Zor günlerdeyiz. Tünelin sonunda mutlak ışık var ama ne denli hasardan sonra görünür, bilinmez. Kapalıyız, kalmak zorundayız. Aydın insanın ayrı düşünmesi olanaksız. Ne ki toplumun azımsanmayacak bir bölümü bilerek, isteyerek kültürsüz bırakıldı. Ve sonuç ortada, salgın ve kültürsüzlük kasıp kavuruyor her yeri.
Kapalı kalmak deyince, hem de barış ülküsünden söz edildiği eylülde Anne Frank’ı anımsadım. (Gerçekten de savaşın eksik olmadığı koşullarda barıştan yalnızca 1 Eylüllerde mi söz edilmeli…) Anne Frank bir küçük kız. Yaşam dolu, sevecen… Baba, bir şirkette yönetici. Kültürlü, okuyan bir insandır. Franklar Yahudi oldukları için 1933 yılında Almanya’dan Hollanda’ya göçerler. Nazilerin baskıları, aşağılamaları, alçakça saldırıları artmaya başlayınca, Anne’in birçok akrabası 1938’de Amerika’ya yerleşmeyi başarır. 1940’tan sonra koşullar hızla kötüleşir, karabasana döner. Tehlikeli gidiş Frank ailesini de doğrudan hedef almaya başlamıştır. Çare sayılırsa, çareyi baba Frank’ın yöneticisi olduğu firmanın daracık bir bölümüne sığınmakta, gizlenmekte bulurlar. Yeri, bir başka aileyle ve bir diş hekimiyle bölüşürler. O günler başladığında Anne on üç yaşındadır. On üç yaşının kısa süre önceki kutlama buluşmasında kendisine sunulan armağanlardan bir deftere duygularını, yaşadıklarını, geçen günleri yazmaya başlar. Ama ne yazış… Daracık bölmeye ne dünyalar sığdırır. Defterin adı Kitty’dir. “Sevgili Kitty…”
Sessiz olmak zorundadırlar. İşyerinden yalnız bir ya da iki kişi bilir onların varlığını; destek olurlar. Hastalandıklarında dışarıyla çok sınırlı ilişkileri de kesilir. İnsanlar sıradanlıkları, kusurlarıyla, erdemleriyle, küçük hesaplarıyla, korkularıyla… yer bulurlar defterde. Anne, diğer ailenin, başta pek önemsemediği oğulları Peter’le yakınlaşır; sevdadır aralarındaki. Bir bakıma insanlığın özlemidir, sevisidir. Uçakların bombardımanı sıklıkla dehşete düşürür onları. Her yer sarsılmakta, taş taş üstünde kalmamaktadır. Anne, ile Peter çatı katındaki pencereden kentin içler acısı durumunu izlerler, yaşlarının ötesinde derinlikle, incelikle, acıyla söyleşirler. Zaman içinde Anne, kız kardeşi Margot ile de dost olur; daha çok şey paylaşır onunla. Babası her zaman danıştığı bilgedir. Küçükken anlaşamadığı annesiyle de iletişimi ayrı ve olumlu boyut kazanır. Onu anlamaya başlar, duygudaşlık kurar. Bir de güzelim kedi vardır…
Bir yandan da ne bulursa, ne bulursa demek yanlış olabilir, olabildiğince nitelikli kitaplar okur, üzerine düşünür. Yabancı dil çalışır. Peter de öyledir. Savaşın, yıkımın gidişini anbean dış kaynaklardan da izlerler. Nazi kamplarında Yahudilerin başlarına gelenleri, canları yanarak haber alırlar. Kendi acı sonlarının yaklaştığını bilmeden…
12 Haziran 1942’deki doğum yıldönümünden söz ederek, 14 Haziran 1942’de yazmaya başladığı anı defteri 1 Ağustos 1944’te son bulur. Dostu Kitty’den ayırmışlardır. 4 Ağustos 1944’te Grüne Polizei gizli bölmeye baskın yapar. Onlara destek olan firma çalışanları da içinde olmak üzere Alman ve Hollanda toplama kamplarına gönderilirler. Gestapo bölmeyi yağma eder. Yerde, yıllardır okunan dergilerden, gazetelerden, kitaplardan bir yığın, ışıltılı bir yığın oluşur. Yığında Anne Frank’ın anı defteri de vardır. Gestaponun dikkatini çekmemiş olmalı.
Ne yazık ki Anne, Mart 1945’te Bergen–Helsen toplama kampında öldürüldü. Savaşın bitimine bir ay kala… Şanssızlığın bu kadarı. Gizli bölmedeki topluluktan yalnızca Anne’in babası Pim geri dönebildi. Onlara destek olan Kraler ile Koophuis de nice beladan sonra dönebildiler.
“Anne’in hatıra defterini yayımlamak fikrine kendimi çok güç alıştırabildim. Fakat bunu yaptığım takdirde kızımın en büyük arzusunu yerine getirmiş olacağımı anlıyordum. Defterinde yazar olmak istediğini ve ilerde gizlenme senelerine ait bir kitap yazmak için bu notlardan faydalanmak arzusunda olduğunu belirtiyordu. 4 ve 11 Nisan 1944 tarihini taşıyan mektuplarında ‘öldükten sonra da yaşamak istiyorum’ ve ‘Yaşamak ve insanlara hizmet etmek istiyorum’ diyordu” diye anlatıyor baba Frank.
Anne’in defteri faşizmin zulmüyle ilgili en içten, en yakından tanıklıklardan biridir. Yaşasaydı kimbilir daha ne güçlü yapıtlar yazacaktı; bu gerçek çok açıktır. “Anne Frank’ın Hatıra Defteri” tüm dillere çevrildi, oyunlaştırılıp sahnelendi. Yeniden yeniden basılıp okunuyor. Anne’in her zaman diri anısı önünde saygıyla, sevgiyle eğilirim.
Günay Güner
24 Eylül Perşembe, Ankara