Tam tarihi hatırlayamadığım için, bilenlere sordum, “TOSCA” İstanbul’da en son, eski AKM’de 1998 yılında sergilenmiş. Şaka gibi neredeyse üzerinden çeyrek asır geçmiş… İstanbullu opera severler AKM’nin kapanmasıyla “Grand Opera”lara hasret şekilde Süreyya Operası’nda sergilenen opera ve operetlerle avunarak resmen 25 yıl geçirdi. Ve bu hasret nispeten buruk da olsa 20 Temmuz 2022 akşamı 13. İstanbul Opera Festivali kapsamında bestesi Giacomo Puccini’ye, librettosu Luigi Illica ve Giuseppe Giacosa’ya ait “TOSCA”nın sergilenmesiyle nihayet sona erdi. Ankara Devlet Opera ve Balesi 20 Temmuz Çarşamba akşamı sanatseverleri “TOSCA” operasıyla buluşturdu.
“TOSCA” Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk opera sanatçısı ve ülkemizde ilk “Tosca” başrolünü üstlenen opera ve tiyatro sanatçımız Semiha Berksoy’un anısına, kızı, Türk tiyatro ve sinema oyuncusu, rejisör ve eğitimci Prof. Zeliha Berksoy’un prodüksiyonunda Romen soprano Angela Gheorghiu “Tosca”, tenor Murat Karahan “Cavaradossi”, Gürcü bariton Nikoloz Lagvilava “Scarpia” ve Ankara DOB sanatçıları ile İstanbullu sanatseverlerle buluştu.
“TOSCA”yı Lirik mi, Dramatik Soprano mu Söylemeli ?
Romen soprano Angela Gheorghiu dünyaca ünlü bir şancı ve onu eleştirmek benim harcım kesinlikle değil. Ve tabii, bu ara epeyce Türkiye’ye gelmiş olsa da, onu sahnede izlemek gayet güzel.
Haliç KM’nin tüm olumsuzluklarına ve yaşananlara rağmen tüm pozitifliğimizle bu güzel gecenin tadını çıkarmaya çalıştık.
Lakin operayı izlerken, geçmişten gelen bir çağrışım aklımı kurcalamaya başladı. Operaya yıllarını vermiş, duayen kabul ettiğim dostlarımızla geçmişte yaptığımız sohbetlerde yeri geldiğinde hep konuşulan “kim neyi söylemeli veya söylememeli?”, “ Sadece ünlü olmak eserin hakkını vermek için yeterli mi?” ve en önemlisi “ “TOSCA”yı lirik mi yoksa dramatik soprano mu söylemeli ?” konusu aklıma geldi.
Tosca dramatik bir karakterdir ve bugüne kadar bu rolü hakkaniyeti ile seslendiren sopranolar hep “dramatik soprano”lar olmuştur. Evet Angela Gheorghiu şahane, bu su götürmez bir gerçek ama ben naçizane bir seyirci olarak Tosca’da dramatik sopranocular tarafındayım.
“Cavaradossi” Karahan Nihayet İstanbul’da…
Murat Karahan İstanbullu opera severlerin “Grand Opera” hasretini her şeye rağmen gidermesiyle ne kadar büyük hayır işledi dersem abartmış olmam. Hele ki bir hafta içinde “TOSCA”dan sonra bir de “CARMEN” sahnelenecek olması biz opera severler için rüya gibi.
Ama bunu saymıyoruz!!!
Bu tür grand operaların İstanbul’da yakıştığı ve yakışacağı yegâne yer “Atatürk Kültür Merkezi”dir. Çünkü HKM deneyimi “ yokluktan iyi geldi, buna da şükür” ile sınırlı kaldı. Malumunuzdur yokluk sebebiyle sanat açlığımıza yenik düşüp Zorlu PSM’de yaşadığımız sayısız hayal kırıklığımız mevcuttur.
Karahan’ın performansı göz doldurucuydu hele ki herkesin sabırsızlıkla beklediği “E Lucevan L’estelle” aryasında belki de şimdiye kadar hiç sergilemediği bir performansla tüm dinleyecilerin beğenisi kazandı. Hem performansı hem de işlediği hayırla Karahan İstanbul dinleyicisinden tam not aldı.
Tosca, Cavaradossi Bahane, Scarpia Şahane
Temsilde öyle bir ‘Scarpia’ vardı ki, sahneye adım attığı ilk andan itibaren “bu gecenin yıldızı benim” diyordu. Gürcü bariton Nikoloz Lagvilava hayat verdiği “Scarpia” karakteri ile resmen geceye damgasını vurdu.
Nikoloz Lagvilava Tiflis Devlet Konservatuarı’nda babası Revaz Lagvilava ile başladığı eğitimini Almanya ve İtalya’da aldığı eğitimlerle taçlandırmış. Ve 2003 yılında Tiflis Devlet Opera & Balesi sanatçısı olmuş.
Başta kendi ülkesi olmak üzere Avrupa’da bir operada önemli roller üstlenen, şu an çok bilinmiyor olsa da yakın gelecekte adından çok söz ettirecek bir bariton. Sergilediği olağan üstü performansı daha ilk perde arasında en çok konuşulan konu başlığı idi. Herkes şaşkınlık ve hayranlıkla bu sanatçıyı konuşuyordu.
Evet, sahnede çok önemli iki isim vardı ama gece Nikoloz Lagvilava’nun gecesi oldu.
Perde kapanıp selamlama faslına geçildiğinde, sıra Nikoloz‘a gelip sahneye çıktığında öyle bir alkış koptu, öyle bir tezahürat yapıldı ki kendinden daha ünlüler sahnede iken böyle bir tezahüratın yarattığı şaşkınlık belli oluyordu. Dün gece “Scarpia” tüm başrolleri resmen çaldı…
Ankara DOB “Donuk” Kaldı..
Açıkçası Angelotti ve Zangoç karakterlerini canlandıran sanatçılar dışında Ankara DOB kadrosu tabiri caizse donuktu. Özellikle figürasyon “ bitse de gitsek” mesajı veren bir ifadeye sahipti. Ana 5 - 6 karakter harici diğer cast dekorvari ve robotik bir performans sergiledi. Özellikle İstanbul DOB’un kendini rolüne fazlası ile kaptıran figürasyona alışmış düzenli İstanbul opera seyircisine Ankara DOB çok cansız geldi.
Raoul Grüneis ve IDOB Orkestrası Muhteşemdi.
İstanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestrası, ünlü Alman orkestra şefi ADOB Müzik Yönetmeni Raoul Grüneis yönetiminde tek kelime ile muhteşemdi. Orkestra özveriyle tüm olumsuzluklara rağmen öyle bir performans sergiledi ki bence en çok alkışlanması gereken ve takdiri hak eden onlardı. Raoul Grüneis orkestrayı mükemmel bir şekilde hazırlamış. Çok uzun yıllardır böyle eserler çalmayan ve hatta orkestraya girdiklerinden beri hayatlarında hiç TOSCA çalmamış müzisyenler 2 hafta içinde öğrenip çalışarak 40 yıldır çalışıyormuşlar gibi bir performans sergiledirler. Çello ve kontrbas gruplarının bu eseri sıfırdan 2 haftada öğrendikleri duyduğumuzda onlara bir kez daha hayran kaldık. IDOB Orkestrası’nın deneyimli klarnet grup şefi Ecesu Sertesen'in açılış konserinde “E Lucevan L’estelle” nin kalirnet solosunda sergilediği performansın da üzerine çıktığı performansı şef Grüneis tarafından da bizzat konser sonunda kaldırılarak takdir edildi.
Bir Adaletsizlik Var !
DOB Genel Müdürlüğü'nün bütçe yetersizliği ve kemer sıkma politikaları sebebiyle diğer beş şehir DOB’larının kendi festivallerine davet etmek istedikleri yabancı sanatçı, ihtiyaç duyanlan teknik ekipman satın alınması / kiralanması veya orkestraya gerek duyulan eserlerde takviye sanatçı konusunda yapılan taleplere uzun zamandır olumsuz yanıt verdiği ve kendi olanakları ile etkinlikleri gerçekleştirmeleri yönünde telkinde bulunulduğu bilgisi bizlere kadar ulaşmıştı.
Hal böyle iken sadece Angela Gheorghiu ‘ya ödenen dudak uçuklatan kaşesi ve yapılan mekan, ekipman, konaklama ulaşım ve diğer prodüksiyon maliyetleri şöyle kafamızda alt alta topladığımızda inanılmaz bir rakam ortaya çıkıyor.
DOBGM Tosca Operası için madem böyle astronomik bir bütçe yaratıp bu bütçeyi bir seferlik etkinlik için harcayabiliyor ise neden diğer şehirlerdeki DOB’lara bu kadar olmasa da gönüllerinden geçen temsilleri yapabilmeleri için yeterli bütçe yaratılmıyor ???
Evet harika bir grand opera izledik, bu konuda şanlıyız ama bencil olmak yerine neden diğer beş şehirdeki DOB’lar yeterli bütçeden mahrum kalıyor bunu düşünmemek ve konuşmamak haksızlık olur.
Neden AKM’de değil?
“TOSCA” nın hakkı olan sergileneceği yer yeni Atatürk Kültür Merkezi olmalıydı. Ve doğal olarak herkesin aklında bu soru vardı, “Neden AKM’de yapılmadı” . Ne mutlu ki bu sorunun muhatabı değerli sanat adamı ve AKM Sanat Yönetmeni sevgili Remzi Buharalı da TOSCA’yı izlemeye gelenler arasında idi. Arada kendisine ayak üstü sohbetimizde bu soruyu yöneltme fırsatım oldu . Buharalı “ AKM Ana Salon’un bu sezon kapanışı ardından başlayan ve Eylül ortasına kadar sürecek tadilat sebebiyle üzülerek bu etkinliğe ev sahipliği yapamadıklarını ama tadilatlar tamamlandıktan sonra bu ve benzeri etkinliklerin tamamının ev sahipliğini AKM’nin yapacağı” bilgisini paylaştı. Biz de dört gözle bunu bekliyoruz.
Hani açık hava olacaktı?
Haliç Kongre Merkezi (HKM) açıkçası sanat söz konusu olduğunda hiç haz etmediğim bir yer. Ömrü hayatımda opera festivaline kadar bir kere gittiğim ve gittiğime pişman olduğum bir tecrübe yaşatmıştı. Ama opera festivali Haliç’e nazır, açık havada yapılacak denilmesi bir nebzede olsa geçmiş deneyimimi rafa kaldırmamda etkili olmuştu. Ve açılış konseri türlü aksaklıklara rağmen gayet keyif aldığım bir deneyim olmuştu.
Lakin opera temsilinin hava muhalefeti gerekçesiyle, içeri alınması tam bir hayal kırıklığı oldu.
HKM adı üstünde kongre merkezi ne ses düzeninden ne de akustikten nasibi almamış ‘Line Array' kolonların kulak zarınızı zorladığı bir mekanda dört gözle beklediğimiz “TOSCA”yı neredeyse - kulak tıkacı- ile izlemek zorunda kaldık.
Haliç’i bilen bilir, rüzgarı - esintisi eksik olmaz, ki herkes açılış konserinde gelenleri üşüten notaları uçuran rüzgardan nasibini fazlasıyla almıştı. Bu festival planlanırken bu etkenler hiç mi dikkate alınmadı? Hele ki ses düzeninde sadece sahne önüne yerleştirilen devasa kolonlar öndekilerin ciğerini sökerken, en arkadakiler sinek vızıltısı şeklinde duymaktan şikayetçiydi.
Keşke bu festival daha iyi kurgulansaydı da bu olumsuzlar yaşanmasaydı.
Salonu dolduranlar belki kavuşma heyecanı, belki de “ olması gereken budur” diyerek izlediler ama, keşke “TOSCA” yı mikrofonsuz, başrollerin çıplak sesleriyle dinleyebilseydik. Umarım bu AKM’de gerçek olacak…
İçeri Taşınma Operasyonu “Keşmekeşi”
Ne yazık ki tamamen farklı dış oturma düzeninden, alakasız iç oturma düzenine geçiş tam bir kriz ve karmaşaya sebep oldu. Evet elde olmayan bir durum ama çok daha iyi yönetilmeliydi. Gayet yüksek bilet fiyatı ödeyip alakasız bir yere oturttulmak istenen konuklar haklı olarak isyan ediyorlardı. Ve kendine gösterilen yerden memnun olmayan herkes keşmekeş içinde “boş iyi bir yer kapma” yarışına girmek zorunda kaldı. Evet mücbir sebep sayılacak 'hava muhalefeti' sebebiyle içeri taşınmış olsa bile seyirci kendi kaderine “ kuru bir özürle” bırakılmamalıydı.
Ve en büyük ayıp, basın mensuplarına “sıfır noktasından, duvar dekoru seyretmeleri “ için ayrılan koltuklardı. Basın mensuplarına layık görülen yer kabul edilemezdi, bir çok saygın isim salonu terk etti. Hele ki “ konser başlamadan boş yerlere geçersiniz” telklni açıkçası hiç hoş olmadı. 24 sene sonra TOSCA izleme aşkıyla yanıp tutuşanlar ise durumu sineye çekerek koltuk köşe kapmacasına dahil olup iyi - kötü bir yerlere oturmak zorunda kaldı.
Muhabirden, televizyon ekibine, köşe yazarından kültür-sanat editörüne yerli yabancı keyfen ya da görev mecburiyeti ile orada bulunan basın mensuplarına gösterilen bu vurdum duymaz tutumu kınıyorum. Bilet ve oturma düzeni organizasyonundan sorumlular her kimse bu krizi kesinlikle yönetememiş ve daha büyük krize sebep olmuşlardır. Önemli olan yıllardır aynı sınırlı oturma düzende Süreyya Operası biletlerini ve davetiyelerini yönetmek değil asıl böyle bir krizi yönetebilmektir. İstanbul DOB’un bilet ve koordinasyon ekibi sınıfta kalmıştır.
Bu arada HKM amfisi o kadar yanlış konumlandırılmıştı ki, ses ve akustik yetmezmiş gibi sahneyi göreceğim diye bir sağa bir sola kaykılarak opera seyretme deneyimini de yaşamış olduk.
İşin ilginci dün Haliç hiç olmadığı kadar süt liman yumuşak bir geceye sahipti… O 'hava muhalefeti' her ne ise dün Haliç’e uğramadı ve olan, açık havada “grand opera” seyretme hayaliyle gelenlerin hayal kırıklığı oldu.
Angela Gheorghiu Foto ve Video Servisi Krizi
Zaten bırakın görüntü almayı, fotoğraf ve video çekmeyi, basın mensupları doğru dürüst sahneyi göremezken, seyircinin arasına karışabilmiş basın mensubu ancak yarım yamalak cep telefonu ile fotoğraf çekebilirdi. Ama alışıla geldiği gibi, en azından İstanbul DOB basına fotoğraf ve video servis edecek rahatlığı ile fotoğraf çekme işini dert etmedi. Gel gelelim gelen basın bülteninde kocaman “Angela Gheorghiu” yazarken ne içerikte, ne de gelen ek resimlerde Gheorghiu’na ait bir tane bile fotoğraf ya da video gönderilmemişti. Dağa taşa “Angela Gheorghiu” yazıp bir adet fotoğrafı olmadan nasıl haber yapılır konusunu da basın bu sayede deneyimlemiş oldu.
Allahtan üç-beş tane kendimiz için fotoğraf çekmiştik, iyi kötü onları kullanacağız!!!
Sonuç …
Her şeyden önce bir sanatseverim ve her konuyu bir dinleyeci ve izleyici olarak ele alırım. Tamamen bizzat tecrübe ettiğim ve içselleştirdiğim deneyimi mümkün olduğu kadar objektif olarak ( bu hiç kolay değil ) sadece bir müzik yazarı olarak naçizane kendi düşüncelerimi yazarım.
Bir sonraki aşamada SWOT Analizi ( güçlü / zayıf yanlar & fırsat / tehlikeler analizi) yaparak değerlendirdiğim etkinliğin zayıf ve güçlü yanları sıralar, bana ne kazandırdı ya da ne kaybettirdiğini sorgulayarak daha rasyonel temele oturan bir yazı kaleme alırım.
Tosca Operası deneyimimi artıları ve eksileri dikkate alarak objektif değerlendirdiğimde maalesef sınıfta kalmıştır. Atılan kaya ürkütülmek istenen kurbağaya teğet geçmemiştir.
Umarım bu hatalardan ders alınır.
OSMAN ENFİYECİZADE
21 Temmuz 2022, İstanbul/Moda