Orkestralar, günümüzün ekonomik koşullarında yabancı şef ve solist çağırırken artık çok daha dikkatli olmak zorundalar. Çünkü Türkiye, yabancılar için bile ucuz ülke olmaktan çıktı. Orkestraların bütçeleri de belirli sınırlar içerisinde kendilerine verildiği gün değer kaybetmeye başlıyor. Hâtta yabancı para cinsinden ödemelerini, döviz büfesinden TL . götürüp döviz alarak yapmak zorunda kalıyorlar. Bu koşullarda, uluslararası dolaşımda ünlü solistlerden ziyade yabancı genç yeteneklere yönelmek, ekonomik olarak da bu zorlu dönemde iyi bir yöntem.
CSO’da iki hafta üst üste, böyle iki genç yabancı solist çalgıcıyı dinledik. Önceki hafta Norveçli çellist Amalie Stalheim 31 yaşında bir yükselen yıldız idi, 16 Şubat 2024 akşamı da İngiliz viyolacı 28 yaşındaki Timothy Ridout’u dinledik. Bu genç solistler, CSO yönetiminde programdan sorumlu üye ve arkadaşlarının, büyük menajerlik firmalarına yönelerek yüksek kaşeli solistler arasında gezinmek yerine, iyi araştırma yaparak, hem enerjik ve sanatsal anlamda düzeyli gençlere yöneldiklerini, hem de bütçelerini iyi kullanmaya çalıştıklarını gösteriyor.
Konserde, önceki hafta olduğu gibi Norveçli yetkin şef Terje Mikkelsen’in yönetimindeki CSO, Timothy Ridout’a Çek besteci Bohuslav Martinu’nun (1890-1959) Rapsodi başlıklı orkestra ve viola için konçertosunda eşlik etti. İki bölümlü yapıtın ilk bölümünün “olmasa da olur” türden olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Daha renkli, tahta üflemelilerle yaylı serimlerinin renklendirildiği ikinci bölüm de, viyolacının yeteneğini yeterince sergilemeye olanak verir türde değildi.
İtalyan luthiye, Brescia kentinden Peregrino Michelli Di Zanetto (1520-1603) tarafından 1565-70 yıllarında yapıldığı tahmin edilen, volüm-ton dengesi yerinde 450 yaşını aşmış bir saz kullanan Timothy Ridout, kendini çaldığı iki bis parçasıyla gösterdi.
J. S. Bach süitlerden bir “Gigue” ile ne denli iyi bir ajiliteye, yani kıvraklığa sahip olduğunu gösterirken, yoğun alkış üzerine bu kez Paul Hindemit’in solo viyola süitinden, yüksek enerji ve hızını gösteren bölümle salonu ayağa kaldırdı. Bizim horon tarzında ama daha da hızlısı bölümü icrasından sonra aldığı alkış, solistin gönlünü hayli okşamış olmalıydı.
Verilen çiçeği, orkestranın viyola grup şef sandalyesinde oturan Artemis Sis Balkız’a sunan Timothy Ridout, arada bir görevli eşliğinde salona geçip gösterilen yere oturarak konseri sonuna kadar dinlemeyi de ihmal etmedi.
RİENZİ'Yİ NASIL BİLİRSİNİZ?
Konserin orkestral eserlerinden ilki açılıştaki, Richard Wagner’in (1813-1883) ilk operası olan “Rienzi”nin uvertürüydü. Wagner’in İtalya tarihindeki beylikler döneminden konusunu aldığı beş perdelik operasında, aşk, aileler ve sınıflar arası çatışma, halk Rienzi önderliğinde asillere karşı ayaklansa da, asil ailelerin onları din yoluyla ikna edip, egemenliklerini nasıl sürdürdüğü anlatılır. Sonuç olmazsa olmaz bir trajedidir, Rienzi ve bir asilzadenin aşkına karşılık vermeyen kızkardeşinin yanarak ölümü!
Wagner’in rahatlıkla “tek bölümlü bir mini senfoni” olarak nitelendirilebilecek 12 dakikalık bu uvertürü, usta şef Mikkelsen’in bagedi altındaki CSO ve usta üflemeli solistleriyle uyumlu yaylıları tarafından bütüncül, tüm renkleri ortaya çıkarılarak seslendirildi.
BELLEK İÇERİ, SEHPA DIŞARI
Deneyimli konser dinleyicileri merakla ikinci yarıdaki Johannes Brahms’ın (1883-1897) Op.68 Do minör 1. Senfoni’sinin çalınışını bekliyorlardı. Şef kürsüsünün önüne bu kez nota sehpası yerleştirilmişti.
İçimden “İşe bak, Şostakoviç 5. Senfoniyi bellekten çaldır, sonra Brahms için nota kullan” diye geçirirken, sahne görevlisi gelip sehpayı başının üzerinde taşıyarak kulise götürmez mi? Salondan görevliye bir alkış koptu. Zaten CSO’nun yeni dinleyici kitlesi, sahneden kedi geçse, sinek uçsa, her hareketi, bölüm sonlarını alkışlar türden. Sanki dinleyicide alkış sensörü var ve bazı hareketler ile sessizlik anlarına ayarlı!
Brahms, 1. Senfoni bestecinin en uzun sürede yazdığı, zaman zaman önüne çıkarıp üzerinde değişiklikler yaptığı, tamamlanması 14 yıl sürmüş yapıtıdır. Bu sürenin uzunluğunda, bestecinin Beethoven’den geride kalmama çabası olduğu söylenebilir. Ama senfoninin beğenilmesi sonunda, bazı müzikolog ve müzisyenlerin, Beethoven 9. Senfoni’ye atıfla, yapıtı “10. Senfoni” diye nitelendirmeleri Brahms’ın senfonik anlamda “Beethoven’in sürdürümcüsü” olarak tanınmasına yol açmıştır.
Dört senfonisinde de, diğer klasik ve romantiklerden farklı olarak “scherzo” bölümüne yer vermeyen, ağır hızdaki bölümü genellikle senfoninin ikinci bölümüne yerleştiren Brahms’ın bu yapıtını, özellikle şef Mikkelsen’in programa alınmasını istediğini duydum.
Çok da hak verdim, çünkü yapıtı belleğine alarak öyle özümsemişti ki. Aklıma bir siyasi partinin kısaltılmış adı nedeniyle sık sık “demlenmek” tabirini kullananlar geldi, kendi kendime gülümsedim. Mikkelsen müziği fevkalade zamanlaması, abartmadan verdiği ataklarla, debisi yüksek bir nehir gibi akıttı.
Orkestra, hem çalgı grupları, hem tümsel uyum, bütüncüllük anlamında üst düzeydeydi. Yaylıların tel çekmelerdeki (pitzicato) eşzamanlılığı müthişti. Benim oturduğum orta blok dokuzuncu sıradan tek bir pis ses duyulmadı. Alkışlamaya programlanmış dinleyici de, kendinden beklenen bu görevi yeterince yerine getirdi!
Konserin sololarıyla dikkati çeken orkestra solistleri Esra Gökoğlu (başkemancı), Feyzi Onur Ustabaş (klarnet), Sibel Ayhan Bayer (flüt), Utku Ünal ve Atay Bağcı (korno) idi. Cem Sevgi (trompet) de özellikle Rienzi uvertüründeki o berrak giriş ve diğer partileriyle gene üst düzeydeydi.
Bu konseri izleyenler arasında görebildiğim kadarıyla CSO’nun 1. Şefi Cemi’i Can Deliorman, 25 Şubat’taki Doğramacı Anma Konseri için Ankara’da bulunan Gürer Aykal, genç kuşağın yükselenlerinden Ankara Operası şeflerinden Tolga Atalay Ün’ün de bulunması sevindiriciydi. İçimden “Keşke Can Okan da olsaydı” diye geçirdim.
CSO’yu Mikkelsen yönetiminde yeniden izlemek için 2024-25 sezonunu beklememiz gerekecek.
ŞEFİK KAHRAMANKAPTAN
17 Şubat 2024, Ankara