İnsanlık tarihi her şeye karşın “ilerleme” tarihidir. Ve ilerleme hiç de kolay olmamıştır. Eşitlik, özgürlük, barış, kardeşlik, sömürüye karşı direniş insanın insan olmasını sağladı. Bugün biraz olsun soluk alabiliyorsak, bu büyük savaşımın sonucudur. Ta Troyalı Spartaküs’ten bu yana böyledir.
Çekilen acılar Türkiye gibi, batı uygarlığından üç yüz yıl gerideki toplumlarda çok daha ağırdır. Şeyh Bedrettin, Pir Sultan Abdal, Dadaloğlu, Mustafa Kemal Atatürk, Nâzım Hikmet gibi savaşım önderleri düşünüldüğünde, sözkonusu olan başkaldırı tarihidir.
Bağımsızlık Savaşının ve temelde aydınlanma-kültür devrimi olan Türk Devriminin başarılmasıyla yaşanan ilk on altı yıllık tansıksı gelişmenin ardından, devrimden çıkarları sarsılan, büyük zarara uğrayan sınıflar ve kesimler, yayılmacı (emperyalist) devletler, devrime karşı güçbirliği kurdular. 1950-1960 dönemi sözkonusu karşı atağın simge dönemidir. 1960 Müdahalesi getirdiği Anayasayla çok değerli bir soluklanma dönemeciyse de uzun süremedi. 1970’li yıllar 1960 Anayasasının kazanımlarının olumlu etkilerinin, bilinçlenmenin yaşandığı dönem olmasının yanı sıra 1960 Devrimiyle, yine Türk Devrimiyle hesaplaşma, yayılmacılık özeğinde ise misilleme, iç savaş yıllarıdır.
Türkiye’nin aydınlanma, sosyalizm savaşımında iki kardeş vardır ki Marksçı klasiklerin Türkçeye çevrilerek, kültürümüzün varsıllaştırılmasına; Türk yazınının, şiirinin yepyeni boyutlar edinmesine kendilerini adamışlardır: Muzaffer Erdost ile İlhan Erdost.
İki kardeş, Erdostlar, bilim demek olan Marksçı Leninci klasikleri özenle, binbir araştırma çabasıyla yayımlarlarken yılları davalarla, duruşmalarla, hapisliklerle geçer. (Kapak düzenlerinden bile hemen tanınan Sol Yayınları ve Onur Yayınları’nın yayımladığı yapıtlar Türkiye’nin dört yanına ışık saçar, saçıyor.)
Yalnızca kendileri değil, doğallıkla aile de adanmış, çileli bir yaşam sürer.
En kötüsü ise 12 Eylül 1980 faşist darbesiyle gelir; Türk solunun acı sayfalarından birini oluşturur. Tarih 7 Kasım 1980’dir. Muzaffer Erdost ile İlhan Erdost Mamak Askeri Cezaevine götürülür. İşkence edilir. Bindirildikleri aracın içinde öldürmek amacıyla dövülürler. İlhan Erdost, ağabeyinin gözleri önünde öldürülür.
Muzaffer Erdost’un, adına İlhan’ı ekleyeceği ömrünün bundan sonraki yılları yalnızca acı değildir; özünü Türkiye gerçeklerinin bilimine adayıştır. Her anı İlhanının acısıyla geçerken, onlarca kitap yazar. Tümü belgeli, kanıtlı, yayılmacılık karşıtı çözümlemelerle doludur bu kitaplar. Nesnel gerçeklikten hiçbir zaman ayrılmaz. Yayılmacılığın Türkiye’ye, Cumhuriyete kurduğu tuzakları, planlarını, projeleri bir bir açıklar.
İkinci Yeni Şiir Akımının Adını Koyan Ozandır
Muzaffer Erdost gücünü günümüzde de sürdüren İkinci Yeni şiir akımının adını koyan ozan olduğu gibi ömrünce sözcüsü de olmuştur.
Yıl 1956. “Akis”in edebiyat sayfalarında bir imzasız bölüm yayımlanır. Bu sayfaların “Şiirimizin Kaderi” başlıklı bölümünde, şiirimizin, insanı ümitsizliğe düşürecek kadar geriye gidiş içinde olduğu, geçmişi gıpta ile arattıracak bir boşluk bulunduğu, tartışmalara karşın şöyle dört başı mamur bir şiir görülmediği, Orhan Veli, Cahit Külebi, Oktay Rifat, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Bedri Rahmi Eyuboğlu, Cahit Sıtkı Tarancı, Attilâ İlhan, Yahya Kemal Beyatlı gibi şairlerin şiirleri gibi bellekte kalan, yinelenen, bellekten okunan şiirlerin yazılmadığı yargılarına yer verilir.
Bu yazı üzerine Muzaffer Erdost bir yazı yazar. Yayın, “Son Havadis”tir. Tarih 19 Ağustos 1956. Son Havadis’in Yönetmeni İlhami Soysal yazıyı ivedi istemektedir; zaman dardır. Erdost, Akis’teki imzasız yazıdaki anlayışı eleştirdiği yazısına son anda “İkinci Yeni” başlığını atar. Yazıda “İkinci Yeni”nin geçmediği hemen görülür.
Ne ki Muzaffer Erdost, çok değil birkaç ay sonra, “Pazar Postası”nda, 23 Aralık 1956’da yayımladığı “Bir Şey Söylemeyen Şiir” başlıklı yazısında artık bir kavram, akım adı boyutunda “İkinci Yeni”yi kullanır.
Ayrıca vurgulamalı ki arı, öz Türkçeye, Dil Devrimine gönülden bağlıydı Erdost. Bu gerçeği hemen her satırında görmek olanaklıdır.
Muzaffer İlhan Erdost usta bir ressamdır aynı zamanda. Renkleriyle yarattığı bileşim insanı sarsar, Şiiri gibi resmi de ağıttır, çığlıktır.
Muzaffer İlhan Erdost 25 Şubat 2020 günü yaşamını yitirdi. Can pahasına bilime, düşünbilime adanan bir yaşam noktalandı; Türk ve dünya yazını, ekini bir büyük kişiliği yitirdi… Işıklarda uyusun.
İki kardeşin savaşımı öylesine değerli, öylesine zor, öylesine derin. Tarihe, insanlığın emek, erdem, onur, bağımsızlık tarihine kazındılar.
Muzaffer İlhan Erdost’un “Biz İkimiz İki Kardeş” başlıklı şiiri nasıl da etkileyicidir:
BİZ İKİMİZ İKİ KARDEŞ
(Bir Fotoğraf Altı İçin)
Ve biz geleceğiz bir gün, biz ikimiz
İki kardeş
Duracağız
Fotoğrafımızda durduğumuz gibi
Benim ellerimde kelepçe
Yüzümde yapay bir gülüş
(Kelepçeyi yadırgamanın gülüşü belki
İlk kez olduğu için
Sonra alıştım
Ve unuttum sonra kelepçeyi bileklerimde)
Senin yüzün
İçerde olmanın ve umudun arasında
Ve ilk yıllarında delikanlılığın
Gülüşü
Senin elinde sigara
O hiç sönmemiş gibi duran/
hemen her fotoğrafında
Ankara Adliyesinde/İkinci Ağır Ceza Mahkemesinin kapısında
Ve biz
Gene duracağız bir gün
(Böyle istiyorum öldüğüm zaman
Eğer bir cesedim olursa taşınacak)
Tabutumun önünde
Biz ikimiz
İki kardeş
Yanyana ve omuzomuza
Fotoğraflarımızın ardında ben
Sen önde
Yüzümüzden eksilmemiş olan gülüşümüzle
Ve bir gün geleceğiz biz, biz ikimiz
Kuytularında yurdumuzun
Gecelerinde
Yeni düşmüş yıldızlar gibi
Kentin kucağına ya da kıyılarına
Emeğin faizden ucuz olduğu canpazarına
Ya da vardiyasından dönen işçinin
Kuytu sokağına
Geleceğiz bir gün biz ikimiz
Ve biz geleceğiz bir gün, biz ikimiz
İki kardeş
Yanyana ve omuzomuza
Bileklerimizde
Kitaba ve düşünceye vurulu zincir
-le
Taşıdığımız
Kitabı, özgürlüğü ve umudu
Göklerinde
Alanlarında gibi yurdumuzun
Ilık nisan güneşini
İçerken yapraklar
Eriyen karın altından topraktan
İnce dal uçlarından ağaçların
Yürüyen kalabalığın içinden
GÜNAY GÜNER