Foto: Aydın Ramazanoğlu
Rock'n'roll ve Twist döneminde yetişen bizler için Tango, büyüklerimizin dilinde dolanan, kendim için konuşmak gerekirse görmediğim, bilmediğim, çok da çeşitli melodilerini duymadığım bir müzik eşliğinde yapılan, aynı adı taşıyan bir danstı.
Tango ile görsel tanışmamız, Billy Wilder’ın eşsiz nitelikteki komedisi Bazıları Sıcak Sever’de (1959) kadın kılığına giren Jack Lemmon ile ona âşık milyarder Joe E. Brown’un La Cumparsita müziği eşliğinde dans etmeleriyle oldu. Tangonun memleketinin Arjantin olduğunu öğrendiysem de, dünyada herkesin en iyi bildiği tango parçasının bestecisi Uruguay’lı Gerardo Matos Rodriguez idi ve 1915 ila 1916 yılları arasında bestelenmişti. Sonraları çok sayıda uyarlamaları yapılan La Cumparsita’nın en popüler sürümünü Arjantin’li Pascual Contursi yapmıştı.
Tango 19 ncu yüzyıl sonlarında Buenos Aires’in yan mahallelerinde doğmuştu. Kökenini İspanyol-Küba karışımı habanera dansından aldığı da iddia edilir. O dönemlerde Küba ile Arjantin arasında sıkı ticari ilişkinin olduğu biliniyor. Tango, dans olarak, başlangıçta gecekondu ve genelevlerde popülermiş. Sonra bu danslara şarkılarla eşlik edilmiş ve önce Arjantin’de, sonra da Avrupa’da yaygın bir dans ve şarkı türü olmuş. Tangonun Avrupa’ya gelişi Arjantinli zenginlerin ve özellikle de gençlerin gezileri ve Avrupa’daki, özellikle de Paris’teki, varlıklı ailelerin yeni eğlence fırsatı arayışı içinde olmalarıyla gerçekleşmiş. Önceleri merak, sonraları ise tutku, tangonun Avrupa’ya da yerleşmesini sağlamış.
İlk yıllarında tango, keman, flüt ve gitar çalan küçük toplulukların müziği eşliğinde dans edilirken, tangoyla özleştirilen efsane çalgı bandoneonun bunların arasında katılması 1900’lü yılları bulmuş ve flütün de yerini almış.
Tipik bir tango orkestrası (sextetotipico) bir piyano, bir kontrbas, iki keman ve iki bandoneondan oluşuyor. Ama müzikal eğilimlere göre çalgıların seçiminde başka seçenekler de var. Nitekim solo olarak bandoneon ile yapılan müzikle, tangonun altın çağı olarak bilinen 1940’lı yıllarda 30 müzisyene varan orkestraların çaldığı tango müzikleri de var. Bununla beraber, bandoneon tangoya özgü çalgı olarak biliniyor.
Bandoneonun kökeni Almanya. Alman lütye Carl Friederich Uhlig’in concertina adlı enstrümanından esinlenerek müzik aletleri yapımcıları Heinrich Band ve Friederich Zimmermann’ın sırasıyla 1843 ve 1847 yıllarında ürettikleri, tuşlu ve körüklü çalgıdır bandoneon. Bu çalgı için bir metot yazan, partisyonların basılmasını sağlayan ve çalgıları Band-Union markasıyla satan kişi Heinrich Band olduğundan, onun anısına ilk müzisyenler tarafından 1854 yılında bandonio adı verilmiş; sonra da bandoneon adını almış.
Bandoneonun Arjantin’e girmesiyse aynı göçmenlerinki gibi olmuş. Efsaneye göre, bir Avrupalı denizci bagajında getirdiği çalgıyı Buenos Aires’te satmış ve çalgı, Arjantinli müzisyenler tarafından benimsenmiş.
Christian Gerber ve bandoneonu (Ayşe Öktem)
Dans olarak ortaya çıkan tango, gittikçe şarkılara daha fazla yer vererek gelişmiş ve bu şarkılar dünyada tek bir isimle özdeşleşmiş: o isim de Carlos Gardel. Arjantin tangosunun önde gelen temsilcisi, besteci ve şarkıcı Carlos Gardel, kendine özgü hüzünlü, etkileyici sesiyle, hala bir efsane. Buna bizzat şahit olduk.
Tango müziği yıllar içinde gelişerek, karmaşık ve değişik ritimli, eşliğinde dans etmesi güç, daha çok konserlerde icra edilmeye uygun bir müzik olmuş. Bu değişimin en büyük mimarı, 1960’lı yıllarda öne çıkan Astor Piazzola’dır şüphesiz. Piazzola’nın geleneksel tangoya getirdiği en belirgin ve önemli değişiklik, farklı çalgıları müziğine katması. Yukarıda değindiğim gibi, piyano, keman, bandoneon ve kontrbastan oluşan dört temel enstrüman dışında solo viyolonseli de kullanmaya başlaması, şimşekleri kendine çekmiş. Hele elektrikli gitarı da dâhil etmesi, çok eleştirilmiş.
Solo viyolonseli tangoyla buluşturan Piazzola, ünlü viyolonselci Mstislav Rostropoviç için 1982 yılında Le Grand Tango adlı yapıtını bestelemiş ama sanatçı, partisyona bakmamış bile. Eseri ondan önce başka viyolonselciler seslendirmişler. Rostropoviç’in Le Grand Tango’yu ilk icrası 8 yıl sonrasına, 1990’a dayanıyor.
Piazzola’nın geleneksel tangodan farklı olan önemli bir başka yaklaşımı da popüler tango türüne, caz ve klasik müzikten unsurları, üstelik son derece teknik biçimde katmış olması. Piazzola tarafından 1960’lı yıllarda ortaya atılan yeni türe tango nuevo (yeni tango) denilmekte. Bu yeni tango türü 1974 yılında Piazzola’nın bestelediği Libertango adlı parçayla büyük beğeni kazandığı gibi, geleneksel tangodan, yeni tangoya geçişin başlangıcı gibi. Tango Nuevo aynı zamanda yeni tarz tangonun da adı. Astor Piazzola 1940’lı yılların tangosuyla, yine o yıllara hâkim neo-klasik müzik ( Bartok, Stravinski) ve caz müziğinin yayılan unsurlarının sentezini yapmasıyla önem kazanmıştır.
Soldan sağa: Isabelle Van Keulen; Rolf Gupta; Christian Gerber;Rüdiger Ludwig; Ulrike Payer Foto: Aydın Ramazanoğlu
İşte Sevgililer Günü vesilesiyle bu yıl Bilkent Konser Salonunda Piazzola’nın Tango Nuevo müziğini muhteşem şekilde icra eden bir gurup müzisyenden dinlemek, çok güzel oldu. Programın tamamı tangonun bu büyük ismine adanmıştı. Isabelle Van Keulen ve topluluğu Tango Nuevo, şef Rolf Gupta’nın yönetiminde, kemanda Van Keulen, bandoneonda Christian Gerber, kontrbasta Rüdiger Ludwig, piyanoda Ulrike Payer’den oluşuyor. Çalınan eserlerden Concierto para Quinteto Piazzola’nın kendi beşlisi için 1970 yılında bestelediği bir yapıt. Piyano, keman, elektrikli gitar, kontrbas ve bandoneon için bestelenen bu parçayla, bestecinin babasına adadığı ve ayrıca çok sayıda düzenlemesini yaptığı Adiós Nonino isimli, hüzünlü eseri Şef Rolf Gupta düzenlemiş. Topluluğun çaldığı diğer ünlü eserler ( Büyük Tango-Le Grand Tango, Concierto del Ángel, Oblivion, Libertango, Adiós Nonino) bandoneon sanatçısı Christian Gerber’in uyarlamasıyla seslendirildi. Van Keulen’in yapıtlardaki virtüoz pasajları, güzelim Guarneri kemanına takılan mikrofon ile sesi büyüterek, şaşırtıcı bir enerji, ustalık ve kusursuzca çalması; bandoneon ile kemanın tiz notalarda mükemmel buluşmaları; bandoneonun en tiz seslere tatlılıkla ve esneklikle ulaşması; hiçbir abartıya gitmemesi; piyanist Ulrike Payer’in kıvrak tuşesi; kontrbasçı Rüdiger Ludwig’in kocaman kasadan çıkardığı yumuşak ama aynı zamanda egemen ve diğer çalgıların hiçbir surette gerisinde kalmayan tınıları bizlere çok usta bir tango nuevo müziği topluluğu karşısında olduğumuzu kanıtladı. Topluluğa Bilkent Senfoni Orkestrasının yaylılar gurubu çok iyi eşlik etti, birliktelikleri çok güzeldi.
Program kitapçığından da anladığımız kadarıyla şef Rolf Gupta da klasik müzik dışında tango müziğiyle de yoğrulmuş; kemancı Gidon Kremer ile Tango Ballet adlı bir albüm yayınlamışlar.
Isabelle Van Keulen’in program kitapçığındaki özgeçmişine bakıldığında sanatçının klasik müzik alanında da çok büyük başarılar elde etmiş olduğu anlaşılıyor. Isabelle Van Keulen ve Topluluğu bu yılki İstanbul Müzik Festivali’nin de konukları.
Güzel bir akşamdı; istek üzerine çalınan çok sayıdaki bis’lerin icrasıyla dinleyicilerin daha da açıldığı, beğeni kazanan bir konserdi.