“Öz Soy”un 1934’te yazılışı ve sahnelenişi ilk Türk Operasının doğum günüdür. Olay, aynı zamanda sanatın uluslararası barışta ve diplomaside kullanılmasının da eşsiz örneğidir.
İran Şahı 1934’te Cumhuriyet Türkiye’sini ziyaret edecektir. Atatürk, bu ziyarette Şah’ın huzurunda sergilenmek üzere bir opera yazılmasını ister. Opera, yurtdışındaki müzik eğitiminden yurda yeni dönen Ahmed Adnan Saygun tarafından bestelenecektir.
Operanın konusu da Atatürk tarafından belirlenmiştir. Firdevsi’nin Şehnamesindeki “Kral Feridun Destanı”dır. Eserin Münir Hayri Egeli tarafından yazılan librettosunun hazırlanışında Atatürk’ün sürekli uyarıları ve denetimi vardır. Destan şöyledir:
Kral Feridun’un doğacak çocukları için bir şölen düzenlenmiştir. Feridun’un Tur ve İraç isimli ikiz çocuklarının doğduğunu müjdeleyen haber gelir. Ancak şölene çağrılmayan kötülük tanrısı Ahriman çok öfkelidir ve ikiz kardeşleri sonsuza kadar birbirlerini tanımamaya, birbirleriyle savaşmaya mahkûm eder.
Uzun savaşlar yaşanmıştır. Yıllar geçmiş, sonunda barış dönemi gelmiş, Tur ve İraç’ın kardeş oldukları anlaşılmıştır. Operanın bitiş notalarında Tur’dan Türklerin, İraç’dan İranlıların doğduğu vurgulanmaktadır. Özetle yazılan eser, Türkiye ile İran’ın dostluğunu, kardeşliğini vurgulamayı amaçlamıştır.
Operanın bestelenmesinde de, sergilenmesinde de zorluklar yaşanmıştır. Zaman darlığı nedeniyle eser iki ayda yazılıp seslendirilecektir. O yıllarda ülkenin opera sahneleyecek sanatçısı da yoktur. Koro, Ankara Kız Lisesi ile Gazi Terbiye Enstitüsü’nün öğrencilerinden, orkestra, Riyaset-i Cumhur Orkestrası’ndan oluşmuştur.
Eser aleyhinde söylenen sözler rahatsız etmiş olmalı ki, Atatürk, provaları izlemeye önce müzik zevkine güvendiği bir arkadaşını, sonra yabancı bir büyükelçiyi göndermiş, son olarak da provaya kendisi gitmiştir. ( görüldüğü gibi sanat çevresindeki bitmeyen çekememezlikler ve dedikodular o gün de vardır)
Dahası eserin seslendirilmesinde güçlükler çıkartıldığına tanık olunca, Zeki Üngör orkestra şefliğinden alınmış, yerine Ahmed Adnan Saygun getirilmiştir.
Sonunda, müzikli oyun niteliğindeki ilk Türk Operası “Öz Soy” yaratılmış ve 19 Haziran 1934’te Atatürk ve İran Şah’ının huzurlarında sergilenmiştir. Şah’ın çok etkilendiği olaya Atatürk’ün tanısı ise çok daha derindir. Cumhuriyetin sanat alanındaki atılımlarına göndermede bulunarak şöyle demektedir: “Bu bir devrim hareketidir”.
Yaşanan bu olayda, Atatürk’ün müzik sanatına, operaya verdiği önemin yanında, O’nun, sanatı uluslararası diplomaside kullanmasındaki dehâsına da tanık olmaktayız. Atatürk; iki Türk devletini düşman devletler durumuna getiren 1500’lü yıllardaki savaşa ve yıkıma da göndermede bulunarak, Türkiye ve İran’ın dostluğunun ötesinde kardeşliğine vurgu yaparken, daha güçlü bir ifade aracı olduğu gerçeğiyle düşüncesini sanatla ifade ederek etkiyi artırmak istiyordu.
Atatürk’ün; doğu kültüründen gelen bir devlet adamını “Opera temsili” ile karşılaması ise, “Modern Cumhuriyetin” dünyaya çağdaş sanatla tanıtımıdır.
İlginç anekdottur. Yıllar geçmiş, bu kez Şah’ın genç oğlu (Rıza Pehlevi) Türkiye’yi ziyaret etmektedir. İsteği üzerine onu Ankara Konservatuvarı’nın bir temsilinin provasını izlemeye götürürler. Çalışmayı hayranlıkla izleyen Şah hayıflanarak “Babam konservatuvarı İran’da kurmayı çok istedi, ancak başaramadı, ah o mollalar, mollalar” demektedir.
Ne dersiniz, anekdot 2014’ün Türkiye’sini, sanat kurumlarımızı kapatmak için yasalar hazırlayan bizim mollalarımızı anımsatmıyor mu?
1934 yılında bestelenen ilk Türk Operası “Öz Soy”un öyküsü, bizi komşularımızla düşman eden, tiyatroyu, operayı ve baleyi, orkestrayı kapatmayı düşleyen siyasetçilerimize ders verir mi? Ne dersiniz…