Okurlarımdan haklı olarak benim 7-8 ay önce eksik bıraktığım “Halk müziği” konusu üzerine eleştiriler geliyor. Evet, halk müziği üzerine genel bir giriş yapmıştım, ama asıl önemli olan, yurdumuzun halk müziği üzerine açıklamalar içeren yazılardı, onları yazmamıştım. Bu eksikliği gidermek için size üç kısa yazıdan oluşan bir yazı dizisi hazırladım. Dizinin ilk yazısını sunuyorum:
Yüzyıllar içinde oluşan ve çok zengin bir dağar sergileyen yurdumuzun halk müziği, halk şiiri geleneğimizle iç içedir. Bu teksesli müzik kültürünün kendine özgü çalgıları, söyleyiş ve çalış tavırları, çeşitli formları ve geniş dağarıyla serpilmiş olan geleneğimiz, 20. yüzyılın ortalarına kadar toplumumuzdaki etkin yerini korumuştur. Kırsal kökenli ve çoğunlukla din dışı nitelikte olan halk müziği dağarımızın geniş bir kısmı sözlü, bir kısmı çalgısal, bir kısmı da hem çalgısal hem sözlüdür.
Başta şiir ve dans olmak üzere Anadolu halk kültürünün bütün dallarıyla kaynaşmış olan halk müziğimizin yaratıcıları, birey olarak belli değildir. Öte yandan, bu müziğin yaradılış kaynakları, türkü yakıcılar ve âşıklardır. Bu geleneksel sanatçılar, eski halk nağmelerinden de yararlanarak ya da onları başka sözlerle birleştirerek yeni ezgiler oluşturmuştur. Bu demektir ki, halk müziğinin temeli, önceki kuşaklardan devralınan kültür mirasına dayanmış, öte yandan tarihin akışı içinde değişen toplumsal/kültürel koşullar, geleneğe yeni soluklar kazandırmıştır. Bu sentezin içinde doğal olarak eski kültürlerin de etkileri vardır:
Anadolu toprakları, bin yılları içeren bir zaman diliminde, birçok etkinin yoğun biçimde yaşandığı kültürel zenginliği sergiler. Bir yönüyle kökleri ortabatı Asya göçebe kültürüne uzanan halk müziğimiz, 12’nci yüzyıldan başlayarak Anadolu’nun eski kültürleriyle etkileşimi sonucunda kendi özgün niteliğini geliştirmeye başlamıştır. Söz konusu eski dolaylı etkilerin arasında, ilkçağın yüksek kültürlerinin kalıtları olan Sümer, Frig, Hitit, Yunan, Roma ve benzeri uygarlıkların bıraktığı izler de vardır.
12’nci yüzyıldan başlayarak ortabatı Asya’dan Anadolu’ya gelip yerleşen boyların beraberinde getirdiği iki önemli kültürel etkeni, öncelikle belirtmek gerekir: Birincisi, Asya’daki doğa inançlarının (Şamanlığın) kültür mirası; ikincisi, İslam kültür çevresi içinde yer almış olmanın etkileridir.
İslamlık öncesi toplumsal koşulların müzik kültürü, Şaman’ların kişiliğinde temsil edilen vurmalı çalgılarla yetinmemiş, giderek ezgiyi seslendirebilen telli çalgılara yönelmiştir. Destanlarda söylenen sağular, düğün ve av törenlerinde söylenen koşuklar, “ozan”lar tarafından kopuz eşliğinde çığırılmıştır. 9’uncu yüzyılda İslam kültür çevresine girmeyi sürdüren Orta Asya’daki göçebe boylar, alışılmışın toplumsal zıddı olan yerleşik yaşam düzenine geçerek değişen toplumsal koşullara uymak durumunda kalmıştır. Bu nedenle göçebe toplumun yaşam biçimine ilişkin kültür değerleri de değişmeye yüz tutmuş, ama bu kez de feodal aristokrasinin “kulluk düzeni”, kendi çelişkilerini yaratmıştır: “Ahîlik” gibi antifeodal örgütlenmeler ve onların ideolojisi olan tasavvuf düşüncesi.