Ethem Emre Tamer ve 20. Yılında Darmstad Barok Solistleri
Yeni bir yazı hazırlamak için gerekli malzemeyi toplamak üzere yaptığım söyleşiler bazen kendi başına o denli doyurucu oluyor ki, onları kesip-biçip bir yazının içinde değerlendirmeye kıyamıyorum. Yurtdışında çalışan müzisyenlerimizden, adı “barok müzik”le özdeşleşmiş keman solisti Ethem Emre Tamer’le (d. 1969) söyleşi de böyle oldu.
Portekizce bir kelime olan “barroco”dan kaynaklanan, “biçimsiz inci” anlamına gelen barok, müzikte bir döneme de adını verir. Klasik müzik tarihinde 1600-1750 yılları arası Barok Müzik Dönemi olarak adlandırılır. 21. yüzyılı yaşamakta olduğumuz günümüzde, bu dönemde yazılmış yaygın tanınmış ve hiç bilinmeyen, tozlu raflarda kalmış müziklere ilgi hiç sönmemekte, hâtta giderek artmaktadır. Nasıl doğal istiridyenin içinden çıkan biçimsiz inci suni yöntemle geliştirilen inciye göre daha kıymetliyse, barok müzik de değerinden hiç yitirmemektedir. Avrupa’da bu dönemin müziği üzerine yoğunlaşmış pek çok grup bulunmaktadır. Bunlardan biri de Almanya’da, 20. yılını kutlayan Darmstad Barok Solistleri topluluğudur. Ankara Devlet Konservatuvarı’nı tamamladıktan sonra Almanya’ya giden Ethem Emre Tamer’in bu topluluğun kurucusu olması, bizim açımızdan değerini arttırıyor. Kendi müzik serüveni ve barok müzikle olan ilgisini Emre Tamer’in sorularımıza verdiği yanıtlardaki özgün anlatımıyla okuyalım:
Ankara Devlet Konservatuvarı sonrası Almanya’ya gidişiniz nasıl oldu? Kendiniz mi bu kararı verdiniz, yoksa tavsiyeler mi oldu?
Almanya’ya gitme kararını çok gençken kafama koymuştum. Konservatuvardaki eğitimimde çok büyük rol oynayan hocalarım Reyyan Yücelen Başaran ve Ulvi Yücelen’in de etkileri var. İkisi de Almanya’da eğitim almışlardı. Onların ekol, zihniyet, stil anlayışları ve disiplinleri kafamda Almanya hayalleri tasarlamamda etkili oldu. Bir de Ankara’daki Alman Kültür Merkezi’nin müzik kütüphanesi. Orada çok zaman geçirdim. Plak kataloğundaki tüm plakları dinleme planını yapmıştım ama zamanım yetmedi. Oradaki plakları ödünç alıp, evde kasetlere çekip, kendime bir müzik kütüphanesi oluşturmaya çalışıyordum.
Hayli planlı bir çalışma yapmışsınız anlaşılan…
Hep Almanya’da okuma ve çalışma planlarım vardı. Konservatuvarı bitirmeden bir yıl önce DAAD (Alman Akademik Değişim Servisi) bursunu almak için planlar yapmaya başladım. Almanca öğrenmek için konservatuvarın son yılında Goethe Enstitüsü’nde dil kursuna gittim. Konservatuvarı bitirdiğim 1990 yılında Berlin Müzik Yüksek Okulu’nda öğrenim görmek üzere DAAD bursunu kazandım. Tabii bunun için okulun giriş sınavını da vermem gerekiyordu. Sınavı veremezsem burs yanabilirdi. O dönemde Berlin’de yaşayan Ankara’dan çocukluk ve okul arkadaşım Fazıl Say ile beraber de çalıştık. O benden birkaç yıl önce Almanya’ya (önce Düsseldorf’a, sonra da Berlin’e) gelmişti. Fazıl Berlin yıllarımda tüm sınavlarımda ve solo konserlerimde bana eşlik etti. Aslında sınavlar ve konserler için okul mutlaka bir piyanist temin ederdi. Ama benim şansım çok başarılı arkadaşım Fazıl Say’la Berlin’deki öğrenimim sırasında, onun eşliğinde çalışmalarımı sürdürmek oldu. Berlin Müzik Yüksek Okulu’nun bitirme sınavında da birlikte çalmıştık.
Almanya’da Barok konusunda uzmanlaşmaya nasıl karar verdiniz?
Tabii ki Barok Müzik tutkum sadece Almanya’daki yıllarıma dayanmıyor. Bu tutku Ankara’daki öğrencilik yıllarımda başladı. Daha o zaman bile bu müziği çok büyük bir ilgiyle öğrenmeye çalışıyordum. Öğrencilik yıllarımda, Türkiye’nin en önemli bestecilerinden ve en yakın arkadaşlarımdan biri olan Can Atilla’nın büyük payı vardır. Daha çocuk yaşlarda onun müzik dinlemeye olan büyük ilgisi beni de çok etkiledi. O ortaokulda Bach tarzında kantat besteleme girişimlerinde bile bulunmuştu. Öğrencilik yıllarımızda Bach‘a büyük hayranlık duyardık. Onunla çok sık beraber müzik dinlerdik. 15-16 yaşında büyük bir konsantrasyon ile Bach’ın Matteus Passion, Johannes Passion gibi anıtsal eserlerini bile bir çırpıda dinleyebiliyorduk. Ve onun haricinde dinlediğimiz Barok besteciler ve yüzlerce eser. Çok yoğun bir öğrenme motivasyonu içerisindeydik. Örneğin Konservatuvar’da en yakın arkadaşlarım Muhiddin Dürrüoğlu ve Çağatay Akyol ile bir eser çalışmıştık. Carl Philipp Emanuel Bach’ın, Keman, Flüt ve Piyano için bir Trio Sonatı. Yatılıda iken prova yaparken kendimizden o kadar geçmişiz ki, zamanın nasıl geçtiğini anlamamışız. Gece yarısı provanın en yoğun yerinde, okulun gece bekçileri tarafından yatakhanelerimize dönmemiz için uyarılmıştık.
İlk barok konserini o yıllarda mı vermiştiniz?
Evet. İlk barok konserimi unutamam. Kadroda ben, Muhiddin Dürrüoğlu, Çağatay Akyol, Sine Törüner vardı. Sonatlardan oluşan bir barok program yaptık. Büyük bir hevesle çok sayıda eseri programa aldık. Konser salonu Fransız Kültür Merkeziydi. Yalnız bir hatamız oldu. Bu kadar çok eserin süre olarak bir konser akşamında, hangi ölçüde yer alması gerektiğini hesaplayamamıştık. Konser 3 saat sürdü. Biz beraber barok müzik yapmaktan duyduğumuz mutluluktan dolayı, o 3 saatin nasıl geçtiğini anlamamıştık. Konser sonrası seyircinin tebrikleri yanında konserin uzunluğu hakkında eleştirisi ile bu konuda bilgi sahibi olduk. Benim için güzel bir hatıradır. Aslında uzmanlaşma amacı gütmüyordum. Tek amacım, zamanımın büyük bir kısmında bu müziği yapmak ve onu anlamaya çalışmaktı. Bu tutum çok şey öğrenmeme yardımcı oldu.
Darmstadt Barok Solistleri
20. yılını kutlayan bir barok müzik topluluğunuz var. Kuruluş öyküsünü anlatır mısınız?
Grubu kurma fikri bana ait. 2004 yılında Darmstadt Devlet Orkestrası’ndaki arkadaşlarımla birlikte kurdum. İsmini ben koydum. Barok Orkestrası yerine Barok Solistleri vurgusunu yapmamın sebebi tümüyle büyük orkestra tınısından bağımsız, şeffaf, saf, parlak oda müziği grubu disiplinini uygulamamızdan kaynaklanıyor. Ayrıca grup üyelerinin sıklıkla solo konçerto çalmalarına olanak veriyor. Küçük solistik oda müziği formatlarında da eserler çalıyoruz. Kadro en fazla üç 1. Keman, üç 2. Keman, 2 viyola, Viyolonsel, Kontrabas ve çembalodan oluşuyor. Bunu bazen lavta ve fagot gibi sürekli bas çalgıları ile zenginleştiriyoruz.
Herhangi bir kurumsal destek var mı?
Yok. 20 yıldır hiçbir şekilde resmi bir kurumun desteğini almadan, sadece iyi müzik yapmak ideali uğruna biraraya gelen müzisyenlerden oluşan bir grup bu. Sürdürdüğüm görev en başta sanat yönetmenliği, başkemancılığı ve solistliği. Sırasıyla konser tasarımları, eser ve program seçimi, müzikal konsept, notaların hazırlığı, kütüphane yönetimi, konser organizasyonu, nota tasarımı, nota basımı, nota temini... Herşeyden sorumlu olduğum için görevimi bir anne ve babanın çocukları için aldıkları sorumlulukla karşılaştırıyorum. Elbette bu çocuğun gelişmesinde katkıda bulunan çok sayıda kişi var. Bu da bizim artık küçük bir aile gibi olmamızı sağladı. Bu çocuk şu anda 20 yaşında.
Avusturya’da Melk Barok Müzik Günleri’nde…
Bugüne kadar nerelerde ve toplamda kaç konser verdiniz? En önemlileri hangileri?
Verdiğimiz konser sayısı hesaplayabileceğimden fazla. Ama repertuarımızdaki aşağı yukarı 150 eserle çok sayıda konser verdik. En önemlileri arasında Avusturya’da Melk Manastırı’ndaki Barok Müzik Günleri, Darmstad opera binamızdaki konserleri, Türkiye’de AASSM ve CRR’de verdiğimiz konserleri sayabilirim. Melk Barok Günleri’nde verdiğimiz konserler serisinde, bizden başka dünyanın sayılı Barok Müzik topluluklarından Il Giardino Armanico ve Musicus Concentus Wien de yer alıyordu. Bu efsanevi toplulukların yer aldığı sahneleri paylaşmak bizim için gurur vericiydi.
Bilinmeyen pek çok barok eseri seslendiriyorsunuz. Bunları nasıl ortaya çıkarıyorsunuz?
Kontrabasist arkadaşım Johannes Knirsch’in desteğiyle, yaklaşık 325 yıldır Darmstadt Saray Kütüphanesi’nin tozlu raflarında unutulmaya yüz tutmuş Christoph Graupner, Johann Samuel Endler, Wolfgang Carl Briegel gibi çağının çok önemli barok bestecilerinin birkaç eserini yeniden müzik dünyasına kazandırdık. Bir nevi yeni dünya prömiyeri yaptığımız bu eserleri el yazmalarından temize çekip, yeniden ele aldık. Bu eserler şimdiye kadar hiçbir konserde çalınmamış, hiçbir şekilde basılmamış, hiçbir kayıtları yok.
Ünlü barok kemancı Johannes Promsohler ile de bir ortak projede Johann Friedrich Fasch, Johann Jakob Kress, Johann Samuel Endler gibi Darmstadtlı bestecilerin keman konçertolarından oluşan bir dünya prömiyer CD’miz var. Bu eserlere Türkiye’de gerçekleştirdiğim projelerde de yer vermeye başladım. Bu tür eserlere ulaşmak aslında çok kolay, işin zor tarafı bu eserleri işlemek, anlamak, yeniden yorumlamakta. Zaman alıyor, ama insana bir arkeolojik kazıda karşısına çıkan bir hazine etkisi de veriyor. Yüzyıllar sonra bu kadar ustaca bestelenmiş eserleri insanlığa kazandırmak bana da büyük mutluluk veriyor.
Hessen Eyaleti başkenti Wiesbaden’da 100. Yıl konseri…
Almanya’da yeterli ilgi ve desteği görüyor musunuz?
İlgi bizi konserlerde gördükleri zaman çok yoğun oluyor. Ama Almanya gibi bir ülkede bile konser ayarlamak aslanın ağzında. Çok yoğun yazışmalar ve ilgi ile gerçekleşiyor. Türkiye’de ilgi elbette var, ama şartlar ve olanaklar çok kısıtlı olduğu için zorlanıyoruz. Bir çok telefonlaşma ve yazışmalardan sonra bir takım projeler gerçekleştirebiliyoruz.
Türkiye’de de hayli konser verdiniz…
Evet.. Birçok kez Türkiye’ye geldik. Avrupa’da birinci ligde olan konser salonlarında çalıyoruz ama Türkiye’de en prestijli festivallerden maalesef ilgi görmüyoruz. Böylesi kalitede bir toplulukla dünya Barok Müzik yıldızlarıyla çalıştık ve konserler verdik. Bunların başında efsanevi Giuliano Carmignola, Maurice Steger, Reinhard Goebel, Enrico Onofri geliyor. Tabii ki Alessandro Quarta, Johannes Pramsohler, Sonia Prina gibi isimler de var. Dünya yıldızlarının yer aldığı bir festivale yine Darmstadt Barok Solistleri ile konser yapmak için yukarıda belirttiğim yıldızlarla birçok kez başvurdum ama maalesef red cevabı bile alamadım!
Türk müzisyenlerle bazı çalışmalar yaptığınızı biliyoruz. Hangi kapsamda gerçekleşiyor bu projeler?
Evet çok uzun yıllardır düzenli olmasa bile, fırsat buldukça Türkiye’nin en önemli orkestraları ile Barok projeler yapıyorum. Bunların arasında Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası, Antalya Devlet Senfoni Orkestrası, Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestrası, KKTC Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, Karşıyaka Oda Orkestrası, Camerata Barok İstanbul, Mersin Üniversite Akademik Orkestrası var.
İzmir’de KODA ile konserde…
Son yıllarda gerçekleştirdiğim projeler, orkestraların potansiyellerini ortaya çıkartıp, onları stilistik olarak Barok Müzik’le gerçek anlamda tanıştırmak açısından benim için çok önemli bir tecrübe. Onları rutin yaptıkları senfonik konser etkinliğinden alıp, oda müziği sayılacak bir formatta, bu projelerde motive etmeye çalışıyorum.
Nasıl bir kadro yapısı kuruyorsunuz bu konserlerde?
Konser formatı ilginç. Sayıyı ortalama 17 kişilik bir oda orkestrası sayısına indiriyorum. Kadro küçüldükçe büyük grupların içindeki tınılara alışmış müzisyenlerin daha aktif olmaları itkisini yoğun bir şekilde hissediyorum. Yaptığımız stilistik değişikliğin başında her konseri şef olmadan çalmamız var. Konseri ben yönetiyorum. Ama sadece başkemancı olarak. Ne önde podyumda duruyorum, ne elimde bagetim var. Ben de kemanımla orkestranın bir üyesiyim. Onun için konserler büyük kadro ile çalınan oda müziği konserlerine dönüşüyor. Programları normal Barok konserleri gibi yaklaşık 2 saat civarında planlıyorum.
CSO’da kızkardeşi Ebru Tamer’le iki keman için konçerto seslendirirken…
Benim izlediklerimde tüm kadro ayakta çalıyordu…
Evet, tüm konserleri ayakta çalıyoruz. Bu projeleri hem müzikal partnerim, hem de Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası keman sanatçısı, kardeşim Ebru Tamer ile gerçekleştiriyoruz. O da solist olarak konserlerde yer alıyor. Tabii ki üç fonksiyon, yani “şeflik, başkemancılık, solistlik bir arada olur mu?” diye sorarsanız, oluyor diye cevaplayabilirim! Müziğin içinde olup onu yoğun bir şekilde yaşadığınız zaman bu gerçekleşebiliyor. Programları çok iddialı ve zor olarak planlamamda yatan neden şu: Program çok çeşitli ve rafine edilmiş Barok Müzik tarihinin en muhteşem eserlerinden oluşunca, seyircinın nadiren yaşanan bu akşamların iki saat sürse de, uzunluğunu hissetmemesinden kaynaklanıyor.
Kaç prova ile hazırlanıyorsunuz bu konserlere?
Konserleri sadece 4 ya da 5 prova ile çıkarıyoruz. İlk provanın yarım saatini çalarak değil de, küçük bir bilgilendirme safhası ile geçiriyorum. Uzun yıllardır bu orkestralarla çalışıyorum. Projeyi nasıl bir biçimde gerçekleştirme planım hakkında tecrübeleri var. Ama gene de küçük bir hatırlatma faydalı oluyor. 44 yıllık müzik yaşamımın belli başlı tecrübelerini ve bilgilerini başlıklar halinde toplayan minik bir kitapçığım var. Aşağı yukarı 150 başlıktan oluşuyor. Bu başlıkların her biri hakkında bir kitap da yazılabilir. Ama ben bilgileri minik doping bilgiler olarak zamanın elverdiği oranda özetlemeye çalışıyorum.
Ne tür bilgiler bunlar?
Bu yüzlerce bilgil arasından, ki bu konu başlı başına bir söyleşinin içeriği olabilir, örnek olarak birkaçını sayabilirim: Vibratosuz çalmak, mümkün olduğu kadar boş tel kullanmak, mordern arşe ile çalınıyorsa biraz yukarıdan tutmak, cümle sonu notaların hep aksansız çalınması, metal mi telinin çok dikkatli çalınması, son akordun çembalonun vuruşuyla aynı salisede gerçekleşmesi vs. vs. vs. Yüzlerce fikir.
Bursa Böllge Devlet Senfoni’yle barok konserin provasında…
Bu konserler yaptığınız tüm devlet orkestraları dinleyicisi tarafından beğenildi, bunu neye bağlıyorsunuz?
Tabii ki bu konserlerin bu kadar verimli olmasının arkasındaki neden benim eserleri kafamda yıllardır işlememden, harmanlamamdan ve özümsememden kaynaklanıyor. Kendinizin anlamadığı ve hakim olamadığı müziği başkasına anlatmanız olanaksızdır. Çalışmalarım uzun yıllara dayanıyor. Defalarca çaldığım eserleri arkadaşlarımla çalışıyorum. Şöyle bir karşılaştırma yapılırsa, mükellef bir yemek için malzemeyi en başından kendim üretiyorum, tohumdan ekiyorum, yıllarca yetiştiriyorum, suluyorum, bakımını yapıyorum. Topluyorum, onu pişiriyorum, bir yemek yapıyorum. En sonunda arda kalan iş o yemeği, o akşam dostlarla, sevdiklerimizle güzel bir ambiyansta yemeye kalıyor.
Prensip olarak bir program içerisindeki eserlerin bütün konseptini hazırlıyorum. Bütün eserlerin bütün partilerinde, üzerinde düşünmediğim, anlam vermediğim nota kalmıyor. Her notanın o yapı içinde bir anlamı oluyor. Kendi müzikal konseptim açısından tartışılacak bir boşluk bırakmamaya çalışıyorum. İğneyle kuyu kazmak oluyor biraz.
CSO Ada Ankara Mavi Salon’daki konser…
Son olarak Türkiye’de CSO’nun genç üyeleriyle bir konser yaptınız. Birlikte kısa sürede hazırladığınız bu konserde genç müzisyenleri nasıl buldunuz?
Yaşım dolayısıyla şimdi mesleğe başlayan meslektaşlarımla aramda ciddi bir nesil farkı oluştu. CSO başta olmak üzere, Türkiye’deki konserlerde genç arkadaşların öğrenme arzusuyla daha çok bu konserlerde yer almak isteğini görüyorum. Türkiye orkestraları hızla yenileniyor. Genç arkadaşların sayısı çoğaldı. Onlarla buluşmak benim için büyük mutluluk. O kadar donanımlı, o kadar kabiliyetli ve çalışkanlar ki, hayretler içerisinde kalıyorum. Şöyle ki; provalarım çok yoğun ve zaman azlığı içerisinde geçiyor bazen. Esasında böyle programları çıkartırken 40 provalık bir bilgi işleme malzemesi bile olabilir. Ama her zamanki gibi normal şartlarda biz bunu 4 provada gerçekleştirmek zorunda kalıyoruz. Bazen 6 saatlik bir çift prova gününde onları yormamak için provayı bir kaç dakika erken bitiriyorum. Ama onlardaki istek o kadar büyük oluyor ki, son dakikaya kadar “şurayı bir daha alalım, şuraya bir daha bakalım, şu bölümü bir daha çalalım” gibi durumlar da ortaya çıkıyor. Benim mutluluk duyduğum yan, onları demek ki ikna ve motive edebiliyorum ki, saate bakıp, prova ne zaman bitecek diye beklemek yerine, son dakikaya kadar zamanı kullanıp, birşeyler yapmak isteği oluyor.
Salon da tümüyle doluydu CSO’da…
Evet konserlere seyircinin ilgisi büyük. Gerçekleştirdiğimiz formatta konserler yeni yeni Türkiye’ye yayılmaya başladı. Bu beni çok mutlu ediyor. Hazırladığım programları çok renkli şekillendirmeye çalışıyorum. Hem besteci çeşitliliği, hem tanınmamış eserlerin öne çıkması, çok hareketli eserlere perküsyon yerleştirme çabam, bu konserlerin tansiyonunun sonuna kadar yüksek kalmasını sağlıyor. Tabii arada bir de seyirciden sevinç çığlıkları duyunca insan daha da mutlu oluyor. Özetle Türkiye’deki konserler meslek yaşamımda beni çok mutlu eden konserler arasında. 34 yıllık Almanya maceramda edindiğim tecrübeleri hem Türkiye seyircisiyle, hem de genç Türk meslektaşlarımla paylaşmak hayatımın amaçlarından biriydi. Bu rüyamı da gerçekleştiriyorum. Çok mutlu oluyorum bu projelerde.
ŞEFİK KAHRAMANKAPTAN
Bu yazı Konser Arkası dijital dergisinin Eylül sayısında yayımlanmıştır.
ETHEM EMRE TAMER KİMDİR?
1969 yılında Ankara’da doğdu, 1980’de yılında Ankara Devlet Konservatuvarı’nda Prof. Nuri Çeken ile keman çalışmalarına başladı. Prof. Reyyan Yücelen-Başaran’ın keman ve Prof. Ulvi Yücelen’in oda müziği sınıfından 1990 yılında H.Ü. Bilim Teşvik Ödülünü alarak Yüksek Okul ve Konservatuvar Birinciliği ile mezun oldu. 1986-87 yıllarında Fransa’da Akdeniz Gençler Orkestrası’na 1. Keman üyesi olarak katıldı. 1988’ de Almanya’da Spohr Akademisi’nde ustalık sınıflarına katılıp Prof. Wolfgang Marschner ve Prof. Jörg Hoffman ile çalışarak diploma aldı. 1989’da Bilkent Üniversitesi Yaz Müzik Okulunda Prof. Suna Kan ile çalıştı.
1990’da Almanya’dan aldığı DAAD bursu ile öğrenimini Berlin Yüksek Müzik Okulu’nda Prof. Ilan Gronich ve Prof. Axel Gerhardt ile sürdürdü. Bu süre içerisinde Junge Kammerphilharmonie Berlin, Berliner Mozart Orchester, RIAS Jugend Orchester, Berliner Barock Orchester ve Berliner Symphoniker gibi orkestraların konserlerine katıldı. 1992’de İsrail’de “Music by the Red Sea” festivali çerçevesinde International Symphony Orchestra’da Lorin Maazel ve Yoel Levi ile çalıştı. Ayrıca Prof. Frans Helmerson’un oda müziği kursuna katıldı.
1992-96 yılları arasında Deutsches Symphonie Orchester Berlin’de (Şef V. Ashkenazy) ile çalıştı, bu orkestranın Japonya, Almanya, İspanya, Danimarka, Portekiz, İngiltere, İrlanda ve İtalya turnelerine katılarak en önemli müzik merkezlerinde konserler verdi. Ayrıca bu orkestrada, G. Wand, G. Albrecht, Kent Nagano ,K. Sanderling, D. Zinman, John Adams, G. Roshdestvensky, E. Inbal, Hans Zender, D. Kitajenko, R.Barschai, L.Foster, C. von Dohnanyi, L. Zagrosek, C. Garben ve A. Davies gibi şefler ve G. Kremer, I. Händel, L. Harrel, S. Richter, S. Chang, Y. Kissin ve M. Argerich gibi solistlerle beraber müzik yapma olanağını elde etti.
Emre Tamer, 1995-96 yıllarında Berlin Filarmoni Orkestrası’nında (Şef Claudio Abbado) konserlerine katılarak, efsanevi şefler Pierre Boulez, Mariss Jansons, James Levine ve Sir Simon Rattle’in batonu altında bu orkestrada çalan ilk Türk sıfatını kazandı. Ayrıca bu orkestralarda yapılan Deutsche Grammophon, Decca, Rca ve Sony gibi 17 CD Prodüksiyonunda yer aldı.
1993’te 3 yıllık bir eğitimden sonra Berlin Yüksek Müzik Okulu keman bölümünü “Pekiyi” derece ile bitirerek Master’ını tamamlayan Emre Tamer çalışmalarını aynı okulda 2 yıl boyunca Keman Pedagojisi Uzmanlık Bölümünde sürdürdü. Ayrıca Frankfurt Operası, Wiesbaden Devlet Operası, Mainz Devlet Operası, Kaiserslautern Radyo Orkestrası, Ludwighafen Devlet Filarmoni Orkestrası, Radyo Filarmoni Hannover ve Deutsches Symphonie Orchester Berlin’in konser ve opera temsillerine sürekli konuk sanatçı olarak katılmaya başladı.
1996’dan beri Darmstadt Devlet Orkestrası’nın 2. Keman Grup Şefliği yardımcılığını sürdüren Tamer’in repertuarında 150 opera bulunuyor. Bu orkestranın konserlerinde de Shlomo Mintz, Frank Peter Zimmerman, Dmitri Sitkovetsky, Isabel van Keulen, Lazar Bermann ve Kristian Zimerman gibi sanatçılarla da çalıştı. Ayrıca her yıl düzenlenen ‘Soli fan Tutti’ Oda Müziği konserleri serisinde çeşitli topluluklarla da çalmaktadır.
Türkiye’nin CSO Ankara, IDSO İstanbul, ADSO Antalya, BBDSO Bursa, KODA İzmir, Camerata Barok İstanbul gibi orkestralarında Barok projelere imza atan Tamer şimdiye kadar Ankara Uluslararası Müzik Festivali, İstanbul Bahar Festivali, Kıbrıs Uluslararası Bella Pais Müzik Festivali gibi platformlarda da yer aldı.
Prof. Reinhard Goebel ile
Barock Ensemble “Händel with care Darmstadt“ ın solo kemancısı, Viaggio Musicale`nin Konzertmeisteri ve ayrıca Priamos Quartet`in üyeliğini de yaptı. Ayrıca Giuliano Carmignola, Reinhard Goebel , Enrico Onofri, Simon Standage, Nikolaus Harnoncourt, Maurice Steger, Andrew Manze, Christopher Hogwood, Sonia Prina ve Bernard Labadie gibi Barok Müziğin önde gelen isimleriyle de çalıştı.
Tamer, 2004’te kurduğu Darmstadt Barok Solistleri ile Genel Sanat Yönetmeni, Solisti ve Konzertmeisteri olarak 20 yıldan beri Avrupa’da ve Türkiye’de sayısız konserde yer aldı. Darmstadt Barok Solistleri 2016 yılında Darmstadt Büyük Müzik Ödülüne layık görüldü.
DARMSTADT BAROK SOLİSTLERİ
Topluluğun sanat yönetmeni, başkemancısı ve solisti Ethem Emre Tamer tarafından 2004 yılında kurulan Darmstadt Barok Solistleri, Darmstadt Devlet Orkestrası üyelerinden oluşmaktadır. Amacı, Barok müzik repertuarının en önemli ve tanınmış eserlerinin yanında, unutulmaya yüz tutmuş ya da hiç bilinmeyen eserlerini de dinleyiciye sunmaktır.
12 kişiden oluşan bir oda orkestrası olan grup Barok dönemlerde olduğu gibi şefsiz ve Barok enstrümanlarla çalmaktadır. Ayrıca çeşitli oda müziği formasyonlarında da konserler vermektedir. Sanatçıların her biri sırayla solist olarak da görev yapmaktadır. Barok Orkestrası yerine, Barok Solistleri olarak adlandırılmaları bu fonksiyonu vurgulamaktadır. Ayrıca yenilikçi, olağandışı ve çarpıcı yorumları ile eski ve yeninin sentezini yakalamaya çalışmaktadır.
Maurice Steiger ile…
Barok stil, büyük senfonik orkestral tınıdan çok farklı bir tınıya sahip olduğu için bu stilin gerektirdiği parlak, enerjik, şeffaf ve sade tınıyı yakalamak uzun yıllar sürmekte ve çok titiz bir çalışmayı gerektirmektedir. 20 yıllık geçmişinde bu tınıyı yakalayan grup Melk Avusturya Barok Festivali gibi uluslararası platfomlarda başarılara imza atmaktadır.
Barok müzik dünyasının efsanevi topluluğu Musica Antiqua Köln`ün başkemancısı ve sanat yönetmeni Prof. Reinhard Goebel ile çalışmalar yapmakta ve Goebel`in yüzyıllar sonra keşfettiği ve dünyada ilk seslendirilişlerini yaptığı hiç tanınmamış eserleri büyük bir hızla repertuarına katmaktadır. Grup Giuliano Carmignola, Reinhard Goebel, Enrico Onofri, Johannes Pramsohler, Sonia Prina ve Maurice Steger gibi Barok Müzik otoriteleri ile konser çalışmalarını sürdürmektedir.
Darmstadt Barok Solistleri 2016 yılında Darmstadt Büyük Müzik Ödülüne layık görülmüştür. Johannes Pramsohler ile yaptıkları Darmstadt Keman Konçertoları dünya prömiyer CD si ile çok olumlu eleştiriler almışlardır.
Alman basını son yıllarda Darmstadt Barok Solisleri‘nin yüksek kalitesine, alışılmadık repertuar seçimlerine ve yüksek tansiyonlu yorumlarına dikkat çekmektedir.
„… yakalayıcı ve canlı yorum …„
„… Birinci sınıf Barok Müzik …“
„… Birbirine uyumun yüksek sanatı …“
„… Barok Müziği bu kadar çeşitlilikte dinlemek çok seyrek …“
„… Çok yüksek derecede virtüöz ve değişken programlar …“
(Kaynak: Darmstädter Echo)