Halkımızın bilinçi kesiminin sevgilisi, meslekdaşım Uğur Mumcu, 25 Ağustos 1975'de “Birgün sesimiz hepimizin kulaklarında yankılanacak ey halkım, unutma bizi” diye sesleniyordu. 24 Ocak 1993'de Türkiye düşmanlarınca “tehlikeli” görüldüğü için otomobiline yerleştirilen bombanın patlatılmasıyla “imhâ” edildi. Mezarında güller açarken, halkımız onu unutmadığını 3 Mayıs 2019 gecesi, ı Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası salonunda kanıtladı. Uğur'un sesi, Hasan Uçarsu ve Turgay Erdener'in dünyada ilk kez seslendirilen özgün yapıtlarıyla yankılandı.
Fuayede “Niye ölüm yıldönümünde değilde, bugün?” diye soranların aldığı yanıt, “Bestelerin tamamlanabileceği hafta buydu” idi.
3 Mayıs'ın “resmî” olmasa da “Türkçülük Günü” adı altında bazı kesimlerce anılması ile Uğur Mumcu ve anısına adanmış iki eserin dünyada ilk seslendirilişlerinin bugüne rastlaması arasında hiçbir bağ yok, sadece rastlantı. Cuma günü 3 değil de 4 Mayıs'a gelmiş olsaydı bu rastlantı da oluşmayacaktı. Ama gene de bilgi vermekte yarar var. Aslında buna Türkçülük değil de, “Irkçılık” ya da “Turancılık” günü de denilebilirdi. Bu gün ilk kez, 3 Mayıs 1945'de Nihal Atsız, küçük kardeşi Ahmet Nejdet Sançar, Zeki Velidi Togan ve Reha Oğuz Türkkan başta olmak üzere 10 ırkçılık davası tutuklusu tarafından hapishanede îcad edilerek kutlandı. Tartışmaların yapıldığı yıllarda dönemin Başbakanı Şükrü Saracoğlu'nun Türkçülükle ilgili söylediği "Biz Türk'üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar bir vicdan ve kültür meselesidir” sözü aslında işin püf noktasıydı. Çünkü yıllar içinde önemli olanın “kan” değil, “kültür ve vicdan” olduğu anlaşılmış, bu anı ağır basmıştır. Nitekim Uğur Mumcu da, bir “ulusalcı”ydı, anayasanın vatandaşlık esasına dayalı görüşünün ardındaydı, kafatası ve kan uyumu peşinden koşanların değil...
FİKİR NASIL ORTAYA ÇIKTI?
Peki bu yapıtların bestelenmesi ve konser fikri nasıl ortaya çıktı? İşin perde arkası şöyledir:
Bariton Tuncer Tercan, operada aryalarını söyleyen ama çok da güzel saz çalıp türkü çığıran, vatansever bir halk sanatçısıdır. Uğur Mumcu'yu anma gecelerinin de vazgeçilmezlerinden biridir. Anmalarda çıta yükseltilip, senfonik işler yapılmasının fikir babası o. Uğur Mumcu Vakfı'ndan İlker Gülüm ile bu fikrini paylaşıyor, vakıftan dönüt olumlu olunca bu kez hayalin gerçekleşebilmesi için CSO'nun 1. Şefi Rengim Gökmen'e konuyu açıyor, “Niye Olmasın” yanıtını alınca da süreç başlıyor. Besteciler olarak Turgay Erdener ve Hasan Uçarsu'da karar kılınıp, yapıtları yazmaları isteniyor. Tarih 2018'in yaz aylarıdır. Sürecin tamamlanmasında Mehmet Açıktan'ın da katkıları bulunuyor.
Her iki bestecinin de bir yıldan kısa bir sürede yapıtları yazmak üzere ne denli titiz, ve gergin bir çalışma yaptıklarını, Rengim Gökmen'in gelişmeleri nasıl sıkı biçimde izlediğini biliyorum.
SAKINCALI PİYADE
Gelelim yapıtlara:
Hasan Uçarsu, Trompet ve Yaylı Çagıılar Orkestrası için bestelediği eserine “Sakıncalı Piyade” adını vermişti. Bu Mumcu ile özdeşleşmiş bir nitelendirmedir. 12 Mart faşizmi sırasında hapis yatırılan, 1973'de de Tuzla Piyade Okulu öğrencisi iken “kötü hal ve düşünce sahibi” suçlamasıyla er çıkartılıp Ağrı Patnos'a gönderilen Uğur Mumcu, kendine “Sakıncalı Piyade” benzetmesini yakıştırmış, bu adla yazdığı kitap daha sonra tiyatro oyununa da dönüştürülmüştü. Uçarsu'nun yapıta bu adı vermesinin sebebi, esere bir program bulmak değil, sadece bu nitelendirme ile Uğur Mumcu adının özdeşleşmiş olmasından kaynaklanıyordu.
Uçarsu'nun son dört yıl içinde, biri İzmir, ikisi Ankara'da üç yeni eserinin ilkseslendirilişine tanıklık ettim. Bu dördüncüsü oldu. Yapıları farklı olmakla birlikte, Sakıncalı Piyade en iyisi diyebilirim. Besteci program notunda “Tek bir trompetin anlatıp seslenen, uyarıp çağıran temsili gücü bu müzikte oldukça yönlendirici oldu” diyor.
Dinleyince gördük ki, müzikte trompet Uğur Mumcu'yu, yaylılar da halkı temsil etmektedir.
Trompetin serimlediklerinin, yaylı çalgılarda genişlediğini, bazen yoğunlaşıp bazen seyrelerek yoğrulduğunu gördük. Müzik, yer yer dinleyicinin tüylerini ürperten tam bir “lament”, tatlı bir ağıttı. Bu ağıta “tatlı” nitelendirmesini yapmamın nedeni, koyu bir biçimde insanın üzerine yığılmaması, aksine düşündürerek hüznün yanında müziksel zevk de vermesiydi. Tek parça halinde seslendirilen, kendi içinde üç bölümden oluşan yapıtta bestecinin klasik ve çağdaş kompozisyon tekniklerini bir arada kullanmış olması, bir ağıt olmasına karşın yapıtın diri biçimde ayakta durmasını sağlıyordu.
Halen İstanbul'daki Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuvarı'nda profesör akademik ünvanıyla kompozisyon öğretmenliği yapan Uçarsu, son dönemin verimli bestecilerinin ön sıralarında yer almaktadır. Kendisini Sakıncalı Piyade nedeniyle gönülden kutluyorum. Bu eserin avantajı, pek çok ilimizdeki orkestralar tarafından seslendirilebilecek orta ölçekli büyüklükte ve sadece yaylılar için olmasıdır. Bir trompet solisti bulunduğunda eser 24 Ocaklarda pek çok orkestra, topluluk tarafından seslendirilebilir.
İcra, gayet iyi oldu. CSO'nun solo trompetçisi Cem Sevgi, trompet sololarda ustalığını gösterdi, alkışları hak etti. Şef Rengim Gökmen eser bittiğinde önce Cem Sevgi'yi kaldırarak onurlandırdı.
UĞUR MUMCU KANTATI
Turgay Erdener'in üç soprano, tenor ve koro ile büyük orkestra için Uğur Mumcu Kantatı, konserin ikinci yarısında seslendirildi. Sopranolar Görkem Ezgi Yıldırım, Tuğba Mankal Dekak ve Selva Erdener, tenor Emre Akkuş'tu. Solistleri bizzat Erdener seçmişti. Koro, Çiğdem Aytepe'nin çalıştırıp hazırladığı Saygun Filarmoni ve HÜ. Ankara Devlet Konservatuvarı Lisans Korosu idi. Erdener'in bestesinde kullandığı metni, Mumcu'nun beş yazısından yararlanarak Şirin Aktemur hazırlamıştı. DTCF Tiyatro Bölümü mezunu Şirin Aktemur Toprak'ı (d.1975) bu sezon Kadın(ım) adlı BSO'nun siparişi müzikli tek kişilik oyun için hazırladığı metinden tanıyoruz. Seçilen Mumcu yazılarının başlıkları şöyleydi: Sesleniş, Bir Ölünün Davası, Avni'nin Atları, O Eski Türkü...
ŞOSTA'DAN ESİNTİLER
Eser koronun fısıltıdan bir kreşendoya dönüşen “... Unutma beni” sedâsıyla başladı. Bölümlerin girişlerinde ve geçişlerde trampet ve vurmalıların kullanımıyla, eserin genelinde bir marş havasında seyrettiğini gördük. Konservatuvar yıllarında o bestecinin müziğine duyduğu beğeni nedeniyle Erdener'e boşuna “Şosta” lâkabı takılmamış.
Sopranolar Görkem Ezgi Yıldırım ve Tuğba Mankal Dekak, solo ve yer yer birlikte, güçlü söyleyişleri, Selva Erdener daha yuvarlak ve artikülasyona önem vermeye çalıştığı okuyuşuyla dikkati çekerken, tenor Emre Akkuş özellikle son bölümdeki temiz icrası ve vurgularıyla esere yakıştı.
Eseri dinlerken, bestecinin üç soprano bir tenor solist tercihini kafamda evirdim çevirdim ve bir soprano, bir tenor, bir bariton seçse sonuç nasıl olurdu diye düşündüm. Acaba metin hazırlanırken, bunları hangi seslerin okuyacağı hesaba katılarak mı yazılmıştı sorusu da kafamda belirdi. Bu soruların nedeni, bu büyük ve güzel yapıttaki sözlerin icra sırasında yeterince anlaşılamamasıydı. Görüştüğüm kimi dinleyicilerin de bu konuyu dile getirdiklerini gördüm. Metin, program kitapçığında yer almadığı için, dinleyicinin sözleri müzikle elindeki kağıttan okuyarak birleştirme olanağı da olmadı. Ama genel olarak, Uğur Mumcu'ya yakışır bir görkem ortaya konuldu.
ALKIŞ, GÜLLER GİBİ AÇTI...
Nitekim yapıt büyük bir coşkuyla karşılandı ve dinleyiciler arasında bulunan 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Uğur mumcu Vakfı Başkanı Güldal Mumcu, oğul Özgür ve kızı Özge Mumcu Aybars başta olmak üzere ayakta alkışlanarak bestecisinden solistine, korosundan orkestrasına ve şeflere toplu bir şükran sunumunda bulunuldu.
HÜ. Ankara Devlet Konservatuvarı'nda kompozisyon öğreten Erdener, bu hacim olarak geniş yapıtı seslendirmeye yetiştirebilmek için sabahlara kadar çalıştı. Harcadığı emeğe değecek bir ilkseslendirmeyle ödülünü almış oldu.
Her iki bestecinin de kendilerine teklif ilk dillendirildiğinde nasıl heyecanla kabul edip kolları sıvadıklarını biliyorum. Seslendirmenin sonunda, bu konserin gizil kahramanı şef Rengim Gökmen , Erdener'in yanısıra, Uçarsu'yu da yeniden sahneye çağırdı. Güldal Mumcu besteci ve şefe çiçek ve plaketi, solistlere çiçekleri tek tek kendi eliyle sundu.
Sevgili Uğur, bu hüznün coşkusu konserde yükselen tınılar, vurulan halkının seni unutmadığının haykırışıydı... Umuyorum devlet orkestralarının amiral gemisi CSO'nun bu ilkseslendirmelerinin ardından, iki eseri repertuarlarına alma konusunda öteki devlet orkestraları da harekete geçerler. Devletin Mumcu'ya ödenecek büyük borcu olduğunu düşünenlerdenim.
* * *
ARMUDî KEMENÇE KAÇ TELLİ OLMALI?
Konserde iki dünya prömiyeri arasına bir de Ankara ilkseslendirmesi yerleştirilmişti. İTÜ-Türk Müziği Devlet Konservatuvarı mezunu ve akademik ünvanlarını ABD'de alarak orada yerleşik hale gelen bestecimiz Münir Nurettin Beken'in Kemençe ve Keman için İkili Konçerto'suydu bu. Kemençeyi, Seri kendinin ısmarlarladığını belirten Hatice Doğan Sevinç, kemanı da CSO'nun başkemancı yardımcılarından Menevşe Civelek çalıyordu.
Eserin ortaya çıkışının neye dayandığını kısaca anlatmakta yarar var. Genel anlamda müzikçiler nasıl bir dönem Batıcı ve Alaturkacı diye ayrıştırıldıysa, alaturkacılar da kemençe konusunda 3 telliciler, 4 telliciler diye ayrıştı. Fikri ilk ortaya atan Saadettin Arel'di. 4 telli kemençe, Cüneyd Orhon'un “ihtiyaçtan kaynaklanan” 4 telliye geçişi ve bunu savunmasıyla ortaya çıktı. 3 telli ile bazı sesler çıkarılamıyor, çıkarmaya israr edenler yanlış ses veriyorlardı. Boyları eşit 4 telli ile icra kolaylığı sağlanıyordu.
Telliciler bir müddet sıkı tartışmalar yaptılar, kapıştılar, sonunda herkes kendi halinde devam etti, isteyen üç telliyi çalıyor, isteyen dört telliyi, kimileri de her ikisi de.. Konuyu merak edenlerin okumasını önereceğim bir yazı, 4 tellinin günümüzde önemli icracılarından Prof. Nermin Kaygusuz'a aittir: http://www.musikidergisi.net/?p=844
Şef Hakan Şensoy, Hatice Doğan Sevinç'in de içinde yer aldığı bir proje çerçevesinde, eseri Münir Nurettin Beken'e ısmarlamış. Bu iki ayrı kemençenin taraftarları arasındaki uzlaşmazlığa karşı, birleştirici bir yol sanki... 2017'de İstanbul'da Sevinç ve Derya Türkan tarafından Hakan Şensoy şefliğindeki seslendirilmiş. Beken, eserin kemençe ve keman ikilisi olarak seslendirilmesini de arzulayınca, bu şekliyle seslendirme geçtiğimiz Mart ayında Gökmen şefliğindeki Karşıyaka Oda Orkestrası tarafından yapıldı. Solistler gene Sevinç ve Civelek'ti.
3 telliyi Sevinç çalıyordu, doğal olarak 4 tellinin yerini 4 telli bir çalgı olan keman almıştı. Orta hızda iki bölümden sonra, hızlı bir dans bölümüyle sonuçlanan yapıtta, hem alaturkanın taksim geleneğini ve makamsallığı gözledik, hem de batı tarzı ezgilerin bu iki çalgı tarafından nasıl konçertant hale getirilebildiğini. İlk bölüm alaturka, ikinci bölüm batı tarzı, bir İstanbul oyun havasını temel alan son bölüm de karışımı ortaya koyuyordu.
Sazlarındaki becerilerini ortaya koyan iki solist, alkışlara “kürdilihicazkâr sirto” ile karşılık verdiler. Hatice Doğan Sevinç, “bir dost tarafından bize özel yazılan” diye belirtti ama o dostun kimliğini nedense açıklamadı!
ŞEFİK KAHRAMANKAPTAN
4 Nisan 2019