Toplumların özellikle dönüşüm dönemleri, birikimli, bilinçli, yetenekli, aynı zamanda kararlı ve yürekli kimi aydınları, yazarları öncüleştirir. Hele de bu yazar kadınsa öncülüğü daha da değerlidir, anlamlıdır. Çünkü çok daha fazla dirençli olması gerekir. Savaşımı daha çetindir.
Suat Derviş böylesi yetenekli, birikimli, savaşımcı usta yazarımızdır. Gözünü budaktan esirgemez denir ya işte öyle bir insan.
Sözkonusu savaşımında toplumcu siyasayı benimser. Birçok güçlüğe katlanır bu uğurda. Oysa baba tarafıyla da anne tarafıyla da varsıl, köklü, deyim yerindeyse “saraylı” bir ailedendir. Seçimini toplumculuktan (sosyalizm) yana yapmamış olsa hiçbir güçlük, çile, eziyet çekmesi gerekmeyecektir. Bu ve diğer yönleriyle, arkadaşı Nâzım Hikmet’e ne çok benzer… Söz gelmişken, Nâzım Hikmet’in bir zamanlar Suat Derviş’e sevdalı olduğu da söylenir. Ayrıca ilk yazısının, ürününün (“Hezeyan” başlıklı şiiri) yayımlanmasına Nâzım Hikmet destek olur, yüreklendirir. Hikmet, “Gölgesi” başlıklı şiirini Suat Derviş için yazar:
Gölgesi
Ağlasa da gizliyor gözlerinin yaşını;
Bir kere eğemedim bu kadının başını.
Kaç kere sürükledi gururumu ölüme
Fırtınalar yaratan benim coşkun gönlüme.
Cevapları öyle heyecansız ki onun,
Kaç kere iman ettim, hiçliğine ruhunun.
Kaç kere hissettim ki, yine bu gece gibi
Güzelliğin önünde, dolup, çarpmalı kalbi
Ne mehtabın aksine yelken açan bir sandal
Ne de ayaklarında kırılan ince bir dal
Onun taştan kalbini sevdaya koşturmuyor.
Bir çiçeğin önünde bir dakika durmuyor…
Dönüyoruz yine biz uzun bir gezintiden
Gönlümün elemini döküyorken ona ben
O bana kendisini gülerek naklediyor.
Ya bu kadın delidir yahut ben çıldırmışım
Ben ki, birçok kereler kırılmışım, kırmışım
Ömrümde duymamıştım böyle derin bir acı
Birden onun yüzüne haykırma ihtiyacı
İçimde alev alev tutuştu yangın gibi
Bir dakika kendimin olamadım sahibi
Hiç olmazsa hıncımı böyle alırım dedim
Yolda mağrur uzanan gölgesini çiğnedim.
Nâzım Hikmet
Onlarca roman yapıtı, öyküler, söyleşiler, çeviriler… Çok üretken bir insan Suat Derviş. Birçok “ilk”in de öznesi. Avrupa’ya giden ilk kadın gazeteci, ilk basın sendikasının beş kurucusundan biri ve ilk başkanı, Devrimci Kadınlar Birliği'nin kurucusu. Kadın hakları, demokrasi, insan hakları, toplumculuk savaşımcısı.
Suat Derviş, İleri, Alemdar, İkdam, Süs, Resimli Ay, Cumhuriyet, Son Posta, Yeni Ay, Tan, Haber, Son Telgraf, Gece Postası gazetelerinde çalışır. 1922’de Ankara hükümetinin temsilcisi olarak İstanbul’a gelen Refet Bele’yle ilk röportajı Alemdar gazetesi için Suat Derviş yapar. Resimli Ay ve Tan gazeteleri onun yaşamında ayrı önemdedir.
Suat Derviş Berlin’de Sternisches Konservatuvarı’nda piyano dersleri alır. Berlin Üniversitesi Felsefe ve Edebiyat Fakültesi'nde okur. Almanya’da faşizmin ayak seslerinin duyulduğu dönemdir; Derviş o koşullarda gazetecilik yapar, dergilerde yazar daha da bilinçlenir. Babasının ölümü üzerine eğitimini tamamlayamadan Türkiye’ye dönmek zorunda kalır.
Suat Derviş, gelen onyıllar içinde başka yazarlara da destek olur. Onların yeteneklerinin belirginleşmesine, yapıtlarının yayımlanmasına yardım eder.
Sovyetler Birliği’ne yaptığı gezinin ardından toplumcu düşünceleri yönünden daha kararlı bir duruma ulaşır. "Niçin Sovyetler Birliğinin Dostuyum?" adlı incelemesi 1944’te yayımlanır. Bu kitabının yayımlanmasının ardından Suat Derviş gazeteci kimliği ile hiçbir yerde iş bulamaz. Gerçek adı olan “Hatice Saadet Baraner” yerine takma adla yazılar yazmaya başlar. Eşiyle birlikte tutuklanır; çok eziyet, baskı görür, sekiz ay hapis yatar.
Suat Derviş’in yapıtları çok etkileyicidir, sıradışıdır. Kara Kitap (1921), Ne Bir Ses Ne Bir Nefes (1923), Hiçbiri (1923), Ahmed Ferdi (1923), Behire'nin Talibleri (1923), Fatma'nın Günahı (1924), Ben mi (1924), Buhran Gecesi (1924), Gönül Gibi (1928), Emine (1931), Hiç (1939)
Çılgın Gibi (1934), Fosforlu Cevriye (1968), Ankara Mahpusu (1968, ilk olarak 1957'de Paris'te Fransızca)…
Suat Derviş, 1951’den sonra, İsveç’te yaşayan ablasının desteğiyle, (baskılar nedeniyle) İsveç’e yerleşir. Yazılarını oradan sürdürür. Eşi Reşat Fuat Baraner’in hapisten çıkmasının ardından 1963 yılında yeniden Türkiye’ye döner. 1960’la başlayan özgürlük ortamının da bu kararda payı olduğu söylenebilir.
Aksaray’dan Bir Perihan adlı romanı 1963’te Gece Postası’nda tefrika edildi. Fosforlu Cevriye, (gençlik direnişinin yayıldığı, etkili olduğu) 1968'de May Yayınları tarafından Ankara Mahpusu ile birlikte yayımlandı.
S. Derviş, kitapları yabancı dillere çevrilen ilk yazarlarımızdandır. Ankara Mahpusu Fransızcaya (ve 18 dile) çevrilmesinin ardından o değin beğenilir ki dönemin uluslararası eleştirmenlerince, dünya klasikleriyle karşılaştırılır; bazı klasik yapıtlarla eş sayılır, aynı düzeyde değerlendirilir.
Gerçekten de Ankara Mahpusu’nda adeta bir Maksim Gorki yazar, anlatır gibidir. Yapay, iğreti, inandırıcılıktan uzak bir tümceye bile rastlanmaz Suat Derviş’in Ankara Mahpusu’nda ve diğer yapıtlarında. Hani bazen denir ya “Türk ekini düşün insanı yetiştiremiyor” diye, işte Suat Derviş’in yapıtlarından seslenen, irdeleyen, yaratan, sorgulayan “düşün insanıdır.”
S. Derviş Fosforlu Cevriye’de yine yazınımızda ilk kez ve çarpıcı üslupta, bir sokak kadınını (bu adlandırmalar da çok garip, biliyorum) anlatır. Cevriye’ye büyük saygıyla, incelikle yaklaşan bir diğer (erkek) roman kişiliği de vardır. Dediğimiz gibi, konu da işleyiş de çok ilginç, çarpıcı, yüreklice.
Suat Derviş’in yapıtları üzerine yeterli çalışma yapılmadı. Kitapevlerinde çok az yapıtına ulaşılabiliyor; çoğu kitabının yeni baskısı yok. Oysa Derviş’in kitapları incelenmeyi, övülmeyi, daha çok okura ulaştırılmayı fazlasıyla hak ediyor.