Gerçekten de ozanlık zor iş, zor zanaat… Yalnızca ülkünden, dünya görüşünden değil, yaşamından da ödün vermeyeceksin. “Ödün vererek de iyi ozan olunur” diyenlere kulak asmayın; boş sözdür.
Sözgelimi bir Nâzım Hikmet’i büyük ozan yapan yalnızca şiirinin üstünlüğü müdür? O devasa savaşımının, başeğmezliğinin, giderek yaşamında önemli kararları gecikmeden, en doğru biçimde alışının hiç mi payı yoktur?
İşte Cemal Süreya da böylesi nitelikler, kişilik özellikleri taşıyan bir usta ozandır. Şiirlerinin, yapıtlarının adlarına değin yansıyan bir büyük şiirin, güzellik ve yenilik denizinin yaratıcısıdır.
İkinci Yeni şiir akımının ozanlarından olmakla birlikte, aynı akımın diğer ozanlarınınki gibi Süreya’nın şiiri de özgün bir yerdedir. Apayrı bir içtenlikli dili, seslenişi, şiirsel buluşu vardır.
Bir eli gelenekte, bir eli gelecektedir. Şiir üzerine düşünce yazıları da yazar. “Folklor şiire düşman” diye yazsa da Türk şiirinde halk öyküleriyle, halk ekiniyle en çok ilgilenmiş ozan sayılsa yeridir. Şiirinde halk ozanlarına, halk ekiniyle ilgili yerlere, kavramlara geniş yer verir.
“Sevda Sözleri” adıyla yayımlanan bütün şiirleri pek çok baskı yaptı. (Yapı Kredi Yayınları’da “Sevda Sözleri”nin 57. baskısı Ekim 2014’te yapıldı). İnsanlar an oluyor karşısındakine “Her ölüm erken ölümdür” diyor, belki de ayrımında olmadan.
Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte.
Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım.
Ama, ayrıca, aldığın şu hayat
Fena değildir...
Üstü kalsın...
Bu değin Türkçemize sindi Süreya’nın şiiri. “Yunus ki Sütdişleriyle Türkçenin” şiiri anılmadan geçilebilir mi.
Yunus ki süt dişleriyle Türkçenin
Ne güzel biçmişti gök ekinini,
Düşman müşman girmeden araya
Dolanıp bütün yukarı illeri
Toz duman içinde yollar boyunca
Canından sızdırmıştı şiiri;
Vasf-ı Hal’inde öyle esrikti
Acı dirliği Âşık Paşa’nın,
Günlük gibi havayı doldururdu
Sevginin ve kimyanın öğretisi
…
Şiiri güzelliğini, içtenliğini, çağrışım varsıllığını yaşamla iç içe oluşundan da kazanır. 1980 faşist darbesinin hemen ardından, Mamak cezaevinde, birlikte alındığı ağabeyi Muzaffer Erdost’un gözleri önünde dövülerek öldürülen İlhan Erdost için yazdığı ağıt, “İlhan’ın Anısına Türkü” olağanüstüdür.
Senli benli buğday çocuk
Nerden başlasam bilemiyorum
Taşıtlar seçenek değil artık
Ayrıca cesaretim de yok
Bir bardak su içsem şimdi
Yaralarımdan dökülür
Gün ki yıkımlar günüdür
Boştur ne söylesem şimdi
Birini görüyorum kalabalıkta
O adam işte sana benziyor
Ama sana nasıl da benziyor
Binlerce adam kalabalıkta
O'sun sen yürüyüp gidiyorsun
Parmağında küçük bir zincir
Bıyıkların yazgı gibidir
Dolmuştan indin gidiyorsun
Anıştırır yüzleri aşklar
Belirsizdir o mu değil mi
Ama orda kalmaz acılarınki
Değiştirir her şeyi, o kılar
Şimdi bir parçasısın artık
Ekmeğin Ankara'nın Türkçenin
Gurbet ezgilerinin her şeyin
Eşi küçüğü kendisisin artık
Cemal Süreya dimdik bir kişiliktir. Darphane müdürüyken, dönemin maliye bakanı darphaneyi sözde denetlemektedir; parmağını oraya buraya sürmektedir. Oysa gayet temizdir ortalık. “Bura çok pis” demesi üzerine Cemal Süreya yanıtı yapıştırır: “Siz gelinceye kadar tertemizdi.” Darphanedeki yöneticilik görevinden ayrılırken de üzerini, giysisini, ceketini silkeler; altın tozu kalmasın diye! Anlaması gereken anlamalı ki ozanla oynanmaz!
Cemal Süreya’nın yaşamı üzerine, özellikle aramızdan ayrılışının ardından ne çok gereksiz söz söylendi; gevezelik edildi. Şiirin dışındaydı sözde sorular, çiğlikten alabildiğine cıvıklaşmış bilseme (merak) tümceleri…
Yetinilmedi, Ahmet Arif’e yapıldığı gibi Süreya’nın budunu, soyu bile konu edilmeye çalışıldı. Bayağılığın bu kadarı…
Cemal Süreya şiiriyle, düşüncesiyle, çevirileriyle Türk yazınına yön vermiş, zor bir yaşamdan gelerek Anka gibi küllerinden doğmuş, kendi kendini yaratmış büyük ustadır.
Yitirişimizin yıldönümünde Cemal Süreya’yı özlemle, saygıyla anıyorum.
Yaşamdan hep alacaklıydı…