Başka ülkelerde de bizdeki kadar var mı bilmem ama Türkiye ekininde bilimdışılığı baş tacı eden bir kesim var. Bu yazar, aydın geçinenlerin başlıca işi siz henüz bir yanlışlarını, ipe sapa gelmez savlarını düzeltmek çabasındayken dolaşıma yenisini sürmek; iktidar aracına dönüştürdükleri dergilerde hemen hiçbir tümcesi anlaşılamayan yazılar yazmak, meleklerin cinsiyetini tartışmak... Bir merkez gibi çalışıyorlar. “Verimleri” her yanı kaplıyor gibi görünse de etkileri gitgide azalıyor.
Bunun yeni örneği, “Türkçe Şiir Antolojisi” gülünçlüğü. Yeni bir olay değil. Yakın geçmişte “Türkiyeli Yazar Sait Faik” diye duyurulara, afişlere tanık olduk. Sözkonusu olay da aynı yaklaşımın süreğidir. Yapılmak istenen ama başarılamayan şudur: Türk ekininin, Türk Devriminin, Dil Devriminin, ulusal yapının görkemli aydınlanma birikimini aşındırmak. Bilimsel yolla yapılamayacağından, savladıkları görüşler nesnellikten, tutarlılıktan yoksundur, gericidir.
Bu “nesnel” sonuca nasıl mı varıyoruz? Açıklayalım: “Türk”, dünya tarihi içinde gelişmiş bir ulusun, “Türkçe” ise o ulusun dilinin adıdır. Şu sonuca varmak kaçınılmazdır: Türk ile Türkçe birbirinden ayrılamaz; ayrılması olanaksızdır. Ulus olmanın tanımı, doğası gereği gerçek böyledir.
Türkçe yeryüzünde yüzmilyonlarca insanın “anadili”, yine başka budunsal kökten gelen milyonlarcasının eşzamanlı ikinci “anadili” olduğu gibi; aynı zamanda güçlü bir “anadil”dir. Diğer deyişle kolları olan bir dildir. Dünyanın saygın kimi dilbilimcilerince üzerine hayranlık dillendiren yazılar yazılan bir gelişmiş dildir Türkçe.
Bu güçlü dilin gelişim sürecinde koşullar engelsiz miydi? Tam tersi, Osmanlının yaklaşık 600 yılında (kalanı kuruluşa düştüm) Türkçe, “akılsız Türkün dili” sayıldı, aşağılandı, dışlandı, yazılı alana sokulmadı. Önüne kırmızı halılar serilmedi. (Bu sözüm özellikle, budunsal dillerin Türkçe tarafından engellendiğini, Türkçenin yayılmacı olduğunu savlayanlaradır).
Dilimiz 600 yıllık saldırıya karşın halkın sözlü ekininin gücüyle sapasağlam ayakta kaldı. Dil Devrimine kaynaklık eden ve aydınıyla yeniden buluşan, anıt yapıtlar Derleme Sözlüğü’yle, Tarama Sözlüğü’yle varsıl birikim somutlaştı. Şiir başta olmak üzere yazınımızda kısa zaman içinde kalıcı akımlar doğdu ve gelişti. Türkçe matematiksel yapısının ve emek veren aydınlarının çabaları sonucunda çağdaş atılımların konusu oldu; hemen her alanda yetkinleşti, anlamları, terimleri karşılar duruma geldi. Türkçe cumhuriyet döneminde de devrim karşıtlarının, Osmanlı özlemcilerinin, Arapça-Farsça hayranlarının planlı saldırılarına karşın bir bilim, ekin, felsefe dilidir.
Anılan niteliğin neresinde, Türk ulusunu oluşturan diğer budunsal köklerden gelenlerin ekinine, diline düşmanlık var? Ortak dil adı üstünde tümümüzün ortak, yetkin, temsil gücü bulunan dilidir. Ortak dilimiz Türkçeyi ve onun ulusu Türklüğü karşıt ya da düşman saymak sayrılıklı bir tin durumunun yansımasından başka bir şey değildir.
Başta belirttiğimiz kesim birçok yöntem deniyor. “Türk Şiiri” demek yerine “Türkçe şiir” demek yöntemlerden yalnızca biridir. Türkçeyi çok sevdiklerinden değil bu yeğleme çabaları. “Türk”ü Türkçeyle vurmak! Hadi abartılı gelecekse yumuşatalım: aşındırmak! Aşındırılmak istenen nedir? Ulusal yapıdır.
Yugoslavya’ya, Irak’a, Suriye’ye…benzersek belli ki çok sevinecekler.
Hiçbir eksiklerini eleştirmedikleri, çoğu zaman da “projeli”, “fon”lu, “akçalı” birlikteliklerini esirgemedikleri batı ülkelerine dönüp bakmazlar mı; hangisinde “Almanca şiir”, “İngilizce şiir”, “Fransızca şiir”…antolojisi diye yazılıp söyleniyor? Bu toplumların hangisi tek soydan oluşuyor? Birçok alanda en azından bize göre usçu, disiplinli düzenler kurup, yaşatan bu ulusların uygulamaları, siyasaları rastlantıyla açıklanabilir mi? Açıklanamayacağını görmek için dahi olmaya gerek yok. Başat gerçeklere boşuna yanıt bekliyoruz. Sürekli “üç maymun” oynanıyor. Bu tutarsızlık üretim merkezleri sözcülerinin iyi niyetle, nesnellikle, bilimle işleri, ilişkileri bulunmuyor. Dert de amaç da başka… Hiçbiri “düşünür” pozları takınmasın, düşünceyle en ufak ilgileri yok.
Ahmed Arif, Yaşar Kemal gibi ustaların da belirttikleri gibi Türkçe yazan yazarlar Türk yazınının yazarlarıdır.
Türkiye’nin gerici yönetiminin Arapçayı neredeyse zorunlu ders yaptığı; TÜSAK ve benzeri tasarılarla, yıllardır çürütülen Atatürk Kültür Merkezi’ni yıkmaktan, (gericiliğin simgesi) topçu kışlasını yapmaktan, İstanbul’da tapınak eksikliği çekiliyormuş gibi Taksim’e cami yapmaktan söz edildiği; ilkel, yasadışı uygulamalarla sanatı yok etme girişimlerinin artarak sürdüğü koşullarda, ulusal yapıya (Türk Şiiri değil) “Türkçe şiir” yeğlemesi yoluyla saldırmak ne anlama gelir? Gericiyle, gericilikle birlik olmak değilse nedir? Bir de aynı kişileri zaman zaman Sivas Kıyımcılarını kınarken, Gezi Direnişçilerini desteklerken görmez miyiz, ört ki ölem! İnsan diyecek söz bulamıyor.
Aydınlık gazetesinde, gazetenin yeni Kültür Sanat Sorumlusu Ozan Seyyit Nezir’in Sayın Özdemir İnce’yle yaklaşık bir hafta süren söyleşisinde İnce’nin yanıtları çok çarpıcı, açıksözlü ve öğreticidir; kesinlikle okunmalıdır. Özdemir İnce her zamanki yürekli tavrıyla, özetle, doğrusunun “Türk şiiri” olmasına karşın, “Türkçe şiir” yazımının yeğlenmesinin tümüyle yanlış olduğu gibi, ideolojik amaçlı olduğunu (ki antolojinin yeni basımlarından şiirini çekeceğini de belirtiyor); cumhuriyetin, Türk Devriminin ulusal değerleriyle çatışmanın yansıması anlamı taşıdığını ayrıntılarıyla ve bilimsel dayanaklarıyla açıklıyor.
Geçenlerde, aynı aymaz öbekten bir diğeri de ekin konusunu da aşmış biçimde, (yaklaşık), “Serbest bırakılan ‘Ergenekoncular’ şu anda darbe hazırlıyorlar” buyurmuşlar! Astronomik olmasa da astrolojik, bilicilik yanları da var bu “muhit”in.
Yeryüzünün en önemli devriminin ulusuna bu kini anlamak gerçekten olanaksız. Onulmaz bir sayrılık bu; dileriz tez zamanda sağalırlar.