Kadıköy rıhtımına indiğinizde denizin kenarından kocaman bir bina göze çarpar. Lakin gözünüzden ziyade o her daim yükselen müzik sesi ise olmazsa olmazıdır o denizle müziği buluşturan binanın.
Bugün İstanbul’da ve Türkiye’de sanat varsa, sanatı ve sanatçıyı konuşabiliyorsak, klasik müzik, opera bale ve bilumum sanattan bahsedebiliyorsak işte bu ve benzeri binalardan yetişmiş birçok değerli sanatçı sayesindedir.
Bu tarihi bina sanatı var eden, sanatçının yetiştiği İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nın 37 senedir yuvası olan binanın ta kendisidir.
1927’de İtalyan mimar Umberto Ferrari bu binayı “Hal Binası” olarak planlamış ve denizin doldurulmasıyla elde edilen alana binayı inşa etmiştir. Bina 1974’ e kadar hal olarak hizmet verdikten sonra hal Küçükbakkalköy’e taşınır. Uzun süre boş kalan bina 1984’te elden geçirilir ama maalesef mimari özgünlüğünü yitirir. O dönemde İstanbul Belediyesi Konservatuarı Müdürlüğü’nü yürüten rahmetli Nedim Otyam’ın (1919-2008) girişimleriyle hal binası bir müzik okuluna dönüştürerek Çemberlitaş’ta bulunan konservatuvar sanatın ve sanatçının yeni yuvası olması için Kadıköy’deki boş hal binasına taşınır.
Ve asıl bugün gündem olan hikâye 1986 yılında İstanbul Belediyesi Konservatuarı’nın, İstanbul Üniversitesi’ne bağlanması lakin binanın mülkiyeti İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde kalmasıyla başlar.
Ve ne hikmetse 37 yıldır sanat ve sanatçının evi olan bu bina hiç bitmeyen tartışmaların gölgesinde ve her an çıkarılma tehdit altında sanatın her dalından nice ünlü sanatçı yetiştirmeye devam eder.
Türkiye Cumhuriyeti devletinin sanatçı yetiştiren bir kurumunu düşünün ki İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin mülkiyetindeki binasında hukuki tabiri ile “ecrimisil” yani “fuzuli işgalci” durumunda olsun…
Sanırım bu durumu en güzel tanımlayan terim “trajikomik” olur!
Bir olay düşünün ki içinde devlet var, bir devlet kurumu olan üniversite var, yerel yönetim bir belediye var ama bunların arasında ülkemizin sanatı ve sanatçısı “ ecrimisil” durumunda olsun… Ve ecrimisil konumundaki konservatuvar ne kadar zor şartlarda olduğu bilinse de , olmayan bütçelerinden yarattıkları para ile 2006 yılından beri İBB’ye ayda 42.000 TL işgaliye bedeli ödesin…
Bu hukukta ecrimisil olarak tabir edilen durum neredeyse 37 yıldır konservatuvar ve öğrencilerinin tepesinde bir kara bulut misali dolanmasına rağmen ne İstanbul Üniversitesi ne de İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin bu konuyu kökünden çözmek için en ufak bir girişimde bulunmamış olması bugün “evinden atılan bir sanat kurumu“ haberinin gerçek nedenidir.
Bu durumun 37 yıl boyunca celladın kılıcı gibi konservatuvarın tepesinde olması, göreve gelen her konservatuvar müdürünün eline ulaşan “ boşaltın” celbi sebebiyle öncelikli olarak bu sorunu çözmek için ulaşabildikleri her makamda, görüşebildikleri her kişiyle görüşüp bu sorunun çözüleceğine dair birçok siyasi ve idareciden “ söz “almış olsalar dahi karşı karşıya kalınan gerçek bugün itibari ile okulun etrafının girişi engellemek için metal panellerle kapatılmış olmasıdır.
Nasıl oluyor da içinde devlet geçen konservatuvarını, sanat ve sanatçıyı koruyup kollamayı misyonları içinde sayan belediye kapı önüne koyuyor gibi gözükmekte.
Binasına sahip çıkmak isteyen konservatuvar öğrencileri geçtiğimiz 9 Nisan Cuma günü seslerini duyurmak için, bir sanatçıya yakışır şekilde, müzikle ve öz bir bildirgeyi okuyarak 15 dakikalık bir eylem gerçekleştirdi. Ama maalesef bu da yeterli olmadı ve Pazartesi okula gelen öğrenciler binanın etrafının saran metal panellerle karşılaştı.
İşte bu noktada gerçek sebep su yüzüne çıkıyor “SİYASET” !!!
Aslında geçmişten günümüz gelinen bu süreçte konservatuvar kimsenin umurunda bile olmayan, içinde sanatın ve sanatçının olmasının en ufak önem taşımadığı bu ortamda maalesef ki kabak siyasi çekişmelerin tam ortasında kalan ve hiçbir günahı olmayan konservatuvarın başına patlıyor.
Gelinen son nokta ise durum iki ayrı kutbu temsil eden iki kurum, sanat ve sanatçı gözetmeksizin, siyaset zemininde topu birbirlerine atmakta.
Olay göründüğünden çok ama çok daha çetrefilli ve taraflar gözlerini öyle karartmışlar ki durum konservatuvarın kapı önüne konmasına kadar geldi. Bunu detaylarını burada anlatmak bir müzik yazarına düşmez ve duyarlı bir siyaset yazarı umarım neler olduğunu yazar. Şu var ki konservatuvar üzerinden oynanan siyaset satrancında tek zarar görecek olan şey sanat ve sanatçı olacak.
Burada bir sorumlu aranıyorsa birincil sorumlu İstanbul Üniversitesi’nin son 37 yılda atanmış tüm rektörleridir. Bir idareci kendine bağlı bir kurumun içinde bulunduğu duruma nasıl olur da 37 sene boyunca duyarsız kalabilir??? İstanbul Üniversitesi son 37 yılda birçok bina yaptı, devasa Avcılar kampüsünü kurdu. Burada konservatuvara yer veremez miydi? Ya da 37 sene içinde devletten yer tahsisi isteyemez miydi? Sorulabilecek o kadar çok soru var ki ama şu an ki durumda hiçbirinin anlamı kalmadı. Bu yaşananlar ayyuka çıktığında Çapa Tıp Fakültesiyle ismi anılan İ.Ü. Hasdal Yerleşkesi projesi konuşulmaya başlandı ve tüm İ.Ü. fakültelerinin inşaatlar bittikten sonra bu yerleşkeye taşınması öngörülüyor. Çapa Tıp Fakültesi yerleşkesi için ilk ihalesi yapılan bu projeye bugün başlansa ve hiç aralıksız inşaat sürse en yakın bitiş tarihi 2027, ama gerçekçi olmak gerekirse en iyimser 2030. Bu durumda yuvasız kalmış konservatuvar 9 sene nereye gidecek??? Buna verilen net hiçbir cevap yok.
İ.Ü. topu İBB’nin kucağına bırakmakta en ufak sakınca görmüyor. Ve sanki İ.Ü. yönetiminin konunun asıl muhatabı kendisi değilmişçesine kenara çekilerek konservatuvar öğrencileri ile İBB’yi karşı karşıya bırakması çok manidardır.
Şimdi gelelim İBB’ye. Sanatı ve sanatçıyı yaşatmayı ilkeleri arasında ilk sırada sayan, hatta bu konservatuvarın kurucusu olan, hemen hemen İstanbul’da yapılan her sanat etkinliğinin baş hamisi ve destekçisi konumundaki İBB nasıl olur da kendini “ sanatı sanatçıya kapı önüne koyan” durumuna düşürür? Ve neden İBB alelacele yıllardır sürüncemede kalmış bu durumun üstüne gitmekte ve önceden konservatuvarı da içine alan projeden vazgeçip, 2017 de çıkan içinde konservatuvarın yer almadığı projede ısrarcıdır?
Son 37 yılda görev yapan tüm İBB başkanları diğer kurumlarla partidaş oldukları dönemlerde bile nasıl olur da bu olay sürüncemede bırakırlar akıl alır gibi değil. Aslında her ne kadar vicdani olmasa da yasal olarak İBB her konuda haklı. Birincil sorumlu İ.Ü.’nün suya sabuna dokunmadığı bu durumda, bomba kucağına bırakılan İBB üst yönetiminin vicdanının gerçekten hiç ama hiç rahat olduğunu sanmıyorum. Hele ki dertlerinin tiyatro olduğunu hiç sanmıyorum. Çünkü İBB daha yeni Koşuyolu’nda müthiş ve modern bir tiyatroyu Kadıköy’e kazandırdı. İBB yönetimi de rahatsız olacak ki, İBB hiçbir zorunluluğu olmadığı halde, göstermelikte olsa, asıl çözüm üretmekle yükümlü İ.Ü. hiçbir şey yapmazken, derde derman olamayacağı aşikar olan Göztepe 60. Yıl parkında bulunan konservatuvar olarak iş görmesi fiziki olarak hiçbir koşulda mümkün olmayan toplamda taş çatlasa 1000 m2 brüt kullanım alanı olan muhtemelen parkın içinde bulunan “Parklar ve Bahçeler Müdürlüğü” olarak hizmet veren binaları adres göstermiş. Tabii ki bu öneri maalesef hiçbir şeyi çözmüyor.
Peki diyelim ki İBB konservatuvarı çıkartı buraya ne yapacak? Burada aktaracaklarım ise ayrı trajikomik bir durum. Konservatuarı çıkartıp aslına uygun şekilde restore ettikten sonra yerine Haldun Taner Tiyatrosu’nu büyüterek 543 kişiye çıkarmayı planlıyor. Gerçekten çok ironik bir durum … O tiyatro sahnesinde oynayacak oyuncuyu, müzikalde çalacak sanatçıyı yetiştiren kurumu çıkartıp, tiyatroyu büyütmek…
Zati Haldun Taner sahnesinin nasıl varolduğu hikâyesi bile trajikomik…
1989 yılında şehir tiyatroları sanat yönetmeni Gencay Gürün hiç kimseye danışmadan İ.Ü.’ ye ve konservatuvar yönetimine hiçbir bilgi vermeden sormadan bir hafta sonu okul boşken konservatuvarın gösteri ve prova sahnesi olan salonla okulunun arasındaki geçişe duvar ördürmesiyle salonu belediye tiyatrolarının tahsisine alır ve bugün bilinen Haldun Taner Tiyatro Sahnesi açılmış olur. O dönemde İ.Ü Tiyatro bölümü başkanlığını yürüten ve okulda hocalık yapan nurlar içinde yatsın Yıldız Kenter’in bir gecede sahnesiz kalan konservatuvar koridorlarında “ Sen na yaptın Gencay “ diye bağırarak bu kararı tek başına alan Gencay Gürün’e sitem ettiği bilinir…
Yani işin özü tiyatro sanatını yüceltmek için sanatçı yetiştiren kurumu evinden etmek…
Bu sebeple bu binanın Haldun Taner Sahnesi olarak empoze edilmeye çalışması ve bu isimle anılması manidardır.
Şimdi müsaadenizle durumun ana konusu olan şu an konservatuvar olarak hizmet veren binanın neden bu kadar önemli olduğundan ve içinde neler yapıldığından bahsetmek istiyorum.
İlk şunu söylemeliyim: Binanın sağlamlık açısından en ufak bir sıkıntısı olmadığı, geçmişte birçok konusunda uzman kişinin okulu gönüllü olarak ziyaret ederek tetkiklerde bulunduğu bilgisine ulaştım.
Ama şu var ki eldeki mevcuttan başka gidecek yeri olmayan konservatuvarın bulunduğu o bina 1984 ‘ten beri hiç el sürülmediği için kesinlikle eski ve köhne. 2021 yılında konservatuvar ve öğrencilerinin bundan çok daha iyisini hak ettiğini söylemem gerek.
Ve keşke İBB o binayı alsa ve hatta meydandan beli bir miktar bu binaya katsa ve sanata ve sanatçıya 21. yüzyıla yakışan bir konservatuvara dönüştürse ne güzel olurdu değil mi???
Şehrin göbeğinde denizle sanatın buluştuğu bu kıyıda İstanbul’ a yakışan bir konservatuvarda İBB’nin şu an herkesi kucaklayan yönetimin imzası olsa muhteşem olmaz mıydı ???
Gelelim binaya, o gördüğünüz binanın sadece konservatuvar olarak hizmet veren alanın toplamı tam tamına 3200 m2, evet yanlış okumadınız 3200 m2!!!
Ve ben içine girmiş, dolaşmış birisi olarak size net söyleyebileceğim tek şey bir m2 ‘si bile boşa harcanmadan en verimli kullanacak şekilde tasarlanmış, daracık koridorlarıyla labirent misali rahatlıkla kaybolabileceğiniz kadar büyük bir kurum.
Bu binada idari odalar dışında tam 60 tane derslik mevcut. Ve bu derslikler sabah kapı açılıp gece artık okul kaçta kapanıyor ise 1 dakika bile boş kalmıyor. Okulda yaklaşık 500 öğretmen görev yapıyor. Bu rakam sakın size abartılı gelmesin, çünkü sanatçı kolay yetişen bir şey değil. Ve alanında yıldız sanatçılar yetiştirmek istiyorsanız o derslerin hepsi bire bir yapılmak zorunda, bir odaya şancıları doldurup toplu ders veremezsiniz… Bu sebeple o 60 derslikte ( öyle derslik diye gözünüzde büyütmeyiniz çoğunluğu 3-5 m2’lik hap kadar odacıklar) haftada 3000 saatten fazla ders yapılıyor. Ve inanın 60 derslik bile yetmiyor, hocalar istemeseler de ikili dersler yapmak zorunda kalıyor çünkü okulda hali hazırda eğitim gören öğrenci sayısı 1100 !!!
Şimdi bir de bir konservatuvarın olmazsa olmaz demirbaşı müzik aletlerine gelelim, ki başı çeken enstrüman piyanolardır. Bugün konservatuvarın demirbaşına kayıtlı 12’si tam kuyruklu olmak üzere toplamda 52 piyano bulunmakta.
Bugün tam kuyruklu bir piyanonun takribî satış fiyatı 2 milyon liradan başlamakta. Duvar tipi Çin malı ortalama bir piyanonun fiyatı ise 20 bin TL civarı. Yani sadece konservatuvarın envanterinde bugün alınmaya kalkılsa yaklaşık en düşük değeri 25.000.000 lira olan piyano bulunmaktadır.
Bunları niye yazıyorum çünkü konservatuvara adres olarak tek gösterilen Göztepe binalarına, acaba buraya gidin diyen bürokrat 12’si tam kuyruklu 52 piyanoyu devlet dairesi mantığı ile inşaa edilmiş 2 katlı oda oda bir binaya nasıl sokulacağını hiç düşünmüş müdür acaba? Tabii ki düşünmemiştir ve kendisine bu durum aktarıldığında “25 milyon lira değerinde, oldukça hassas ve hemen hemen her gün her derste kullanılması gereken piyanoların depoya koyulması” yönünde fikir beyan etmiş maalesef.
Şimdi konservatuvarın her dalda sanatçı yetiştirirken ihtiyaç duyduğu ekipmanı düşünün ve onlar için gerekli depolama alanlarını, bale ve dans öğrencileri için dans salonu ve soyunma odalarını, enstrüman prova odalarını, idari kadro odaları, öğretmen odaları, öğrenci dinlenme alanları, tuvaletleri ve daha birçok şeyi düşünün ve hali hazırda tıkış tıkış her metrekaresinin değerini bildikleri 3200 m2’ den bunları çıkarın ve abartarak söylüyorum, 1000 m2’ye sığdırın sığdırabiliyorsanız lütfen !!!
Geçtiğimiz aylarda okula, bu olaylar bu kadar alevlenmeden önce, İBB’den bir teknik denetleme ekibi gelmiş, ve ne yazık ki o ekip hiçbir dosyaya açıp bakmadan, nereye geldiklerini bilmeden burada kaç kişiye ne koşullarda eğitim verildiği, ne yapıldığı hakkında en ufak fikri olamadan gelip okulu gezdikten sonra mahçup ayrılmışlar.
Ama yukarıda ifade ettiğim gibi altında yatan tek gerçek sebep var o da maalesef siyaset, o yüzden onlar mahçup olduklarıyla kalmış ve değişen bir şey olmamış… Ne okulun olası depreme karşı dayanıksız olması, ne tiyatro sahnesinin büyütülmesi ne de binanın 1927’de ki haline döndürülecek restorasyonun yapılması…
İBB’nin normalde sulh içinde yönetmeyi tercih edeceği bu durumda bu kadar aceleci davranmasının altında daha başka sebepler olduğuna inanıyorum.
Ama gönlümden geçen “ Her Şey Çok Güzel Olacak “ söylemiyle yolan çıkan Sn. Ekrem İmamoğlu’nun 1100 genç sanatçı adayını, onların ailelerini ve de onların yetişmesine emek veren 500 sanatçı öğretmeni görmezden gelmeyeceğidir.
Sn. İmamoğlu’nun sanatı ve sanatçıyı bir alternatif planla sokakta bırakmayacağına inanmak istiyorum.
Çünkü sanat ve sanatçı ulu önderimiz Atatürk’ün “ Sanatçı Alnında Işığı Hisseden İnsandır” olarak ifade ettiği konumuyla, asla siyasete dahil ya da alet olmamalıdır.
Sn. İmamoğlu’nun yüce önderimizin işaret ettiği muasır medeniyetler seviyesine ulaşma yolunda birincil öncelik olarak saydığı sanat ve sanatçıyı, onun partisi çatısı altında hizmet veren bir görev adamı iken bir konservatuvar dolusu sanat insanını sokakta bırakan kişi olarak tarihe geçmek isteyeceğini hiç sanmıyorum ve buna inanmak istiyorum.
Umarım bir an önce çözüm bulunur ve Sn. Ekrem İmamoğlu’u kendine yakışanı yaparak güzel gelişmeleri kendi bizzat duyurur.
Kadıköy konservatuvarımızdan en kısa zamanda güzel haberler almak dileğiyle…
Sağlıkla ve klasik müzikle kalınız ….
Osman Enfiyecizade
13 Nisan 2021, Moda / İstanbul