“Filizkıran”, Fatigül Balcı, İletişim Yay., 2019
274 sayfa, Rafta 32.00 TL, İnternette 25.60 TL
Türkiye toprağında demokrasi, sanat, gönenç, hak, hukuk kurabilmek sıradanın çok üzerinde toplumsal nitelik gerektirir. Türkiye, emperyalizmin kolay kolay gündemine bile almayacağı, yılın büyük bölümünde karla kaplı, bir iki milyonluk kuzey ülkesi değil. Dünya ve insanlık tarihinin başladığı, büyük uygarlıkların ve ekinlerin beşiği olmasının yanı sıra günümüzde de enerjiden tarıma, küresel izlemden (strateji) madenlere tüm kaynakların yurdudur. Dolayısıyla tarihte olduğu gibi her an hedeftedir! Türkiye’yi hak etmek zor iştir. Hak edemezsen (ki olan biten budur) ayaklar altında kalırsın, üzerinde her oyunu oynarlar, parya ederler. Bu gerçeği göremeyenlerden ise solcu değil, hiçbir “şey” olmaz.
Değindiğimiz bilimsel önem nedeniyle Türkiye’de emperyalizmin “gizli orduları”nca düzenlenen kıyımlarla, faşist darbelerle, Türk aydınları, ilericileri, sınıfsal ve tam bağımsızlıkçı bilincin sözcüleri yok edilmek istendi. Zaten yeterli gelişmişliğe ulaşamamış düşün yapıları aşındırıldı, bozuldu. Özünü mahveden gericilikten, etnik yüceltiden bile medet umar duruma getirildi.
Bilinç aşındırılır da bundan inceyazın türleri, şiir, öykü, roman… aşındırılmaz mı? Böyle olacağı açıktır. 12 Eylül 1980 faşist darbesi ki Türkiye aydınlanması için, bir başka boyutta, sonun başlangıcı sayılsa yeridir, izleyen dönemlerde romanlaştırılırken, çok ayrı tutumlarla konu edildi. Bir kesim Yalçın Küçük’ün deyimiyle “küfür romanları” sayılabilecek, biraz da gereksiz simgeye boğulmuş biçimde, “Biz ne yaptığımızı bilmiyorduk, heyecanlı maceracılardık, meğer çok yanılmışız, emperyalizm diye bir şey de yokmuş, vesayetçi Kemalist resmi tarih yalanları, o yılların yalnız külleri kaldı, yurtdışında yurtsuzduk, dünya yurttaşıydık, darbeden sonra kitap okuma fırsatı bulduk…” diye özetlenebilecek garabet kitapları yazdı. Tabii bu bölümdekilerde birkaç tutam cinsellik, etnisite, tarikat, zikir sahnesi… de olunca tadından yenmiyordu.
Bir diğer kesim ise sağlıklı olan yolu yeğledi. Hem insanlığın hem Türk emek tarihinin özveri, ezilmişlik, kıyım aynı zamanda kazanım, erdem, ülkü dolu birikiminden yüz geri etmedi. Bu ülküde özgürlük, eşitlik, insancılık, tam bağımsızlık tutkusu vardı ve bunlar utanılacak, vazgeçilecek değerler değildi. Yanlışlar yapılmamış mıydı? Kuşkusuz yapılmıştı ama bunca adanmışlıkla yapılan savaşımda yanlışlık nasıl olmasın? Ne ki okurun gözüne sokulmaya çalışılan ilk bölümde belirttiğimiz çarpık anlayışın “roman” örnekleri oldu. Nedenlerini anlamak güç değil…
Türkiye gibi bir ülkenin romancıları, öykücüleri… darbelerin, 12 Eylül 1980 faşizminin acılarını yazıyorlar, yazmalıdırlar. Bugünlerde bir yeni roman yayımlandı ki ilerici, aydınlanmacı savaşımın gerçeklerine uygun yazıldığından apayrı bir yer edineceğe benzer: Fatigül Balcı’nın “Filizkıran” adlı romanı (İletişim Yay., 2019.)
“Filizkıran”da anlatılanlar yetmişli yıllardan başlıyor, seksen sonrasına uzanıyor. Roman, bilseme (merak) duygusunu yükselten bir bölümle başlıyor. Öldürüldüğü bildirilen bir siyasi kişi sevgilisi Nezahat’ı telefonla aramaktadır. Tek tümce kurar “Ben Nuri…” Öte “dünya”dan mı aramaktadır?.. O anda okurun anlağında, Nuri’nin öldürülmüş gösterildiği olasılığı (ki roman bu düzlemde gelişecektir) uyanmıyor değil ama dünya romanı öbür izleği de rahatlıkla sindirebilir. (M. Bulgakov’un “Usta ve Margarita”sını anımsayınız lütfen…) Ardından yetmişli yılların çatışmalı, öldürümlü ortamının bir “fotoğrafı.” Nuri Kartal onlarca sol “fraksiyon”dan birinin lideridir. Her yerde aranmaktadır. Geçmişte ağır işkenceden geçmiştir. Gizlenirken bir kasabaya gider; otele yerleşir ve kendini Pavlikyenler üzerine araştırma yapan bilimci diye tanıtır. Kitabın hiçbir yerinde yerin adı geçmese de Pavlikyenlerden, yerin Divriği olduğu anlaşılıyor. Polisiye tekniğin de kullanıldığı bu bölümde işkencecisiyle karşılaşma izleği de etkili. Nuri Kartal kitabı gerçekten de yazıyor. Yurtdışına kaçmayı başaran Kartal, oralarda binbir yaşam güçlüğüyle yüz yüze kalırken, ömrünü adadığı siyasal savaşımıyla hiç ama hiç uyuşmayan bir dünyayla karşılaşır. Özellikle, siyasi de olmayan, mafyöz denebilecek bir öbeğin sürekli saldırısı altında kalır. Son kurşunlanışının ardından yine ölmez ama özverili Türk hekimin (Tuncay) desteğiyle ölüm belgesi düzenlenir. Türk basınında da ölüm haberi yer alır.
Yaşamındaki yeni dönem sanki yeni insanın doğumu gibi görünse de bu kuşkusuz olanaksızdır. Ne ki bir başka yönden ise yeniliğin gerçekliği sözkonusudur. Paris’tedir. Kaldığı evin sahibi kadınla, Madam Ruth’la eşzamanlı, görkemli, karşılıklı bir sevdanın içinde bulur kendini. Yalnızca Hekim Tuncay’ın bildiği, geçmişiyle ilgili bilgiyi, bir süre sonra tüm ayrıntılarıyla Madam Ruth’a da anlatır. Yapıtın sonuna kadar apayrı tonda bir bölüm oluşturan ayrıntılar şaşırtıcı ve ilginçtir. Her sayfada derinleşen bir sevda, çıkar, kazanım gözetmeyen ilişki, bir devrimcinin o günlere değin açlığıyla yaşadığı sevgi, sevgi, sevgi… Hep denir ya, ne anlattığından çok nasıl anlattığın diye, Fatigül Balcı’nın dilinin kendine has varsıllığı, işleyiş güzelliği okursa derin sarsıntı yaratıyor.
Madam Ruth, geçmişte de övgüsünü duyduğu Türkiye’ye (“Filizkıran”da övgü nedenine değinilirken Güzin Dino’nun, Dinoların da adı geçiyor,) turist öbeği içinde, (Nuri Kartal’ın katılmadığı) bir geziye gider. Kartal’ın büyük özlemiyle geçen günlerin ardından meğer Madam Ruth, Kartal’a yaşamının en değerli sürprizini hazırlamış; annesini, babasını bulup, yanında getirmiştir.
Ne ki mutlulukları Madam Ruth’un yıllar önce tasarladığı bir kararla anlatılmaz acıya dönüşür.
Burada anlatmak yerine “Filizkıran”da okunmasını salık verdiğim çarpıcı olay sonucunda Ruth, o sevdayla dolu kadın yaşamını yitirir.
Yukarıda da değinildiği gibi, Fatigül Balcı çok duru, arı bir dil ve roman biçemiyle, dengeli bir yapı kurarak okura nitelikli bir yapıt sunmuş. Yalnızca bir örnek: Nuri Kartal’ın Fransa’da yaşama tutunma çabası sürerken, zorlu iş koşulları, değirmende çalışma dönemi anlatılırken, köyüne, çocukluk çağlarına, o yıllardaki değirmen anılarına koşutluk, artan özlem duygusu çok dengeli ve etkili verilmiş. Bu başarıyı yapıtın tümü için de gözlemek olanaklı.
GÜNAY GÜNER
15 Haziran 2019, Ankara