“Çağdaş Çoksesli Türk Müziğinin Ulu Çınarı” betimlemesinde hiç abartı olmayan Ahmet Adnan Saygun ( 1907-1991), bundan 30 yıl önce bugün, 6 Ocak 1991'de ardında dostluklar ve hayranlıklar kadar, kırgınlıklar ve hattâ bazılarının yüreğinde her an düşmanlığa dönüşebilecek izler bırakarak sonsuzluğa yürüdü. Geride kalanların tüm bu duyguları onun daha çok kişisel ilişkileri ve bazı zaaflarıyla ilgiliydi. Bugün ise bizlere, Saygun'u müziği ve ülkeye katkıları nedeniyle vefa duyguları içinde anmak, sahiplenmek düşüyor.
Saygun'un Ankara Devlet Konservatuvarı'nda ilk üç kompozisyon öğrencisi İlhan Baran(1934-2016), Cengiz Tanç(1933-1997) ve Muammer Sun(1932-) idi. Günümüzde sadece Muammer Sun yaşamını sürdürüyor. Üçü de besteleri bakımından farklı yol ve yaklaşımlar izledi, ama üçü de yakın müzik tarihimizde hocaları gibi önemli yapıtlar bırakmayı başardı.
Üçü arasında en genç yaşında yitirdiğimiz Cengiz Tanç, yetişkin bir besteciyken zaman zaman tartıştığı, eleştirdiği hocasına hiç bir zaman saygıda kusur etmemiş, müziği ve besteciliğiyle ilgili her zaman hakkında en objektif değerlendirmeleri yapmıştı. Bakın, 1990 'da hocasının anısına yayımlanmakta olan bir kitap için kaleme aldığı yazının giriş bölümünde Saygun'u, isabetle nasıl tanımlıyordu:
“Saygun, Türk kültür yaşamında çok yönlü kişiliği ile büyük bir eğitimci, besteci, etnomüzikolog, yazar ve her şeyden önce de ulusça seçtiğimiz bir kültür simgesi idi. Bu simgeleşmede Saygun’un neyi ne zaman nerede ve nasıl yapacağını bilen ve sezen kişiliğinin ve bilinç, yargılama yeteneğinin büyük rolü vardır. Bestecilik yaşamında da bu yargı ve ölçü duyarlığını görmekteyiz.”
Tanç, Saygun konusunda son noktayı şöyle koyuyordu:
“Saygun'dan önce bir çoksesli Çağdaş Türk Müziği geleneği yoktur. 20. yüzyılda evrensel anlamda gerçek bir ulusal müziğin nasıl ve hangi düzeyde olması gerektiğini ondan öğrendik. Saygun Türk derin düşüncesinin ve düşünce tarzının eserleri yolu ile çağdaş ve uluslararası düşünce sistemleri içinde yer almasını sağlamış ve bütün insanlığa ait sanat çevresinde yerini almıştır. Finlandiya için Sibelius ne ise, Türkiye için Saygun da odur.”
Aradan 7 yıl geçtikten sonra, kendi ölümünden aylar önce Saygun'u doğumunun 90. yılında anma amacıyla MSGSÜ İstanbul Devlet Konservatuvarı'nda düzenlenen toplantıdaki şu yakınması ise, Tanç'ın uzgörüsünü ortaya koyan nitelikteydi:
“Cumhuriyet’in aydınlık günlerine geldik. Ama bir de baktık ki geçen 70 yıl içinde o yıkıntılar iyice temizlenmemiş, yuvalanan birtakım acayip yaratıklar açıkça ortaya çıkmaya başladılar. Bu orta çağ ilkelliğine teolojiyi, sanatı âlet ederek geri dönmek ve iktidarı bu yolla ele geçirmek isterisinin bir örneğini şimdi, Saygunlar gibi uğraşlardan sonra, çağdaşlaşmış hangi ülkede görmekteyiz? 21. yüzyıla girerken devlet konser salonlarında 6 yıldır bir Saygun dinleyemedik. Çok acıdır. Bu uygar insanlar gibi o salonlarda Saygun dinleyip ulusal, evrensel duygularımızı yücelteceğimize veya Saygun’u tartışacağımıza, 2000 yılı Atatürk Türkiyesinde sabahtan akşama kadar, en ilkel Afrika kabilelerinde görülmeyen vahşi danslarla bedevilerin zikir ayinlerini izliyoruz.”
Buradaki “Saygun'u tartışacağımıza” ifadesi önemlidir. Kastedilen Saygun'un müziği ve açtığı yoldur, kişisel ilişkileri değil. Saygun'un müziği ve eğitimciliği, hep bardağın dolu tarafını oluşturmuştur. Tanç'ın 31 yıl önce yaptığı şu değerlendirme, Saygun için günümüzde de geçerliliğini korumaktadır:
“Saygun’un bütün yapıtları, son verdiği eserlerden biri olan Orkestra Çeşitlemeleri Op, 71 düşünüldüğünde, sanki Avrupa Klasizmi ile sonraki post-romantik, atonal, seriel, post seriel gibi uluslararası çağdaş düşünce sistemleri içinde yer alan tüm yeni müzik akımları arasında bizde olması gereken büyük literatür boşluğunu doldurmak için yazılmıştır. Üstelik böylesine bilinçli ve örneği olmayan bir sanatsal davranış, tam tersi bir bilinçsizlik ortamında ve karşıt çevrelerin baskılarına karşın yapılmıştır. Ters yönde koşullanmış toplumsal beğeni ve devlet kurumlarının yetersiz sanatsal değer yargılamaları her zaman ve her yerde sanatçıyı engellemiştir. Bizde kurumsal ve toplumsal baskıların daha fazla oluşunun nedeni kuşkusuz Cumhuriyetten önce Osmanlı geleneğinden devraldığımız evrensel müzik sanatına ait hemen hiçbir birikimin olmayışıdır.”
Saygun, müzikolog- eğitimci Halil Bedii Yönetken'in (1899 -1968) Rus Beşleri'ne atıfta bulunarak yakıştırdığı, daha sonra bir tanımlamaya dönüşen Türk Beşleri ( A. Adnan Saygun, C. Reşid Rey, U. Cemal Erkin, N. Kâzım Akses, H. Ferid Alnar) arasında, irili-ufaklı tez, makale ve kitap sayısı bakımından, üzerinde en fazla çalışılmış olanıdır. Bu çalışmaların neredeyse tamamı Saygun'un ölümünden sonra yapılmıştır.
Edinmek, Saygun hakkında bilgi dağarını geliştirmek isteyenler için, kitapları yayın yılına göre sıralayalım:
Ahmed Adnan Saygun / Doğu-Batı Arası Müzik Köprüsü / Emre Aracı /YKY / 2001
Atatürk, Saygun ve Özsoy Operası / Şefik Kahramankaptan / SCAMV / CD Ekli / 2005
Doğumunun 100. Yılında Ahmed Adnan Saygun / Dinçer Yıldız / Sun / 2007
Türk Müziğinin Kutup Yıldızı Adnan Saygun / Kemal Küçük / Doğuş / 2007
Biyografya 5, Ahmet Adnan Saygun / Ali Ergur / Yasemin Esra Doğancı / Gülsin Onay / Yiğit Aydın / Melih Duygulu / Emre Aracı / Önder Kütahyalı / Gülper Refiğ / Bağlam / 2009
Adnan Saygun'larda Çay Sohbetleri / Sadun Tanju / Pan / 2012
Anılardaki Adnan Saygun / Serhan Yedig / Pan / 2012
Özsoy Operası - Atatürk ve Adnan Saygun / Gülper Refiğ / Boyut / 2012
(Atladığım kitap, yayınevi, yazar var ise bağışlasın, listeyi hazırlarken öncelikle kendi kitaplığımı esas aldım.)
Atatürk'ü doğru olarak öğrenmek ve öğretmek nasıl her aydının göreviyse, Saygun'u öğrenmek ve öğretmek de öyledir. Özellikle müzikseverler, müzikologlar ve müzik öğrencileri için.
ŞEFİK KAHRAMANKAPTAN
6 Ocak 2021, Ankara
Not: Bu yazıyı Quatuor Danel icrasıyla cpo etiketiyle2006 yılında uluslararası raflara çıkmış Saygun yaylı dörtlülerini dinleyerek yazdım. Edinmek isteyenler için: https://www.opus3a.com/u/quartet-danel-ahmed-adnan-saygun-complete-string-quartets-cd/ab674b8f7b417145eba6017899e0092e