Onun külleri Boğaziçi'nden dünya denizlerine yayılalı sekiz yıl geçti. Peki ölümünün sekizinci yılında niye Yeşilçam filmlerinden bir tirad başlangıcını andırır biçimde "Üzgünüm Leyla" diye başlık atıyorum yazıma?
"La Diva Turca"yı 10 Mayıs 2008'de yitirmiş, vasiyeti gereği küllerini 15 Mayıs'ta Boğaziçi'ne serpiştirmiştik. Pekala yaşamını yitirdiği ve uzun yıllar yaşadığı Milano'da da küllerinin havaya savrulmasını isteyebilirdi. Ama o uluslararası şanına ve ülkesine bağlılığına yakışır biçimde İstanbul'u, Boğaziçi'ni seçti.
Dünyada gelmiş geçmiş sayılı en iyi kadın seslerinden biriydi Leyla Gencer… Aktif olarak sahnede bulunduğu yıllarda Avrupa’dan Amerika’ya Türkiye’nin tanıtımını en iyi biçimde yaptı. İtalya’da “La Diva Turca” adıyla öylesine ünlendi, tanındı, öylesine saygı ve sevgi gördü ki, bilgi yarışmalarının “kolay” sorularından biri haline geldi.
Örnek olarak, yaşanmış bir olayı anlatmanın tam yeri: İtalya’da operada özel bir gece; aralarında Rengim Gökmen’in de bulunduğu bir grup öğrenci, temsile girmek, Leyla Gencer’i dinlemek istiyor ama kapıdaki görevli hiç anlayış göstermiyor. Aralarında sertleşen ağız dalaşları geçiyor. Sonunda görevli, aksanından Rengim Gökmen’in yabancı olduğunu anlayarak, “Sen hangi millettensin?” diye soruyor. Rengim Gökmen, “Ben Türküm” yanıtını verince görevli “Demek büyük Diva'nın ülkesindensin” diye tebessüm ediyor ve yan cebinden bir kişilik yer kuponu çıkartıp Rengim Gökmen’e veriyor.
Bilmeyenler için hatırlatalım. Leyla Gencer Ankara Operası’nda kadrolu iken, yurt dışında çeşitli operaevlerinde başroller söylüyor, Ankara’da da her yıl birkaç ay sahneye çıkmak için çabalıyordu. O yıllarda Opera, Devlet Tiyatroları’nın çatısı altındaydı ve genel müdür Muhsin Ertuğrul, Leyla Gencer’in yurt dışı etkinliklerini hararetle destekliyordu. Ama Muhsin Ertuğrul ayrıldıktan sonra hava değişmeye başlamış, opera müdürlüğüne gelen Necil Kâzım Akses, kıskançlık şikayetleri karşısında ne yapacağını şaşırmıştı.
1958’de Amerika’da üç ayrı kentte üç ayrı operada başrol oynadıktan sonra İtalya’ya döndüğünde, “Hemen Ankara’ya dönmezsen işine son verilecek” haberini aldı. İtalya’da temsilleri vardı, “Hemen dönemem” dedi ve Ankara’da işine son verildi. İşe son emrinin dönemin Milli Eğitim Bakanı Celal Yardımcı’dan kaynaklandığı söyleniyordu. İlk emri, bir başka opera sanatçısıyla yaşayan dönemin başbakanı Adnan Menderes’in vermiş olması da ihtimal dahilindeydi.
Leyla Gencer'in, iki yıl üst üste hep zamanında yazılı olarak başvurmasına karşın kendisine rol ayrılmaması, ardından da işine son verilmesi üzerine Ankara Operası’na “küstüğünü” söyleyebiliriz. İstanbul’dan aldığı çağrıları hep değerlendirdi, hâttâ Ankara’ya CSO eşliğinde konsere de geldi. Bu konseri 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar himayesine alarak ve Gencer’i bizzat kutlayarak bir mesaj vermişti ama olan olmuştu bir kez...
"İşten kovulduktan sonra", Leyla Gencer yıllar içinde daha da büyüdü ve "heykeli dikilesi insan" haline geldi.
La Diva Turca’nın heykeli, Ankara'da işine son verilmesinden yaklaşık 35 yıl sonra, Büyük Tiyatro’nun önüne Fikri Sağlar’ın Kültür Bakanlığı, Rengim Gökmen’in ilk Opera Genel Müdürlüğü döneminde dikildi. Tıpkı Kahire Operası’nın önünde de ünlü Arap şarkıcı Ümmü Gülsüm’ün heykelinin dikili olduğu gibi..
Leyla ile Mecnun operasının prömiyer temsilinden çıkarken heykelin altındaki yazıta bir göz attım, ilk dikildiği günkü haliyle duruyordu! Ya kimsenin aklına buraya Diva'nın ölüm tarihini de eklemek gelmemişti, ya da iyi niyetli bir yorumla ölüm tarihini eklemeyerek "Ölümsüzdür" demek istiyorlardı!
Bu heykelin dikilişinin üzerinden yıllar geçmişti ki, bu kez , Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü’nün Ankara İl Özel İdaresinden kiraladığı ve Leyla Gencer’in adını verdiği "sahne", Tosca operasının konser versiyonu ile açıldı. Salonun girişinde sol tarafa Leyla Gencer’in, heykeltıraş Metin Yurdanur tarafından yapılan büstü bir kaide üzerinde yerleştirilmişti. Bu kez dönemin Kültür Bakanı, adı "uykucuya" çıkan Atilla Koç, Genel Müdür Meriç Sümen Kanan’dı. Bakan Bey, Leyla Gencer’i de “adını opera tarihine altın harflerle yazdırmış bir diva” olarak nitelendirdi ama açtığı "salon" ne yazık ki, yaptığı nitelendirmeye hiç de uymayan, deyim yerindeyse "uyduruk" bir salondu. Dünyanın parası harcandı , olmadı, sonunda bazı müzikaller için ve çocuk sahnesi olarak kullanılmaya başlandı.
Ogün, Leyla Gencer'in rahatsız olduğu için açılışa gelemediği belirtilmişti ancak bu "rahatsızlık" Diva'nın eski Ankara Operası allerjisinden kaynaklanıyor da olabilirdi. İçimden “Leyla Gencer iyi ki gelememiş, adının nasıl bir sahneye verildiğini görünce derin düşüncelere dalardı herhalde” diye geçirdiğimi anımsıyorum.
Şimdi sıkı durun:
Bu sahneye Leyla Gencer'in sekizinci ölüm yıldönümünden kısa bir süre önce, Ankara Devlet Konservatuvarı'nın'nın yılsonu opera temsilini izlemek üzere gittiğimde ne göreyim? Leyla Gencer'in büstü yerinde değildi. Kaide kaldırılmıştı! Biraz etrafa bakınınca büstün "vestiyer" tezgâhının üzerine konulmuş olduğunu gördüm!
Genel Müdür vekili Selman Ada, Kültür Bakanı Mahir Ünal'dı, "vefa" da herhalde önemli bir duygu değil, sadece bozacının adıydı!
Başlığı "Üzgünüm Leyla" diye atmayıp da ne yapayım?
Not: Bu uyazı 23 Mayıs 2016'da yazılmış ve Andante Dergisi'nin Haziran 2016 sayısında yayımlanmıştır.