Güzel ülkemiz Türkiye tarihte de sorunlar doluydu ama son yirmi yıldır başımıza gelen yıkımlar dillendirilir gibi değil. Başkent Ankara içinde olmak üzere, büyük kentlerimizin meydanlarında defalarca patlayan bombalar, trenleri hızlandırma gösterisi uğruna, yetmedi özelleştirme yüzünden yine defalarca yaşanan kıyımlar; tüm dünyada insanlara para ödemek yöntemiyle üstesinden gelinmeye çalışılan salgın koşullarında yurttaştan para istemeler, intihar eden işsizler, müzisyenler… Bunların etkileri dinmemişken, güneydoğumuzda on ili, 13 milyon insanı kapsayan yersarsıntısı yıkımı, aslında tüm nüfusumuzu mahvetti; acılar içinde bıraktı.
Yazınımızda Tevfik Fikret, Nâzım Hikmet, Âşık Veysel, Yaşar Kemal, Rıfat Ilgaz, Mustafa Seyit Sutüven, Ahmet Hamdi Tanpınar, Aziz Nesin, Oktay Rifat, Bilge Karasu, Yiğit Bener, Kadir Yüksel, Çiğdem Sezer… depremi işleyen adlardan bazıları. Güngör Gençay deprem şiirleri derlemesinin adını “Zalim Titreme” (2005) koymuş. Doğrudan konu eden ilk kitap 1720 yılında, Ahmed b. Recep el Konstantini tarafından yazılan Risâle-i Zelzele’dir (Lemi Akın, “İlk Müstakil Deprem Kitabı: Risâle-i Zelzele”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü). Klasiklerden ise Voltaire’i (Candide) anmadan olmaz...
Çoğaltılabilecek bu yazınsal örnekler bir yere kadar anlamlıdır. Yer sarsıntısının acılarını işlemeleri doğal olsa da o acıyı hiçbir çabanın dillendirme olanağı yoktur. Deyim yerindeyse Kahramanmaraş’tan, Hatay’dan, Adıyaman’dan… sonra şiir yazılamaz!..
O günü unutmam olanaksız. Hemen Orhan Tüleylioğlu, Sinan Seyfittinoğlu, Ali Ozanemre, Hüseyin Ferhad, Hasan Çerçioğlu, Celal Binzet… dostlarıma ulaşmaya çalışıyorum. İlk gün hiç yanıtlayabilen yok. Akşam oldu, gece ayaz. Kendimi tutamıyorum… Bereket, izleyen günlerde onların aileleriyle birlikte sağ olduklarını ama yakınlarını yitirdiklerini öğreniyorum. Günlerce hükümetin eli uzanmıyor bölgeye. Bu yazının yazıldığı 18 Şubat 2023’te bile durum pek ayrı değil ne yazık. Resmi kayıtlara göre yaklaşık 40.000 ölü. Oysa belgeler ortaya çıkıyor; bunun olacağı biliniyormuş (Murat Ağırel, “Göz Göre Göre Öldük”, Cumhuriyet, 18 Şubat 2023). Buna mı yanasınız, Diyanet’in “Evlatlık çocukla nikâh olur” fetvasına mı, bağışların Diyanet Vakfına da yapılması çağrısına mı, çok cengiz ve milleti “çok seven” bir işadamına bağış gecesi verilen 3 milyar lira teşvik olayına mı, bir yıl önce Hatay’ın risk kapsamından, saraylının imzası, buyruğuyla çıkarıldığına mı yanasın?.. Bilen kişiler, “münevver”ler ayırdında mı bilinmez; geçen yirmi yıl içinde halkın dokusu oynana oynana değiştirildi. Halkın epey bir kesiminin beyni öyle iğdiş edildi ki aldırmazlık, tepkisizlik, olaylar arasında ilişki kuramamak, sözde öte dünyacılık, kadercilik sıradanlaştı.
Çocukluğum, doğum yerim Erzincan’da geçti. 1939 büyük depreminde İsviçre’nin kurduğu prefabrik tek katlı, bahçeli evde doğdum, yaşadım. Ne denli korksak da deprem günlük olaydı. Her defasında anacığım kardeşimi ve beni kollarının arasına sıkıştırdığı gibi bizi bahçeye kaçırırdı. Bir de yel mi ne kopar, güzelim ağaçlar toz toprak arasında eğilir, bükülür dururdu. Dinene dek beklerdik. Hiç yıkım olmazdı. Şimdi öğreniyorum ki o evler çıkar uğruna yıkılmış. Ve 1992 Erzincan depremi… Taş üstünde taş kalmadığının tanığıyım. Gözyaşlarıyla dolaştım. Başımıza gelen tüm yıkımların nedeni çıkarcılıktır. Bundan emin olun. Köyümün yönü, Kemah yönü zemini sağlamdır, kayalıktır. Bu gerçeğe karşın 1992’den sonra Erzincan yeniden eski zemine kuruldu. Nedenini anlamak güç değil. Başlarda uyulan kat çıkma sınırları, izleyen yıllarda delindi; biliriz. Nasıl olsa elli-yüz yıl sonra ölecekler daha doğmamış. Düşünmeye, kaygısını duymaya ne gerek?..
Yirmi yıldır biraz olsun insanlar düşünülseydi, yapılar güçlendirilir, bugün de insanlar içlerinden sağ çıkarlardı. Ne yazık ki bir kitle sözkonusu ilişkiyi kurmaktan bile aciz. Evlatlarının, kendilerinin gömütü olan evlere “imar aflarıyla” bile bile belge alanlar onlar değil miydi?
GÜNAY GÜNER
19 Şubat 2023, Ankara