), Kemalizmi Doğru Algılamak (3. basım, 2001), Şeriata Karşı Laik Eğitim Özgür Toplum (1995), Dil ve Bilinç (1995), Yapay Osmanlıcadan Yaratıcı Türkçeye (1998- Sunullah Arısoy Dil Ödülü), Kemalizm ve Din (1998), Türkçesi Varken (2001), Dil ve Düşünce (2001), Eğitim ve Dil (2002)…
Ali Dündar’ın düşün yapısını çözümlemek çabasında “Ekmek Kokusu adlı görkemli öykü kitabı dışarıda bırakılarak yapılacak değerlendirmeler kesinlikle eksik kalacaktır. Sayın Dündar “öykümsü” alt başlığını kullanmış ama bu yapıt en hasından öykülerden oluşur; çok nesnel tarihsel durumu belirler.
Usta Yazar Mahmut Makal “Ekmek Kokusu”na yazdığı giriş yazısında şöyle söylüyor:
“Ali DÜNDAR, Pazarören Köy Enstitüsünü 1944'te bitirir ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsüne girer. Yazmayı orada da sürdürür. Köy Enstitüleri Dergisi'ni yöneten öğrenciler arasındadır. Yönetiminde görev aldığı bu dergide, köyüne, çocukluğuna ilişkin güzel yazılan yayımlanır.
Tadı okuyanların damağında kalan bu anlatıları da Ekmek Kokusu'nda okuyacak ve taptaze kalışlarına, güzelliklerine şaşacaksınız; canlılıklarını anlattıkları gerçeklerden aldıklarını duyumsayacaksınız.
Ali DÜNDAR, Köy Enstitülerinde okuyanlar içinde yazın ve düşünce dünyasına açılan ilk öğrencilerdendir, tek öğrencidir, desek yanılmış olmayız. Çünkü, Enstitüye girişinin daha ikinci yılında, yani 1942'de Köye Doğru Dergisi'nde yazılan çıkmaya başlar. 1927 doğumlu olduğuna göre, o tarihte on beş yaşındadır. Köyünün gerçeklerini dile getiren bu yazılar, belli bir düzeyin üstünde, yazınsal değerlere ulaşmış anlatılardır.
Elinizdeki bu yapıtı oluşturan seçkiler, ekmek kokusuyla doymaya çalışan, bir lokma ekmek uğruna hayatım veren insanları yalın ve yapmacıksız anlatan özgün öykülerdir ...”
Gerçekten de “Ekmek Kokusu”ndaki öykülerin yazarının on beş yaşında olduğunu bilmek çok şaşırtıcı. Daha o çağında tertemiz, öykünülesi, deyim yerindeyse gününün ötesinde bir Türkçe var olmuş bu güzelim öykülerde. Türkçenin sevdalısı olacağı daha o yıllardan belli. Yeniden yeniden basımı yapılması gereken bir kitap “Ekmek Kokusu. Bir başka bakışla Mahmut Makal’ın “Bizim Köy”üyle bütünlük oluşturan, birbirini tamamlayan bir gerçekçi yapıt. “Ekmek Kokusu”nda Ali Dündar’ın yaşam öyküsü özeğinde, köylülerin yüz yüze olduğu dile gelmez, görülmek istenmez yoksulluk, çaresizlik, açlık, kıtlık; bu kötülüğün sonuçlarından olan ve zaman zaman belirginleşen katılık, duyarsızlık; okula gitmek için çocuk çağda verilen önemli karar, köyden ayrılış, kaçış…bu çarpıcı, sarsıcı gerçekler büyük bir yazınsal ustalıkla anlatılıyor. Kıtlık başlıklı öyküde şöyle yazar Dündar:
“Çocukluğumuzun en sevinç ve sevgi dolu, şen-şakrak geçmesi gereken günlerinde bizler, yoğun, yoğun olduğunca binbir perişanlık ve yoksunluklarla, yoksulluklarla pençeleşiyorduk. Onun için benim anılarımda ‘hey gidi gençlik, hey gidi çocukluk…ne günlerdi onlar’ diyebileceğim kesitler yok gibidir.
Aslında ben, çocuk olduğumu da, çocukluğumu da anımsamıyorum. Sanki anamdan doğar doğmaz işe koşulmuş; sabanı bırakmış askere yollanmış gibiyim. Çocukluğumu hep bir kıtlık acısı, kıtlıklar sarıcısı gibi anımsıyorum. Yıllar sonra bu öykümü anlatırken bile kendi kendime ‘tanrının bütün kahrı bizim çocukluk çağlarımıza mıydı’ diye geçiriyorum içimden. Kuş uçmaz, kervan geçmez bir köy. Bir yıl karnımızı doyuracak, yüzümüzü güldürecek azıcık ürün kaldıracak olsak, hemen ertesi yıl kıtlık ensemizdedir. Can alıcı öcü gözlerini üstümüze diker, kırıp geçirir bu dağ köyünü baştan sona.
O yılın baharı da kışından beter geldi. Gün çavar çavmaz millet dağlara düştü. Ot-çöp ne bulduysa, etek etek derledi, devşirdi bastı karakazanlara. Bir etek dolusu yabansı ot, yalınavuç bulgur ya da yarma, bir testi su, iki çimdik Palas tuzu…al sana günün çorbası. Hemen çal, hemen salla tahta kaşıkları. Yarım saat sonra gene başlar karın boşluğunda ziller çalmaya. Gene başlar çenenden aşağı karasular akmaya. Açlık, iliklerinde duyurur varlığını. Bir türlü başından atıp ‘oh’ diyemezsin.
Bir bakarsın, şafak söker sökmez, kadın-kız dökülmüş yollara. Şu dağ senin o yazı benim. Nereye? Ot dermeye…” (Ekmek Kokusu-Kıtlık).
Bir diğer öyküde “Germinal”dekinin benzeri bir olay anlatılır; köylüler, açlığın, kıtlığın ortasında el altından yiyecek satan, vurgunculuk yapan bir köylünün yerini basarlar, ne var ne yoksa yağmalarlar.
Bir başkasında özverili öğretmene köylülerin çektirdikleri eziyeti okuruz.
Babanın, annenin ayrıntılarıyla kişilik çözümlemeleri vardır ki doyulmaz güzelliktedir.
Kardeşin ölümü, insanın içini yakan o yitimin anlatımı…
Okula gitmek amacıyla iki arkadaşın köyden acı, kaygı içinde kaçışları. Günlerce yürüyüşleri, yağmur altında kalışları, saman yığını içine sığınışları…
Kişilikler olabildiğince belirgindir, özellikleriyle ete kemiğe büründürülür bu öykülerde. Ali Dündar’ı, köylüleri duygularıyla, kaygılarıyla yazın kişiliği olarak işleyen ilk yazarımız saymak yanlış olmaz.
“Ekmek Kokusu” değeri bilinmemiş, unutulmakla yazık edilmiş bir üstün öykü yapıtı. Yeniden basımı kesin yapılmalı, günümüz okuruna ulaşması sağlanmalıdır.
Ali Dündar Öğretmenin yeni yapıtı “Denenmemiş Denemeler”de de (2015) düşüncelerini topluca görmek, okumak olanaklı.
Türkçenin Bilge Düşünürü Ali Dündar’a saygılarımı, sevgilerimi sunuyorum. Esenlik diliyorum.
Kaynak:
Dündar, Ali, “Ekmek Kokusu”, 1993