Yepyeni biçemlerle yaratılan yapıtlara yönelik bunca ilgisizliği görmek gerçekten katlanılır gibi değil; yazınımızda eleştirinin olmadığının da başlıca kanıtı. Kendilerine emek veren yazarların, bin bir özenle ve güçlükleri aşarak yayımladıkları kitaplar yayımlanamazlık, dağıtımsızlık engeli yetmezmiş gibi, bir de yayın iktidarlarınca görmezden geliniyor, okunmuyor, üzerlerine yazılmıyor.
Ne ki yakındır, nesnel eleştiri, nesnel eleştirmen (yeniden) doğacak ve güçlenecek. (Kuşkusuz bugün bir iki nitelikli eleştirmen var ama dillendirmek istediğimiz durum, egemen olmak, kurumsallaşmak).
Suat Kemal Angı böylesi yetkin, özgün, ilginç yapıda kitaplar yazan bir yazar-ozan. Aynı zamanda çevirmen. Yıllarca Dost Yayınevi’nde çevirmen ve yayın yönetmeni olarak da emek verdi. Bitirdiği ODTÜ’nün “baraka” arkadaşlığı kültürüyle de donandı. Yapıtlarından birkaçını anımsatalım: “Galileo’nun Karısı” (Roman, 2014), “Cadde” (Roman, 2011), “Dip Metin” (Deneme, 2011), “Def’im” (Şiir, 2014), “Cahil Zaman” (Şiir, 3 cilt, 2007), “Walter Benjamin’le Yaşamak” (Deneme, 2010)… Yazınımızda yetkinlik, genellikle kibirle ve zaman zaman da “züppelik”le at başı gider. Angı’da ve yapıtlarında bunu göremezsiniz. Önce başat dayanakları belirtmeli:
1) Günümüz dünyası insanın ağzını, çaresizce, öfkeyle bozabilecek bir dünyadır. Belki de incelik bu öfke ve neden olduğu alaycı dildedir. Siz Lautréamont’un “Maldoror’un Şarkıları”nda, Ferdinand Céline’in “Gecenin Sonuna Yolculuk”unda gereksiz, şarlatanca, yapay “incelik” anlatımı okudunuz mu?
2) Bugüne değin yine genellikle, Türk Devrimi düşününe bağlı yapıtlar modern yapının bilindik biçeminde gelişirdi. Suat Kemal Angı, tepeden tırnağa Türk Devrimi yazarı niteliğini çok özgün, yeni, sarsıcı bir modernci yazın diliyle somutlaştırıyor, yaratıyor. (Angı’nın yeniliğine “postmodern” diyemiyoruz; postmodernin hiçbir sığlık çabası, iktidar kurma oyunu Angı’nın betiklerinde bulunmuyor.
3) Her anlatım denenmiş ve pek de etkili olamamışsa, gülmece; şaşırtıcı, çarpıcı gülmece, alaycılık, sarakaya almak, dalgasını geçmek yoğun yazın yöntemlerinden biri olabilir. Hem başka seçenek de bırakılmıyor gibi…
Suat Kemal Angı’nın “Galileo’nun Karısı” adlı romanı sözkonusu yazın özelliklerini, niteliklerini barındıran bir yapıt. Anlatıcı Rex/Alex adıyla anılan bir çevirmen-İngilizce öğretmeni. Genellikle küçük oğluyla birlikteler; oğluna “meyvem” diye sesleniyor. Karşılıklı konuşmaların geniş yer tuttuğu kitapta çağımızın, yeni ortaçağ adlandırmasının bile yetersiz kaldığı insanlık acılarına, gerileşmeye, bu gerileşmenin tarihsel bilgisine ayna tutuluyor.
Galileo, simgesel nitelikte. Galileo’nun karısına, daha çok da çocuklarına bir bölüm ayrılmış. Ayrılmış demek de ne değin doğru? Metin kendi doğasında alıp başını gidiyor. Savruklukla eşzamanlı denetim. Savruk biçem bilinçli bir seçim mi insan emin olamıyor. Ne ki anlatımsal iç tutarlılık hiçbir bölümde yitirilmiyor.
Yaşamın içinden; çölleşmenin sözcülerinden, sözkonusu “aydın” kesim içinden tipler, yazarın özel çabası olmadan, doğal akışın oluşturduğu mantıksal eleştiriden payını alıyor. Payını almaktan öte, şarlatanların ipliği pazara çıkıyor. Yetersiz, Türkçesiz “cemaat gelinleri”yle, 31 Mart 1909 “katip”leriyle, İttihat Terakki silahşor yücelticisi “billboard” yazıcılarıyla, “Türkçe şiir” aymazlarıyla, ulusuna sövdükçe değerlendiğini sanan sefillerle yazın yaratılabildiğini sananlara sıkı bir tokat “Galileo’nun Karısı.” Bu dayanaklı, belgeli, felsefeli eleştiri, yergi; cumhuriyete, otuzlu, giderek kırklı yıllara ilişkin adeta yurtsama bilinciyle işleniyor. Angı’nın yönteminin, biçeminin benzeri yok.
Galileo’nun savaşımı günümüzde de sürüyor. Günümüzde de Güneş’in değil, Dünya’nın özekte olduğuna, Dünya’nın düz olduğuna, insanın Ay’a gitmediğine “inananlar” var. Öte yandan Galileo’nun düşün akrabaları ise günümüzde Samanyolu galaksisinden de çıktılar; Andromeda galaksisinde yol alıyorlar. Ayrılık ve savaşım bu kadar keskindir. Galileo’nun sürdürücüleri kimseye bir dayatmada bulunmuyorlar; tüm işleri nesneyi incelemek, sonuç nereye götürürse oraya gitmek, diğer değişle bilim! Engizisyonun her dinden sürdürücüleri ise insanlığın Dünya’nın düz olduğuna inanmalarını “kafa keserek”, işkence ederek, “her yol mubah” diyerek sağlamaya çalışıyorlar. Evet, yine ayrılık çok keskin ve acı! Bu bağlamda, Angı’nın, cumhuriyetin uğradığı ilk planlı, kanlı saldırılardan Kubilay’a kıyım olayına ayırdığı bölüm çok anlamlı. Okullarda ders olmalı… “Boşluk doldurmalı” bir sınav olmalı.
Gamze Akdemir’in de “Galileo’nun Karısı”yla ilgili, romanın diliyle de örtüşen yazısında belirttiği gibi bugünün ne değin saçmalığı, kıyımı, yıkımı (bir anlamda posa, atık, cüruf…) varsa tümüne karşı çıkıştır, Angı’nın yapıtı: “Medeni cesareti yerli yerinde, rüzgârdan nem kapan kibarlık budalasıysan uzak dur, yoksa vay haline! Tuzu kuru dominantlara da gıcık! Hele de nalıncı keserlerine aman Allah! Baba, dayı, abi, oğul, ana, nene, aile, kısası ailesine düşkün, İstanbul’un da Ankara’nın da onda yeri ayrı. Çamaşır günlerinin, o “sele dünyaları”nın çocukluğundan tekmilimiz gibi ve cepheli yılların, 12 Eylül’ün… Yazdığı gibi kurtarılmış mahallelerin kurtarılmış kahvehanelerin, havadaki değişmeyesi barut kokulu yılların, fraksiyonları elbise askısı sandığı dönemlerin çocuklarından… Paşam kalk da gör olanları demekte. Dinciden özgürlük talep edenlere şaşmakta. Kara vicdanlıların yakında bir gün mutlaka vicdanlarındaki kurtla karşılaşacaklarını söylemekte. Sonra geçmişin sıkı solcu, sıkı Marksist erbaplarına bakmakta ve dönek sayısının çokluğuna şaşmakta ve dahi hazmedememekte” (Akdemir, 2014).
İnsan bir kez daha anlıyor ki aydın her şeye karşı çıkan değil; neyin yanında neyin karşısında olunması gerektiğini iyi bilen kişidir.
Değini: Kitaptan alıntılar yazıp, üstünü, altını doldurma yoluyla kolaycılık ürünü “yığma yazı”ya karşı olduğumdan yapıttan alıntı yapmadım. “Galileo’nun Karısı” başta olmak üzere Suat Kemal Angı’nın kitapları okunmalı.
Kaynaklar:
Akdemir, Gamze, “’Galileo’nun Karısı’, Aforizmik Bir Halay”, Cumhuriyet Kitap eki, 24 Temmuz 2014, S. 1275
Angı, Suat Kemal, “Galileo’nun Karısı”, Ankara Kitaplığı Yayınevi, 2014