Sanatçı olmak arada derede, genelgeçer, deyim yerindeyse idareyi maslahatçı yaklaşımları kaldırmaz. O yakıcı anlar geldiğinde kısa sürede en yürekli kararları alan, en keskin gözlemlerde bulunan, ikileme düşmeden yapıtlara yansıtan kişilerdir usta sanatçılar. Usta Yazar Sedat Erden böylesi bir kişidir. Çok ilginç bir yaşam, yürekli seçimler, yaşamın içinden akan bir yoğun duyarlık, güzelduyusal incelik…
1945 yılında Eskişehir'de doğan Erden’in çocukluğu İskenderun, Mersin ve Ankara'da geçer. Askeri Hava Lisesi'nden sonra Hava Harp Okulu'nu bitirip Levazım Teğmeni olarak Hava Kuvvetleri'nde göreve başladığı dönem aynı zamanda öykü yazmaya da başladığı dönemdir. Öyküleri Yordam, Yelken ve imge Öyküler dergilerinde yayımlanır. 1969 yılında askerlikten ayrılır. Mersin’de aydınlanmacı yayınlar satan bir kitabevi açar. Mersin Devrimci Gençlik Derneğini kurar ve bir süre başkanlığını yapar. Ani bir kararla Avustralya'ya gider. Göçmenlik yılları… “Sürgün” adlı görkemli romanındaki sahneler bu Avusturalya ve dönüşteki deniz günlerinin havasıyla doludur, çok etkilidir.
“Sydney’de dünyanın değişik ülkelerden göçmen olarak gelen işçiler arasında çoğu kez işsiz geçen günler… Yazarla aynı dünya görüşüne sahip devrime çok az zaman kaldığına inanan Cengiz, çalışmayı pek sevmeyip sefil bir yaşam süren Metin, ev sahibi İvan, oda arkadaşı Yılmaz. Yugoslav kız Borka, Yine Redfern’de bir kahvehanenin sahibi olan babacan tavırlı Orhan Usta, yaşama sıkı sıkıya sarılan Haydar Amca, psikolojik sorunları olan Hayrettin, oda arkadaşları Hüseyin Tevfik, Erkal. Sydney’deki ortama çok iyi uyum gösteren Mustafa, sürekli İngilizcesini geliştirmeye çalışan Arif Bey, George, Matt. Çin yanlısı kitapların satıldığı Eastwınd Kitabevi’ni işleten Bob, yoldaşları İrlandalı Dan, Dave, Betty, Berth. Ortama en iyi uyum gösteren Polonyalı ve Yugoslavyalı göçmen işçiler, İzmitli Burkan, Karslı Nedim, İskender Alex… Hepsi de binlerce kilometre uzaklıktaki ülkelerinden iyi bir yaşantının özlemiyle göçmen olarak gelmişlerdi buraya. Oysa çoğu kez ekonomik sıkıntılar içerisinde, ağır işlerde çalışarak, ya da seyyar işlerde, üçüncü sınıf otel odalarında, pansiyonlarda geçen günler…” (Teknikel, Ramazan, “Sedat Erden ve Sürgün Romanı”, Gerçek Edebiyat, 6 Ekim 2013, http://www.gercekedebiyat.com/haber-detay/sedat-erden-ve-surgun-romani-ramazan-teknikel/1172).
Erden, Sydney'de değişik işlerde çalıştığı iki yılın ardından Türkiye’ye dönmeye karar verir. Türkiye’de 1968 rüzgârı güçlü esmektedir. Bir gemiye tayfa olarak girer. İsrail'in El-Yat Limanı'nda gemiden ayrılır; zaten Türkiye'ye dönmek için gemideki işe girmiştir.
1972-1978 yıllarında Türkiye Elektrik Kurumu'nda çevirmen olarak çalışır. 1978 yılında idari memur olarak Dışişleri Bakanlığı'na girer ve Hartum, Yeni Delhi, Meksiko Büyükelçilikleri ve Rodos, Paris, Karaçi Başkonsolosluklarında İdari Ateşe olarak görev yapar. 2009 yılında emekliye ayrılır.
Onyıllar önce, havacı subayken Sedat Erden’in çevresi yazar dostlarından oluşur. Erden’in “Sürgün”, “Karşı Apartmanda Yaşayanlar” (öykü), “Güvercinler ve Şeytan” (öykü) adlı kitaplarının yanı sıra yayıma hazır öyküleri var. “Sürgün”deki dil işçiliği ve güçlü çağrışım, öykülerine de egemen. “Karşı Apartmanda Yaşayanlar”da (ve yayıma hazır bazı öykülerinde) özellikle yabancı ülkelerdeki çalışma döneminin ilginç tanıklıkları, gözlemleri yer alır. Masalsı bir öyküyle başlayan “Güvercinler ve Şeytan”da güneyin, Antakya’nın insanları, toplumsal dokusu, acısı, sıradışı, içtenlikli bir dille ulaşır okura.
Prof. Dr. Aysu Erden Cumhuriyet Kitap’taki yazısında Sedat Erden’in öyküleri için:
“…Her iki öykü kitabında da, yaratmış olduğu dinamik ve diyaloglara dayandırılan öykü dünyası, özgün bir söylem biçimlerine ve tutarlı bir yazınsal tavra sahip olan Sedat Erden’in kendi metinleri arasında özgün ve dizgesel ilişkiler kurduğu gözlenmektedir…” diye yazar. (Aysu Erden’den akt. Teknikel, 2013).
Erden’in yapıtları salt deniz izleğiyle sınırlı değil; yalın dilin egemen olduğu, sıradan insanların duygu dünyaları, duyarlıkları, özlemleri… Kaçırılmış sevdalar, artık dönüşü, yaşanması olanaksız mutluluk anları, dillendirilemeyen tutkular, giderek mutsuzluğun ağırlığı…
Gerçek anlamda yazın ve yayın dünyası olan bir ülkede olsaydık Sedat Erden’in yapıtları yeniden yeniden yayımlanır, baş tacı edilirdi.
GÜNAY GÜNER