Hayatında bir kez bile şeytana uymamış, şeytan tarafından aklı çelinmemiş kişi var mıdır acaba?
Dilimize yerleşmiş şeytanlı pek çok deyim vardır. Şeytan dürttü, şeytana uymak, şeytan görsün yüzünü, şeytan işi, aksi şeytan ilk akla gelenler...
Aslında şeytanın da bir “melek” olduğunu çoğu kişi bilmez. Semavî dinlerde, şeytanın Tanrı'ya isyan ederek yanından kovulmuş, onun yarattığı her şeye karşı âdeta savaş açmış bir melek olduğuna, dünyadaki tüm kötülüklerin baş suçlusu olduğuna inanılır.
Şimdi bu şeytan meselesi nereden çıktı diyecekseniz, söyleyeyim, Igor Stravinski'nin (1882- 1971) Askerin Öyküsü başlıklı müzikli oyunundan...
Hacettepe Senfoni Orkestrası'nın Şubat ayı konserinin programında yer alıyordu Straviski'nin bu eseri. Şef Rengim Gökmen yönetiminde Burcu Zorlu (keman), Atakan Altun (kontrbas), Doğa Sarıgül (klarnet), Renato Lupu ( trompet), Özge Alaşehirli (trombon), Onur Üzülmez (fagot) ve Emirhan Çakır'dan (vurmalılar) oluşan topluluk anlatıcı Tamer Levent'e eşlik ediyordu.
Stravinski, Birinci Dünya Savaşı ve 1917'deki Bolşevik İhtilali'nin getirdiği koşullara İsviçre'de yakalanmış ve ülkenin Fransızca konuşulan Cenevre kantonundaki Borges kasabasında göçmen olarak yaşamaya başlamıştı. Yazar C. Ferdinand Ramuz'un küçük bir gezici tiyatro için eser yazma önerisini kabul etmiş, librettoda yararlanması için kendisine Rus Halk Masalları'nın derlendiği bir kitabı önermişti. İşte şeytanın aklını çelmesiyle kemanını bir kitap karşılığı kaptıran ve sonunda ruhunu kaybeden kaçak bir Rus askerin öyküsünü anlatan eser 1917'de böyle ortaya çıkmıştı. Keman, askerin kişiliğini, ruhunu temsil ediyordu. Metin fransızcaydı ve besteci tarafından “okunmak, oynanmak, çalınmak ve dans edilmek için yazılmış tiyatro eseri “ olarak tanımlanmıştı.
Eserin prömiyeri 1918'de Lozan Belediye Tiyatrosu’nda, şef Ernest Ansermet yönetiminde yapılmış ama İspanyol gribi salgını nedeniyle planlanan Avrupa turnesine çıkılamamış, Askerin Öyküsü 1923’te Frankfurt’ta 1924’te Paris’te sahnelenebilmişti.
Askerin Öyküsü'nün Türkiye'de sahnelenmesi için yazılışının üzerinden tam 50 yıl geçecekti. 1967'de şef Ernst Huber-Contwig yönetimindeki Musica Nova topluluğu, anlatıcı Genco Erkal'a eşlik edecekti. Eserin metnini Fransızcadan tanınmış şair ve çevirmen Cevat Çapan çevirmişti.
1967'den bu yana yapıt değişik kentlerimizde farklı gruplarca sahnelendi. HSO ile anlatıcı olarak Tamer Levent'in yer alması çok anlamlıydı. Çünkü tıpkı şef Gökmen gibi, Levent de Cumhuriyetin ilk yüksek sanat eğitim kurumu olan 1936'da kurulmuş Ankara Devlet Konservatuvarı'nın mezunuydu. Aralarında deyim yerindeyse “Cebeci kardeşliği” vardı. Levent bu kez, ADK'nın Cebeci dahil 3. binasına, Hacettepe Üniversitesi Beytepe Yerleşkesi'nde konuk oluyordu.
Tamer Levent ve topluluk, Gökmen'in yönlendirmesinde yapıtı başarıyla oynayıp seslendirdiler. Güçlü alkış aldılar. Levent'in metnin daha iyi anlaşılabilmesi için küçük dokunuş ve eklemeler yaptığını fark ettik.
Rengim Gökmen dinleyicilere, Tamer Levent'in okulundan gelen bu daveti hiçbir karşılık beklemeden kabul ederek, gelip sahneye çıktığını söyledi. Tamer Levent de “Biz çocukluk arkadaşıyız” dedi, “Sanata Evet” sloganının mucidi ve yayıcısı olarak dinleyicilere de üç kez “Sanata Evet”i güçlüce tekrarlattı.
DT Genel Müdürlüğü, TOBAV ve TOMEB Başkanlıkları yapmış, devlet hizmetinden emekli olduktan sonra meslek yaşamını İstanbul'da sürdüren Tamer Levent, aslında Ankara'yı sever. Nitekim konser sonrası ayaküstü sohbet ederken, “Sorma Ankara'yı özlemişim, İstanbul tam bir cangıl” demez mi? Eski dostun aynı duyguları paylaşıyor olması, doğrusu pek hoşuma gitti.
CEM ÖNERTÜRK'TEN MERCADANTE ve TAKEMİTSU
Konserin ilk yarısında ise, son yıllarda hem icracılığı, hem eğitimciliğiyle kendine müzik camiasında olumlu bir konum edinen flüt solisti Cem Önertürk'ü (d.1986) HSO eşliğinde İtalyan besteci Saverio Mercadante'nin ( 1795- 1870) Op.57 Mi minör 2. Flüt konçertosu'nda dinledik.
HSO yaylıları tam kadro, Rengim Gökmen yönetiminde Önertürk'e eşlik ettiler. Sezon başından bu yana bir tedavi süreci nedeniyle orkestradan ayrı kalan Ayşe Akçay başkemancı sandalyesinde oturuyordu.
Bestecinin flüt dağarında seçkin bir yeri olan konçertoyu Önertürk başarıyla icra etti. Kıvraklığı, zamanlaması, tınısı yerli yerindeydi. Bilkent'teki öğrencilik günlerinden beri tanıdığım ve izlediğim Cem Önertürk'ün 2021'de profesörlük unvanını da aldığını program kitapçığındaki güncel biyografisinden öğrendim ve çok memnun oldum. Yüksek lisansını Almanya'da, doktorasını Bilkent'te yapan, Uludağ Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'nda doçentlik ünvanını alan Önertürk, aynı zamanda üflemeli çalgılar bölüm başkanlığını da yapıyor, Bilkent'te de derslerine devam ediyordu. Şimdi Uludağ'daki esas eğitim kadrosunun yanında, Bilkent yerine İTÜ-TMDK'nda ders veriyor.
Cem'in pek çok orkestrayla seslendirdiği konçertoların yanı sıra oda müziği topluluklarıyla yaptığı işler takdire şayandır. Örneğin Anadolu Nefesli Beşlisi, alanında ülkemizdeki sağlam ve süreklilik kazanmış bir topluluk olarak pek çok konser salonunca aranıyor. Hezarfen Ensemble ise Önertürk'ün yeni müzik akımına olan ilgisinin sonucu, katılımını önemle sürdürdüğü bir uluslararası topluluk.
Yeni ve çağdaş işlere olan ilgisini, konçertonun sonunda alkışlara karşılık dinleyiciyi ödüllendirmek amacıyla seçtiği yapıtla da gösterdi. Japon besteci Toru Takemitsu'nun (1930-1996) solo flüt ve icracının sesi için yazdığı 1971 tarihli Voice başlıklı parçayı seslendirdi. Atonal parça dinleyicinin ilgisini çekti ve büyük alkış aldı.
Mesleğini akademisyen ve solist olarak olarak, birbirine koşut biçimde aynı başarıyla sürdürme becerisi gösteren Cem Önertürk'ün 150'nin üzerinde irili-ufaklı yapıtın ilk seslendirilişini yapmış olması da, çok önemli bir katkısıdır.
ŞEFİK KAHRAMANKAPTAN
11 Şubat 2022, Ankara