Son yıllarda ülkemizde dillerden düşmeyen, Yunan kökenli “karismatik” sözcüğünün elbette dünyada kabul gören, ortak bir tanımı var. Yine de mutlak bir tanım değildir bu, kişiden kişiye değişebilir. Karismatik dendi mi, bu satırların yazarının ilk olarak aklına gelen kişi 17 Haziran tarihinde Uluslararası İstanbul Festivali’nin kapanış konserini verecek, Rus bariton Dmitri Hvorostovski’den başkası değil. Dmitri Hvorostovski bu konserinde soprano Ana María Martínez ile birlikte, Amerikalı şef Constantine Orbelian yönetimindeki İstanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestrası eşliğinde söyleyecek.
2005 yılında, İş Sanat’ta yine Orbelian yönetimindeki Moskova Oda Orkestrası eşliğinde konser veren ünlü bariton, Vivaldi’den, Handel ve Mozart’a; Bulakhov’dan, Cesti’ye, dönem ve tarz olarak, geniş bir yelpaze içinde şarkılar seslendirmişti. Bu kez ise (Verdi çoğunlukta olmak üzere) operalardan aryalar ve Ana María Martínez ile düetler var programda.
Dmitri Aleksandroviç Hvorostovsky 1962 yılında, kendi tanımıyla “alelade bir Sibirya şehri” olan Krasnoyarsk’da dünyaya gelmiş. Müziğe, küçüklere eğitim veren bir okulda piyano ile başlayan Hvorostovsky, 1982 yılından itibaren de Krasnoyarsk Sanat Yüksek Okulu’nda, Ekaterina Yofel’in öğrencisi olarak eğitimini sürdürmüş ve hemen sonrasında Krasnoyarsk Operası’nda solist olarak sahneye çıkmış. Ünlü bariton 1987 yılında Glinka Ulusal Yarışması ve 1988 yılında Toulouse Uluslararası Şan Yarışması’nda Birincilik Ödülleri kazanmış. Ama Hvorostovsky Batı dünyasına kendini 1989 yılında, BBC’nin düzenlediği “Cardiff Ses Yarışması” ile tanıttı. Glinka Yarışması Jüri Başkanı ünlü mezzo soprano Irina Arkhipova Cardiff Yarışması’nda şansını denemesini tavsiye edince yarışmaya katılan sanatçı, Cardiff’te Gal’li bariton Bryn Terfel’i geri planda bırakarak, birincilik ödülünü almıştı. Bu ödül kendisine sadece dünya sahnelerinin kapısını açmakla kalmadı, Philips Classics ile beş yıllık bir sözleşme imzalamasını sağladı. Şimdi onun kadar ünlü olan bariton Bryn Terfel söz konusu yarışmada “Lied” alanında ödül almakla yetinmek zorunda kalsa da, hiç olmazsa Deutsche Grammophon ile bir sözleşme yapma fırsatını yakalamıştı.
Batıdaki ilk sahne deneyimi Nice Operası’nda Çaykovski’nin Maça Kızı ve Londra’da (1989) Wigmore Hall’de verdiği bir resital ile olmuştur. Londra’daki başarılı resitalinden sonra The Times gazetesi onun için “Geldi, Söyledi, Kazandı” başlığını atmıştı.
1991 yılında La Fenice (Venedik) sahnesinde Çaykovski’nin Eugene Onegin operasıyla ününü perçinleştirerek, opera dünyasının en aranan ve sevilen sesleri arasına girmeyi başardı. Bu tarihten sonra çeşitli opera evinin davetlisi olarak Rus ve İtalyan repertuarının tanınmış eserlerinde sahneye çıkan ünlü bariton, daha çok İtalyan operalarında söylese de, Rus müziğini kalbinin derinliklerinde taşıdığı, yorumlarından anlaşılmakta.
Yoğun konser ve CD kaydı faaliyeti de bulunan, yakınlarının “Dima” dedikleri Hvorostovsky, son olarak Kuzey Amerika turnesi ve 2. Dünya Savaşı Zafer Kutlamaları çerçevesinde, Rusya’nın Perm kentinde 30 000 kişi önünde verdiği konserlerle kendinden söz ettirdi.
Bugün en olgun dönemine ulaşmış olan ünlü sanatçı, çok yüksek veya çok alçak tonları rahatlıkla söyleyebilmesi sayesinde yoğun keder duygusunun hâkim olduğu Rus melodi repertuarını çok güzel seslendirmekte, dramatik yorumdan çok müzik tümcelerine olan hâkimiyeti ve sesinin hiç aksamayan güzelliğiyle tüm dünyada hayranlık yaratmakta.
Puerto Rico doğumlu lirik soprano Ana María Martínez, Hvorostovsky ile seslendireceği düetler dışında, Verdi, Bizet, Dvorak operalarından aryalar da söyleyecek. Onu ilk kez Berlin’den, ünlü Waldbühne açıkhava konserlerinin birinde dinlediğimizde biraz puslu sesi, zarif yorumuyla dikkatimizi çekmişti. Juilliard Müzik Okulu ve Houston Büyük Opera Stüdyosu’ndan mezun olan Martínez’in 1995 yılında Operalia Yarışması’nda ödül kazanması ona tüm kapıları açmış. Placido Domingo’nun desteğini alarak, onunla sıklıkla konserler veren, birlikte Güney Amerika, Almanya ve İspanya’ya turneye çıkan Ana María Martínez’in, çok sayıda ülkede olduğu gibi, İstanbul’da da kalpleri fethedeceğini şimdiden söyleyebiliriz.
AYŞE ÖKTEM
Yazarımızın 2014'deki yazısını, sanatçının 55 yaşında ölümü nedeniyle yeniden yayımlıyoruz: