Müzik alanları sınıflandırılırken genelde, geleneksel, klasik ve popüler başlıkları altında ayrılıyor. Sözkonusu alanlar toplumlarda, yine taşıdıkları özelliklerden kaynaklanan etkiler oluşturuyorlar.
Türk Devrimiyle birlikte hemen her alanda olduğu gibi müzikte de bilimsel, çağdaş kurumların kurulmasıyla dünyanın müzikte ulaştığı düzey tanınmaya, Türk müziğine yansıtılmaya başlandı. Örneğin Adnan Saygun 1930’dan başlayarak çoğu halk ekinine yaslanan güzel besteler yaptı. Özsoy operası, Yunus Emre oratoryosu, Köroğlu operası, Gılgameş operası, Ağıtlar, 10 Halk Türküsü, Üç Türkü, Halay bu yapıtların en bilinenleridir. Türk Beşleri halk ekinini kaynak olarak benimsemişlerdir.
Bu gelişme doğallıkla Türk geleneksel müziğine bakışı da etkiledi. Türküleri alışıldık biçimlerinden ayrı, çağdaş bilginin, bilimsel ses kullanımlarının ışığında yeniden yorumlama anlayışının önemsenmesini sağladı.
Özelde Dil Devriminin, (ulusu, Osmanlı tarafından yaklaşık 600 yıl uzak bırakılan Türkçesiyle, türküsüyle, ekiniyle yeniden buluşturan özüyle de ilişkili olan) kazanımlarının da etkisiyle, Ruhi Su, türkülerimizi, müziğin ulaştığı çağdaş tekniklerle ustaca birleştirdi. Genellikle batı senfonik müziğinin ses yapısını, teknik özelliklerini türkülerimizle, halk ezgilerimizle buluşturmaya dayanan sözkonusu gelişmenin içinde, kendine has tarzıyla son derece yetkin bir örnek yarattı. Sanatta en başat amaçlardan sayılan “benzersiz” olmayı başardı.
Türk geleneksel müziği binlerce yılın deneyini, birikimini günümüze taşır. Nâzım Hikmet, Bedri Rahmi Eyuboğlu, Cahit Külebi gibi usta ozanlarımızın övgülerle belirledikleri türkülerin, halk ekini yaratılarının güzelliği görkemlidir. Anılan birikim, yaratanı bilinmeyen birçok ortak türkünün yanı sıra halk şiirinin seçkin sözcüleri Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal, Yunus Emre, Abdal Musa, Âşık Kerem, Âşık Garip, Köroğlu, Gevheri, Kul Himmet, Nesimi, Şah Hatayi, Sümmani, Erzurumlu Emrah, Kaygusuz Abdal, Dadaloğlu gibi büyük ozanların yapıtları günümüzde de yaşıyor. Geleneği Âşık Veysel, Âşık Ali İzzet, Mahzuni Şerif, Kul Ahmet, Feyzullah Çınar gibi güçlü ozanlar yeni katkılarla sürdürdüler, varsıllaştırdılar.
Ruhi Su, alan bilgisinden beslenmekle birlikte tümüyle senfonik müzik tekniğine dayanmayan, halk müziğinin geleneksel tarzının da dışında bir türkü yorumunu yarattı. Yetkin Yazar, Müzikbilimci Ahmet Say “Ağaçlar Çiçekteydi” adlı kitabında topladığı anılarında Ruhi Su’nun müzik anlayışını şöyle açıklar:
“Ruhi Su’nun türkü söyleme stili, geleneksel kavrayışa bağlı değildi. … Bence Ruhi Su, türkülerimizi ‘opera şarkısı’ gibi söylemiyor, kökeninde halk müziği olan Alman sanatsal şarkıları ‘Lied’lerin yorumcusu gibi söylüyordu. Bu konuyu bir fırsatta kendisine açtım. ‘Lied yorumcusu’ benzetmesi hoşuna gitmiş, bana şöyle bir açıklama yapmıştı:
Kendisinin yüzyıllardan beri sürdürülen halk müziği geleneğinin sanatçısı konumunda bulunmadığını, istese de bunu yapamayacağını, çünkü geleneğin içinden gelen bir sanatçı olmadığını belirterek türkülerimizde çağımıza kol atan bir sıçrama gerçekleştirmenin artık zamanı olduğunu anlattı.
Özetle geleneksel gereçlerden yararlanarak çağımızda geçerli olabilecek bir halk müziği stilini yerleştirmek istiyordu. Besbelli ki bu amaç, Avrupa müzik kültürünün gelişim çizgisi üzerinden biçimlenmişti.” (Say, 2011: 139, 140)
Ruhi Su’nun tavrı Cumhuriyet’in çıtayı sürekli yükseltmeyi, halkına daha iyiyi gelişmiş olanı uygun görmeyi, işini doğru yapmayı ilke edinen aydın tavrıdır. Bir eli halkında, onun köklerinde, bir eli gelecekte ve dünyada olan sorumlu aydın. Bir mavi yolculuğun, güzel yarınların yoldaşıdır onlar. Sabahattin Eyuboğlu, Bedri Rahmi Eyuboğlu, Azra Erhat, Orhan Burian, Vedat Günyol, Âşık Veysel, Ruhi Su birlikte düşünülmekle daha iyi anlaşılabilen aydınlar.
Köy Enstitülerinde Anadolu gençlerine ders verirler, onları özgüvenle, donanımla yetiştirirler. Sabahattin Eyuboğlu gibi kimileri batı üniversitelerindeki akademik sanlarını bırakır gelirler, Türk halkına hizmet ederler, aydınlatırlar. Kişilikli, özünü kul, esir etmeyecek, özgürlükten yoksunluğu kabul etmeyecek insanlardan oluşan bir ulus yaratmayı amaçlarlar. İşte ulusun eşitlik, özgürlük, kardeşlik özleminin türküleşen gür sesi Ruhi Su’dur.
Ruhi Su “Türkü söylemek benim için bir aşk halidir. En büyük aşklarımı türkü söylerken yaşadım. Ne onlar beni aldattı, ne de ben onları. Türkü söyledikçe yeşeriyor, çiçekleniyorum. Ben yalnız türkü söylemiyorum ki. Bu söylediğim türkülerle aynı zamanda, çağdaş Türk Toplumunun lied’lerini söylüyorum. Ben türkü söylerken sazım ne benimle yarışır, ne de türkülerle. Bize yalnızca eşlik eder. Bizi tamamlar. Halkımızın büyük ustalarında da saz böyle saygılı bir uyum içindedir.” der. (Su, 1987:74). Sanat anlayışının önemli ayrıntılarını içeren bu sözlerde günümüz müzik insanlarının alması gereken çok ders var.
Türkü söylemenin, bağlamayla bir olmanın nasıl bir sevda işi, arınma işi olduğunu bilenler bilir. İnsan arınır, pak olur. Neredeyse doğduğu anın saflığına geri döner. Ruhi Su, böylesi bir gönül adamıdır.
Dillendirdiği coşumcu bakışın yanı sıra çok daha gerekli, o güne kadar yapılmamış bir işi gerçekleştirmiştir. Değinildiği gibi, müzik eğitimiyle edindiği batılı tekniklerle, türkülerin doğal ve içten yapısını buluşturmuştur. Halk şarkılarının söylenişine usçu bakışı katmış, aradığı o “gelişmiş ‘başka çiçeği’” bulmuştur. Halk müziği alanında bunu ilk gerçekleştiren Ruhi Su’dur. (Su, 1987:107).
Ruhi Su Usta bu dengeye, bu uyuma çok önem verir. Ona göre, “Bir türkünün, ne söylediğine bakmak o türkünün nasıl söyleneceğini çözümleyebilir.” Yorum doğru olmazsa ne söylediğine bakmak da yetmeyebilir. Müziğin bilgisini, çağdaş bilimsel tekniklerini öğrenip de halk gibi söylemek peşinde olmak anlamsızdır, yanlıştır. Halkımızın türküleri yakıyor, yaratıyor olması, yaratanlarca doğru okunacakları anlamına gelmez. Bu çok önemli bir ayrıntıdır. Halka doğru söyleyişi sunacak bilinçli müzik insanlarına gereksinim vardır.
Savlanan seçkinci bir bakışın ürünü değildir. Tersine, yaptığı işe ve halka saygının sonucudur. Ancak batılı tekniklerle türküleri dümdüz söylemek de bir diğer yanlışlıktır. Bir türküyü tam bir batı müziği ses özellikleri ve biçimleriyle söylemek doğru değildir. Bu durum bir aryayı doğu tarzıyla söylemek gibi gülünçtür. Dolayısıyla “…Garbın şan tekniğini de şarkılarımızın karakterini belirttiği nisbette sesimizde kullanalım. Bu karakteri bozmasına müsaade etmeyelim.” (Su, 1987: 46). Bu sözleri de Ruhi Su’nun “opera şarkısı” okurcasına söylemeye karşı oluşunu, yeni bir bileşime gidişini anlaşılır kılıyor.
Sanıldığının tersine, halk yaratıları değişmez, donuk, kapalı yapıtlar değillerdir. Olsa olsa kalıp anlamlardan söz edilebilir. Bu engel ise günümüz yazın alanlarında da görülebilir. Salt halk ekinine özgü değildir. Vladimir Propp halk masallarının her anlatışta yeni üsluplar edinebileceğini; eklemelerle, çıkarmalarla yeni biçimler kazanabileceğini, bir romanda, bir öyküde bu özelliğin olamayacağını belirtir. Kısmen halk türküleri için de benzer yaklaşım geliştirilebilir. Farklı bir yönden, yorumlama açısından Ruhi Su’nun da aynı kanıda olduğu söylenebilir:
“Halk türküleri donmuş bir müzik olmadığından, her söyleyen insanla değişen, daima bozulup yeniden kurulan bir sanat olduğundan, onu içeriğine göre yorumlayıp, icra etmek, hem en doğru yol olur, hem de en doğru yol olduğundan halkın lehine olur. Çünkü halk bütün bu dediklerimi elde etmek için yapıyor bunları. Ayrıca halkını seven insan, halkın yetişmesi diye de bir şeyin var olduğunu bilir.”(Su, 1987:55). Belirtilen yaklaşım aynı zamanda Türk Devriminin aydınlanmacı ekinsel yanının da yaklaşımıdır.
Halk düşmanlarının saldırısı sonucunda genç yaşta yitirdiğimiz bir güzel insanın, Doç. Dr. Bedrettin Cömert’in kaleminde ise Ruhi Su’nun usçu yaklaşımının ayrı bir yanı belirtilir:
“Ruhi Su’da duyarlık duygusallığa düşmüyor. En yanık, en dokunaklı, duygusallığa en elverişli öğeler nerdeyse müziksel heceleri sayılabilir bir vurgu denetimiyle, şaşmaz bir şiir ölçüsüne yüceliyor. Tanıdığımız türküler, alışılmış kılıfını bırakıyor; yeni bir yorum evresinde, özgün bir şiir düzleminde ve bilinçli bir bilgi eşliğinde, Ruhi Su oluyor.” (Cömert, 1997:232)
Ruhi Su, usçu çabasıyla türkülerimizi öyle güzellemiş, öyle yüce bir bileşime ulaştırmıştır ki yanlış alışkanlıkların kıskacındaki kısa, kopuk biçimlerinden kurtarmış; türküler arasındaki boşlukları kaldırarak, uzun soluklu, adeta senfonik bir bütünlük yaratmıştır. Ardından gelen müzikçileri etkilemiştir.
Bu etkiyle ilişkili olmasa da zaman zaman, bilerek ya da bilmeyerek Ruhi Su’ya öykünme girişimlerine tanık olunmuştur. Oysa öğreticiliğine yorumunun doğruluğuna hiçbir müzikçinin ilgisiz kalamayacağı Ruhi Su, tarzı “benzersiz” ve “başarılı” olduğundan dolayı taklit edilemez; ama hiç kuşkusuz “örnek alınır.” Bu gerçeğin açıkça anlaşılması gerekir. Ruhi Su büyük türküsünü bir kez söylemiştir. Kalıcılaşmıştır. Yeni kuşaklara düşen Su’nun yarattığı bilginin üzerine yeni işler yapmaktır.
Ruhi Su, tam da açıklanan başarısı ve üstün kişiliği nedeniyle, ne yazık ki aydınlanma karşıtı kırımın hedefi olmuş sanatçılarımızdandır. Ekmeğinden edilmiş, sürgünlere gönderilmiş, yıllarca hapis yatırılmış, anlatılmaz işkencelerden geçirilmiş… Ama hiçbir eziyetin kıramadığı dimdik, onur, gurur, ağırbaşlılık, incelik simgesi bir “ezgili yürek” olmuş, engin birikimiyle halkına yol göstermiştir.
Ruhi Su’nun da aralarında olduğu kuşak, Mehmet Kemal’in deyişiyle “acılı kuşak”tı. Sözü, sözcüğü, doğru insan olmanın ölçütü sayan; bir sözcük için yıllarca hapis yatabilen, çile çekebilen bir kuşak… 12 Martın, ardından da 12 Eylül darbecilerinin, aydınları sindirme amaçlı, dizgeli, planlı uygulamalarının yöneldiği sanatçılardan biri de Ruhi Su’ydu. Ağır hastayken, tedavi için yurtdışına çıkışına, 12 Eylül generallerince izin verilmemesi, çıkışının geciktirilmesi nedeniyle, büyük öğretmenimizi, gür sesimizi 20 Eylül 1985 tarihinde, bundan 29 yıl önce yitirdik. Ruhi Su, Türk müzik ekinini ulaştırdığı üstün düzeyle, her zaman öğretmenimiz olacak. Coşkun bir ırmak gibi geleceğe akacak.
Kaynaklar:
Cömert, Bedrettin. “Ruhi Su Müziğinin Yapısal Özelliği”, Eleştiriye Beş Kala içinde, Prospero Y, 1997
Say, Ahmet, Ağaçlar Çiçekteydi, Evrensel Yay, 2011
Su, Ruhi. Ezgili Yürek, Adam Yay, 1987