Yıl boyu birlikte yatıp kalktığımız “2018 Troya Yılı” etkinliklerinin sonuncusu, Bujor Hoinic'in bestelediği TROYA, “Epik Opera” tanımlamasıyla 9 Kasım 2018 akşamı, Ankara Devlet Opera ve Balesi tarafından 3500 kişilik Congressium salonunda ilk kez sahnelendi.
Eserin “Proje Yaratıcısı ve Sanat Yönetmeni” ve başrol oyuncusu, DOB Genel Müdürü, uluslararası tenorumuz Murat Karahan'dı.. Davetlilerden temsile gelenler arasında eski kültür bakanları İstemihan Talay ile Ertuğrul Günay, yabancı ülkelerin büyükelçileri, geçmişte DOB'un temsillerine katkıda bulunmuş iş adamları dikkati çekti. Şimdiki Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, doğal olarak ev sahibi konumundaydı.
Saat 20.00'de başlaması gereken temsil, yoğunluk nedeniyle 25 dakika gecikmeli olarak başladı. Perdeye Vakıfbank'ın, Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi TRT ve bazı özel televizyonlarda neredeyse yüzlerce defa tekrarlanmış filmi yansıyınca salonda soğuk bir sessizlik oldu. Türkiye'nin son 15 senede nasıl büyüyüp geliştiğini, nasıl birlik-beraberlik içinde olduğunu anlatan bu film bitince arkalardan üç beş alkış sesi geldi.
Ardından, Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy'un imzasıyla bir video ekrana yansıdı. Atatürk’ün veciz sözlerinden "Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır" ile başlayan videoda, Atatürk’ün son dönem çekilmiş fotoğraf kareleri ve cenaze törenine ilişkin görüntüler yer alıyordu. Videonun son bölümünde, Atatürk’ün “Güzel sanatlarda muvaffak olmak, bütün inkılaplarda başarıya ulaşmak demektir.” ifadesi de bulunuyordu. Video bittiği anda âdeta salonda yer yerinden oynadı. Herkes ayakta coşkuyla alkışlıyordu. Böylece Vakıfbank'ın “propaganda filmi” ile Bakanlığın “Atatürk'ü anma” videoları arasındaki “tezat”, dinleyicinin alkışlarıyla vurgulanmış oldu.
Aslında Kültür Bakanlığı'nın videosu tam olarak yayınlanmadı, herhalde daha da uzamasın diye.. Yoksa o videoda Murat Karahan öncülüğündeki Ankara Devlet Opera ve Balesi Korosu da Atatürk’ün sevdiği eserlerden bir Selanik türküsü olan “Bülbülüm Altın Kafeste”yi söz konusu görsele özel olarak seslendirmişti.
Peki, Vakıfbank'ın bu propaganda filmi acaba neden yayımlanmıştı? Hemen Türkçe-İngilizce yayımlanmış özenli kitapçığı kurcaladım, gördüm ki başına sponsorlar tanımlaması eklenmemekle birlikte ikinci sayfada Vakıfbank, Ziraat Bankası ve Opet'in amblemleri yer alıyordu. Demek ki eserin çıkarılması için opera bütçesini onlar desteklemişlerdi. Desteğe teşekkürler, ama bunun karşılığı olarak daha yalın bir tanıtım malzemesi kullanılabilirdi.
Böylece Atatürk'ü, yitirişimizin 80. yılında sanatla anmış olduk.
Eserin 2018-18 sezonu başına yetişmesi için Bujor Hoinic'in nasıl canla başla çalıştığını biliyorum. En yakın destekçisi de oğlu besteci-şef Artun Hoinic'di. Artun, Homeros'un İlyada Destanı'ndan tarihsel akışa uygun olarak metinleri yazmıştı. Provalar başladıktan sonra da, Ankara Operaevi binasındaki tadilat bir yandan sürdüğü için, sanatçılar kâh CSO'ya, kâh Leyla Gencer Sahnesine taşınmışlar, sonunda Congressium'a genel provalar için geldiklerinde bir rahat çalışma ortamı bulabilmişlerdi.
Başından beri bale ağırlığının fazlalığı nedeniyle “Sahne Gösterisi” olarak nitelendirdiğim, ADOB'un ise “Epik Opera” olarak sunduğu eserin “epik” yanı, Homeros'un bir anlatıcı olarak tarihsel akışı sahnede oynayarak sunmasından ve opera bölümünün recitatif ağırlıklı olmasından kaynaklanıyordu. Homeros rolü de, ilk temsilde DT Genel Müdürü Mustafa Kurt'a verilerek iki kurum arasında bir “birlik-beraberlik” gösterisi de yapılıyordu.
Dekor minimal iki sütun, Truva atı, birkaç aksesuar ve 3DMAX Mapping Teknolojisi ile desteklenen görsel tasarımdan oluşuyordu. Bu çalışma, gösteriye sinematografik bir hava katmıştı. Bujor, bazı karakterleri balecilerden seçerek bir denge yaratmaya çalışmıştı.
Müzik, Bujor Hoinic'in önceki düzenleme ve beste çalışmalarından tanıdığımız, iyi orkestrasyonu olan, özellikle bale adımlarını iyi dikkate alarak hazırlanmış, tansiyonu sürekli diri tutan bir yapıya sahipti. Bu Bujor Hoinic'in ikinci opera türü çalışmasıydı. İlki, proje ve librettosu bana ait olan, sahnelenmeyi bekleyen “Şahmeran”dır.
Akışta, işi renklendirmek için bazı mizansen olay ve mekânlar da bulunuyordu ama öykünün özü İlyada'da anlatılan, önceleri sözlü, sonraları yazılı olarak günümüze kadar gelen Truva'nın kadersiz sonuydu. Öyküyü burada kısaca anımsatmakta yarar var:
Dünyanın en güzel kadını Helen, Paris tarafından Truva'ya kaçırılır. Helen’in kocası Spartalı Menelaos, kardeşi Miken Kralı Agamemnon ve çevredeki diğer krallar, bin gemiden oluşan büyük bir donanmayla Truva seferine çıkarlar. 10 yıl boyunca Truva ile savaşır ve çetin mücadeleler sonrasında Truva Atı hilesiyle Kral Priamos’un güzel Truva kentini ele geçirip, yakıp yıkarlar. Helen’i alıp kocasına geri verirler.
Bu savaşta Aşil, Truva prensi Hektor’u öldürür, sonunda ise kendisi de Paris tarafından topuğundan okla vurulur. “Aşil tendonu” bu öyküden kaynaklıdır.
Eserde de, Miladdan Önce 13. Yüzyılda yaşanmış , 10 yıl süren Truva Savaşları'nın son 51 günü ele alınıyordu.
Türkçe metinde, dikkatli göz ve kulakların dikkati çeken, olaydan yüzyıllar sonra İslamiyetle birlikte Arapça'dan dilimize girmiş olan bazı kavramların kullanılmış olması dikkati çekiciydi. “Şehit” ve “Şehâdet” kavramlarıydı bunlar. “Troyalı şehitler” yerine “Truvalı yitikler” denilebilirdi pekala.. Çünkü “şehit” kavramı dini İslam olup savaşta ölenler için kullanılan bir deyimdi. İslamî terminolojide nasıl “tek yaratıcı Allah” ise, savaşta ölene de “şehit” deniliyordu. “Gazi” kavramı da sözclüklerde “İslam dinine göre gazaya katılmış olan kişi / Savaşa katılıp salimen dönen kimse”diye tanımlanıyordu. Eserde, “Troyalı Gazi” diye bir kişilik de vardı. Burda da “Gazi” yerine “Engelli” kavramı kullanılabilir miydi?
Eserde başrol olarak tanımlanan Paris'i oynayan Murat Karahan, perdeye yansıyan libretto akışındaki “şehit” sözcüğünü bir yerde “asker” olarak telaffuz etmeyi yeğledi.
Mustafa Kurt da Homeros olarak öykünün bağlantı metinlerini sunarken, perdedeki yazılı cümlelerde bazı değişiklikler yaparak metni daha akıcı hâle getirme çabasını gösterdi.
Gene eserde, MÖ. 13. yüzyılın Grek tanrıları değişik yerlerde geçerken, bir yerde Helen'in repliği, sadece “Tanrım” sözcüğüyle başlıyordu. Olimpos dağında Zeus ve çevresindeki diğer tanrılara inanan toplumun parçası olan Helen'in, orada “Tanrım” yerine “Yüce Zeus” türü bir sözcük kullanması daha doğru olurdu.
Eseri sahneye İDOB rejisörlerinden Recep Ayyılmaz koydu. Koreografi ise, şimdiye kadar Armağan Davran'la ortak işler yapan, bu kez yalnız çalışmış olan Volkan Ersoy'a aitti. Yoğunlukla klasik bale hareketlerini kullanmıştı.
Asker ve savaş ağırlıklı toplu danslarda, Spartaküs, Üç Silahşörler gibi balelerde rastlandığı türde bir hareketlilik söz konusuydu. Askerlerin kılıçları birbirine çarparken çıkan kıvılcımları görebiliyorduk. Askerlerin kimi adımlamaları müzikteki vuruşlara göre uygun bir görsel efekt oluştururken, bazı yürüyüş tarzları ise yadırgandı. İzmir dansçılarından, 2015'de Antalya turnesi dönüşü kaza geçiren ve tekerlekli sandalyeye mahkum kalan Bora Acar Zöngür de özgün “Troya Gazisi” koreografisi ile sahnede yer aldı.
Eser, kamuoyunda “ünlü” olan bazı isimlerle desteklenerek sahneye konulmuştu. Hektor'u, eski dansçı, artık daha çok magazin dünyasında ve sayfalarında adı geçen, halen İstanbul'da dans-bale okulu bulunan Tan Sağtürk oynarken, Murat Karahan'ın Paris giysilerini özel olarak ünlü modacı Atıl Kutoğlu çizmişti. Bu iki isimle birlikte, Herodot'u oynayan DT Genel Müdürü Mustafa Kurt'a kitapçıkta “özel teşekkür” bölümü açılmıştı.
Gösterinin dekor tasarımı Özgür Usta'ya,ışık tasarımı Bülent Arslan'a, giysi tasarımı ise İzmirDOB'dan Aydan Çınar'a aitti. Giysilerin tasarımı dönemin örtünme ve savaş anlayışlarını yansıtır nitelikteydi.
İki kral Agamemnon ile Priam'ı bas sesler Antalya'dan Şafak Güç ile İstanbul'dan Zafer Erdaş üstlenmişlerdi. İkisi de hem sahne, hem recitatiflerinde ve şarkılarında başarılıydılar. Güzel Helen'i, soprano Seda Aracı Ayazlı başarıyla canlandırırken, Genel Müdür Karahan başkarakter Paris olarak ününe yakışır biçimde bekleneni verdi. Genel provada perukla uzun saçlı olarak sahneye çıkan Karahan, ilk temsilde ise bu peruğu kullanmadı.
Sahnedeki sesler ve orkestra için iyi bir ses yükseltme düzeni kurulduğu için, duyulamayan, zayıf kalan ses olmadı. Kâhin Kalkhas rolüne bir kontrtenor seçimi de esere renk katan bir düşünceydi. Kaan Buldular ses olarak bekleneni verirken, sahnesi biraz yapmacık kaçtı. Eserin gizli yıldızı ise, Hektor'un ölümü üzerine Truvalı kadın olarak Anadolu'nun binlerce yıllık geleneğinde yer alan “ağıt”ı yakan mezzo soprano Zeynep Halvaşi'ydi. Halvaşi'yi Zorba balesindeki şarkılarıyla da anımsıyoruz.
Orkestra, eserin bestecisinin yönetiminde müziği başarıyla seslendirdi. Müzik, bazen bir L. Bernstein müzikali, bazen bir C. Orff oratoryosu, bazen bir G. Verdi operası sahnesi esintileri taşıyordu. Hoinic'in eski eserlerinden izleri de hissettik. Besteci çok kısa sürede, iyi tınlayan, sürükleyici, rejisör ve koreografa zorlamadan rahat çalışma imkânı veren, popüler müziklere alışkın kulakların da yadırgamayacağı bir işi başarıyla ortaya çıkarmıştı. Orkestra da, müziği çok iyi icra etti. Giampaolo Vessella'nın hazırladığı Koro, eserin etkileyici gücünü arttıran bir işlev gördü.
Finalde Orkestra, Koro, Bale olmak üzere aynı anda 300 kadar sanatçının sahnede olduğu eser, basına yönelik hazırlanan bültenlerde, “Bir Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü prodüksiyonu” olarak takdim ediliyordu ancak gerek kitapçıkta, gerekse kast listesinde Bakanlık ve Genel müdürlüğe ek olarak Ankara Devlet Opera ve Balesi de görünüyordu, ki öyle de olması gerekirdi, çünkü yükün çok büyük kısmını onlar çekmişti.. Sanatçı listelererinde koristlerin ve dansçıların hangi müdürlükten takviye geldiği not olarak düşülmüştü. Korist takviyeleri Samsun, baleye takviyeler İzmir'dendi.
Finalde Türkiye haritası bir Türk bayrağı olarak sunuldu. Batı, Truvalıları “Helen” ya da “Grek” olarak sunar. Buna karşın Truvalıların dönemin Anadolu dillerinden birini konuşan “Ön Türkler” olduğu yolunda iddialar vardır. Bu da, tıpkı İtalya'daki Etrüsk medeniyetinin Orta Asya'dan göç eden Türkler tarafından oluşturulduğu gibi, tam olarak ispatlanmamış ama bazı belirtilerin yorumlanabildiği bir iddiadır.
Sonuç olarak Truva “millî” değil, ama “yerli” bir öyküdür, çünkü Anadolu'ya aittir ve kalıntıları halen Anadolu kültürünün bir parçası olarak devlete ve halka emanettir.
Temsilin ertesi günü bir özel tanıtım şirketi tarafından gönderilen bültende şöyle denilmektedir:
“ UNESCO tarafından ‘Dünya Kültürel Miras’ listesine alınışının 20. yılında, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü, bağlı bulunduğu Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın hedef ve amaçları doğrultusunda sanatsal olarak bu sürece muhteşem bir epik opera ile destek vermenin heyecanını ve uluslararası bir kültür ve turizm vizyonuna dönüştürülen bu sürecin içinde olmanın gururunu yaşıyor.”
Buna “haklı bir gurur” diyebiliriz. Çünkü binbir emekle ortaya olumlu bir iş çıkmıştır. Bir televizyon programında genel müdür Karahan'ın açıkladığına göre, sırada bir Münir Nureddin Selçuk operası var. Sanırım konunun uygunluğu nedeniyle bu bir “epik” çalışma değil, Münir Nureddin şarkılarıyla bezeli tam bir opera olacak. Bakalım hangi sezona?
ŞEFİK KAHRAMANKAPTAN
10 Kasım 2018
Fotoğraflar: Şefik Kahramankaptan