Dil düşüncenin evidir. Kavramlarsa düşüncenin başlıca dayanakları. Dil ile düşünce birbirini güçlü bağlarla etkiler, düzenler, biçimlendirir.
Dil ile ulus arasındaki güçlü, olmazsa olmaz bağı ise en azından Wilhem von Humbold’dan bu yana belli başlı dilbilimciler benimser ve vurgular.
Diller doğaları gereği ayırıcıdır. Çünkü iletişim, çağrışım alanları, daha doğrusu kodları ayrıdır. Her biri biricik ve kendi içinde tutarlılığı, yeterliliği bulunan dizgelerdir.
Ne ki çevrilmesiyle, anlaşılmasıyla oluşan birliktelik bağlamında ise ortak bir birikimi imler.
Birden anlaşılır ki meğer analar, babalar, dostlar, çocuklar, gençler benzer olaylara seviniyor, üzülüyor, gülüyor, ağlıyormuş. Topluluklar, uluslar benzer gelenekler, halkbilimsel yaşantılar, uygulamalar içindelermiş. Bu gerçeklik çağrışımların biricikliğinin, ekinsel varsıllığın da çevrilebileceği anlamına gelmez. Dolayısıyla her dil ayrı bir dünyadır, korunmalı, geliştirilmelidir.
Diller kendi doğalarında, gereksinim koşullarında yaşar. Ulusun, topluluğun neyi, nasıl dillendireceği bu tarihsellik, maddesel, tinsel dünya içinde kendiliğinden belirlenir.
Diller kendi içlerinde yeterli olmalarıyla birlikte, yeryüzü, evrensel ekin düzleminde bilişim, uygulayımbilim (teknoloji), felsefe gibi alanlar bağlamında yetkinlik sorunu yaşayabilir.
Sözkonusu tarihsellik içinde en önemli dayanak yazınsal (edebiyat), bilimsel yapıtlardır. Bir ulus dil içinde geçişimini yapıtları üzerinden sağlar. Aynı zamanda bu gelişmişlik özgün olmak durumundadır. Başka dildeki sözcüklere karşılık arayan ve uygulayan bir aydın topluluğa sahip ulus, böyle bir çabası olmayan diğer ulusa göre daha bilinçli ve öndedir. Bu bilinçle yarın aynı bilimsel buluşu kendi de yapabilecek özgüveni taşıyor demektir.
Yeni Dünya Düzeninin “Kavramları”
Yeryüzünün siyasal izlemi, yaklaşık doksanlı yıllarla birlikte tek kutuplu dünyaya dönüşürken egemen güç, dışında kalan uluslara, yapay olarak ürettiği kavramları bir yöntem çerçevesinde yaydı. Bunu yapmasaydı hedefteki ulusların kendi gereksinimleri doğrultusunda kendi “gerçek” kavramlarını yaratacağını biliyordu. Bu yayılmacı odaklar için öngörüldüğünden de çok tehlikeli bir gelişme olurdu. İşte belirtilen karışmanın (müdahale), yönlendirmenin sonucundadır ki neredeyse tüm insanlık yayılmacı güçlerin istekleri doğrultusunda “düşünür” olmuşlardır. Ne değin düşünmek denirse…
George Bush’un danışmanı Brent Scowcroft’un tasarladığı söylenen Yeni Dünya Düzeni pax Amerikana diye bilinen bir “kavramla” ortaya konmaktadır ki bu aynı zamanda tüm dünyayı Amerika’nın egemenliği doğrultusunda biçimlendirme amacını, kuşkusuz ekin (kültür), düşün (felsefe) yaşamını da biçimlendirme amacını içerir. “Amerikan barışı”nın aslı Amerikan savaşı, işgali, kıyımıdır.
Belirtilen düşün işgaliyle yayılan başlıca kavramlar, deyim yerindeyse anahtar sözcükler şunlardır: Öteki, ötekileştirmek, etnisite, globalizm, kimlik, aşiret, cemaat, tarikat, din, cinsellik, eşcinsellik, uygarlıklar çatışması, insan hakları, kadın hakları, topluluk hakları, sivil toplum kuruluşu, sivil itaatsizlik, ülkeleri özgürleştirmek, modernizm, postmodernizm, haydut devlet…
Kavramlarınız sizin değilse düşünceleriniz de büyük olasılıkla sizin değildir, özgür değildir. Sınırlarınızı sizin olmayan kavramlar belirliyor demektir.
Anılan yabancı kavramlara bakıldığında bunların sınıf çelişkisini ve bilincini dışlayan, ulusal bağımsızlığı, karar alma süreçlerini çözen ve dağıtan, Troya Atları oluşturmaya elverişli koşulları yaratan, tekilci, eleştiriye kesinlikle kapalı, sürekli eşitsizlik ve tutsaklık üreten, tersi durumda kişiye ağır yaptırımlar uygulayan ilişkileri yücelten ve saygın gören, dolayısıyla ilerleme düşüncesini yadsıyan bir yaşam biçimini, giderek yeryüzünü kurmayı tasarladığı açıkça görülmektedir.
Hiç kuşkusuz sözkonusu tasarı ekin, sanat, yazın, düşün alanlarını da düzenlemektedir. (Eski dönemi de içeren ayrıntılı bilgi için bakınız: Frances Stonor Saunders, “Parayı Verdi Düdüğü Çaldı-CIA ve Kültürel Soğuk Savaş”, Çev.: Ülker İnce, Doğan Kitap, 2004).
Türk yazının son onyıllar içindeki adı nasıl olduysa, “Türkiyeli yazın”, yazarlar da “Türkiyeli yazarlar” oldu. Giderek “Türkiyeli Yazar Sait Faik Abasıyanık” bilgi şöleni pankartına bile tanıklık edildi.
İzlekler ne yönde değişti dersiniz? Önceki dönemlerde bile zar zor işlenen sınıfsal izlekler terk edildi, yerini neredeyse tümüyle budunsal (etnik), kısmen de dinsel izleklere bıraktı. Artık yapıtlarda derinlikli tinsel kişilik çözümlemelere rastlanılamıyor. Yüzeysellik egemen. Uygarlaşmanın “asimile” olmak diye algılandığı bir dönemin olumsuz yansımaları kapladı her yanı. Giderek “muhafazakar sanat”tan bile söz edilir oldu. Hem muhafazakar hem sanat! İkisi bir arada. Nasıl olacaksa…
Bu gidişe karşın birkaç yıldır erdemli, güzelduyusal, evrensel, nitelikli bir yükselişe geçildiğini de belirtmek gerekir.
Eytişimsel (diyalektik) çatışma gelişmeyi zorunlu kılıyor.
Günay Güner // İnceyazın