Güngör Dilmen Türk oyununun usta yazarı. İki yıl önce, 8 Temmuz 2012’de yitirmiştik Dilmen’i. Onu “Galileo’nun Günahları?” adlı oyunuyla anmak istedik.
Güngör Dilmen yanılmıyorsam son oyunu olan “Galileo’nun Günahları?”na soru imi eklemekte çok haklı. İnsanlık ilerler diye düşünürken, ilerlemenin insan ömrüyle algılanması güç bir olgu olduğu noktasına gelindi yine. Sözkonusu durum Modernizm sonrası (Postmodernizm) ilerleme düşüncesinin yadsındığı, çağdışı koşullarla da yakından ilgilidir. Bu bağlamda inanç ile bilim çatışması şiddetini artırdı.
Türk halkı din – bilim çatışmasının acılarını derinden yaşamasına karşın, yaşananların yazına yeterince yansıdığı söylenemez. Usta Yazar Güngör Dilmen Galileo’nun Günahları?’yla bu eksikliği gidermede önemli bir katkı sağladı.
Oyun, yazarın da belirttiği gibi iki karakter, Galileo – Virginia ve anlatıcı Vincenzio üçlüsü üstüne kurulmuştur. Virginia, babası Galileo’nun destekçisi, yaşam sevincidir. Cosimo de Medici Galileo’nun öğrencisi, sonra Toskano Grand Düküdür. Öğretmenine yakındır, dosttur. Salviati ile Sagredo, Gaileo’nun on altı yıl emek verdiği “İki Büyük Dünya Sistemi Hakkında Diyalog” adlı (Latince yerine halkının dili İtalyanca yazdığı) başyapıtında da yer alan dostlarıdır. Kardinal Bellarmino ile önce kardinal, ardından Papa VIII. Urban engizisyonu temsil eden karakterler olarak oyunda yer alıyor.
“Galileo’nun Günahları?” Niccolo Machiavelli’nin “Prens” adlı yapıtından bölümler üzerine, Prens Cosimo’yla konuşmayla başlar. Öngörülebileceği gibi konuşma ahlak üzerinedir. Ahlak sorunu, oyunun tümüne bilim ahlakı anlamında da egemen olacaktır.
Galileo, (başlarda bir din görevli olan) Kopernikus’un astronomi kuramını destekleyen tavrıyla, bilim tarihindeki en önemli kişiliklerdendir. Büyük bir bilim adamıdır. Giderek yalnızca bir bilim adamı değil, bir düşünür, çağlar sonrasına ulaşan bir aydındır. Tanınmış düşünür Bertrand Russell Din ile Bilim adlı değerli yapıtında şöyle yazar:
“Galileo’nun büyük değeri, vardığı her sonucu matematik formüllere aktarabilen bir güç yardımıyla, hem deneysel hem de mekanik konudaki ustalığını birleştirmiş olmasıdır. Dinamik (cisimlerin hareketlerini yöneten yasalar) konusundaki çalışmalar gerçekte onunla başlar” (Russell, 1997:25).
Hollanda’da teleskopun ilk biçiminin icat edildiğini öğrenen Galileo teleskopu geliştirir ve uzayı inceler. Teleskopla yaptığı gözlemlerin sonuçları başını belaya sokar. Kiliseyle, engizisyonla çatışma yoğunlaşır. Galileo’nun Günahları?’nın bir yerinde Galileo şöyle der:
“Evrenin derinliklerine eğilen ilk kişi ben oluyorum yeryüzünde. Ay denizleri akarsuları olmayan bir kaya parçası. Kraterler, dağ silsileleri… Su yok. Tam, bir göl görünümünde. Güneş yüzünde çamur gibi lekeler görüyorum. Jüpiter’in uyduları da var… çevresinde dolanıyorlar.
(Bilimsel coşkuyla)
Dünya evrenin merkezi değil. Güneşin çevresinde bir uydu. Kopernikus’un öngördüğü gibi. Ama bu Aristotelesçi evren görüşüne aykırı. Kutsal betiklere de aykırı.” (s. 18).
Gerçekten de benzersiz bir coşkunun kaynağı olan gözlemlerinin sonuçları Galileo’yu nesnel gerçeğe ulaştırır. Nesnel gerçek ise din ile çatışmaya götürür. Engizisyon kurban almaktadır. Bruno’ya, yine gerçekleri korkmadan söylediği, açıkladığı için yakarak kıymışlardır. Oysa inanç sınanamaz, deneye tutulamaz, gözlenemez. İnanç, dizgesine mutlak bağlılık ister. Bunu zorunlu koşar. İnanırsınız, inanmazsınız, (din kabul etmese de) belki bir yere kadar inanırsınız. Bu inanan ile inanılan arasında kaldıkça düşünsel bir sorun sayılamaz. Bilimsel gerçeklik karşısında inanç, dinsel öğreti yayılmaya, kurallarını dayatmaya çalışırsa, şiddete, baskıya dönüşürse, başvurursa eleştirinin hedefine girmesi kaçınılmaz olur.
İnancın odağından bakıldığında açıkça görülür ki eleştirellikle inanç uyuşmaz. Eleştirellik, inancın, dinin doğasına aykırıdır. Bilim ise nesnel gözleme dayanır. Gözlemlerden zaman zaman bütüne, bütünsel düşünce dizgelerine varır. Ancak bu düşünce bütünleri, uyuşmayan yeni bir bulgunun ortaya çıkması durumunda yerini yeni gözlemlere ve düşünce bütünlerine bırakır. Düşüncelerin, yaklaşımların, anlayışların sarsılmasından hiçbir gerçek bilim insanı huzursuzluk duymaz.
Bilimde her zaman yeni bir soru, sorun; yanıtların yanı sıra yanıtlanmamışlardan oluşan alanlar bulunacaktır. Sonsuza akan bir süreçtir bilim. Soruların, bilinmeyen alanların olmadığı yerde bilim de olmaz. Bu bilimin doğasıdır.
Toplumların, giderek insanlığın aydınlanmasında; dinci bağnazlığın ve sömürünün tutsaklığından kurtulmasında anadilinde yazmanın, anadilinde yaratmanın çok büyük önemi vardır. Dilmen, Galileo’ya şöyle söyletir:
“Latince paralarlar üniversite kürsülerinde, halk anlamasın ki kıymete binsin devşirme düşünceleri.
…
Venedik tersanesinde ustaları gördüm. Çekiçler balyozlar iniyor, testereler bıçkılar işliyor. Kimi beziryağı yediriyor pamuğa, kimi yelken dokuyor. Sonra Murano adacığında izledim dünyanın en güzel kristallerini yaratan cam işçilerini. Balon gibi şişiyor üfleçlerin ucunda, güneş kızılı ergimiş cam, zarif Murano kristaline dönüşüyor…
Göz, yürek, el, soluk ustalarının elinde.
Karar verdim, bundan böyle kitaplarımı bu eli öpülesi emekçilerin diliyle yazacağım.” (s. 53, 54)
Eli öpülesi emekçilerin diliyle yazmak! Basit gibi görünen, ama aydınlanmanın yol ayrımlarından birini oluşturan devasa eylem. Ancak bu eylem sonrasındadır ki emekçiler, geniş kitleler sözcüklerinin köklerine kadar bilgiyi anlar olmuş, eleştirel yeteneklerini güçlendirmiştir. Olayları, evren bilgisini gerçeğe uygun öğrenebilmiştir. Yaratılan özgür düşünme ortamı sınıf sömürüsünü algılayarak, direnme olanaklarını artırmıştır. Çünkü bilinç bir bütündür. Günümüzde dayatıldığı gibi, kompartımanlara, birbiriyle çelişmesine karşın su sızdırmaz bölümlere ayrılmış, anlam sağlığı bulunmayan bir çirkinlik değildir.
Günümüz insan bilinci için kara bir çağdır. Bilinç, us ancak bu kadar tutsak alınabilir. İnsanlık ancak bu kadar celladına sevdalı bir duruma getirilebilir. Gericiliğin oyuncuları olarak neler yok ki.
Evangelistlerden Moonculara topluluklar, tarikatlar.
Kendi düzenlediği sahte vasiyetle yüzyıllardır evrensel din iktidarını sürdüren, geçen onyıllarda etkisini artıran Katolik Vatikan (Katolik de evrensel demek).
Ekümenik din devleti heveslisi, ruhban okullu Troya Atı.
Hiçbir tüzel kişiliği olamayacağı bilinmesine karşın devlet yerine konan, en “aydın”larca bile sivil toplum denerek, özgürlük çığlıkları eşliğinde bağırlara basılan “kuruluş”lar.
Gözüyaşlı, (her gün fetva yayılan) bol tv kanallı, bir hırka bir lokmaya kanaat edermiş gibi görünen, okullardan Evrim Kuramını kazıma gücünü elde etmiş, “zamanın olgunlaşmasını” bekleyen din liderleri.
Kafa kesen, kestiği kafayla top oynayan dinci terör, kırım örgütleri. Bunlara terör örgütü dememekte kararlı ülke yöneticileri, yaygın “basın sözcüleri”.
O çok bilinen ortaçağda bile ancak bu kadar rezalet olabilirdi.
Bilim insanları, üniversiteler mi dediniz. Onlar da yukarda sayılan ve sayılamayan benzer “özgürlükler” için imza vermekle, en kolay yoldan profesörlüğe ulaşmak amaçlı “kulis” yapmakla meşguller, çok yoğun iş yükü altında çırpınmaktalar!
İşte Güngör Dilmen, yapıtlarıyla, tüm ilkelliklere, içine çekildiğimiz insanlık dışı girdaba karşı yanıt niteliğinde. Tarihi iyi özümseyen kendine has diliyle, öz Türkçesiyle, birikimiyle; insanlığı gerçek özgürlüğüne kavuşturmak yönünde ancak sanatın gücüne ve söylemine dayanmak gerektiğini yapıtlarında özenle işlemiş usta yazar.
İnsana gerçek insanı, erdemi duyurdu.
Güngör Dilmen’i saygıyla, özlemle anıyoruz.
Işıklar içinde yatsın.
Kaynaklar
Dilmen Güngör, Galileo’nun Günahları?, Mitos Boyut Yay, 2009
Russell Bertrand, Din ile Bilim, YKY, 1997