Bir önemli kaynak dikkatimi çekti. Suut Kemal Yetkin’in Şiir Üzerine Düşünceler (Önsöz, Varlık Yay., 1969) adlı yapıtı. Kitap 1969 yılında yayımlanmasına karşın önsözünde irdelenen konu ve ortaya konan düşünceler bugün için yazılmış gibi güncel. Şiir öldü, savını eleştiriyor yazar: “…Bu yazıları bir arada toplamak için gözden geçirirken onları yazdığım sıralarda duyduğum heyecanı yeniden yaşadım. Ama okuyucudan, hem de aydınından gittikçe kopan son yılların şiirlerini düşününce içim burkuluverdi. Şüphesiz bu durumu hazırlayanlar arasında, sığlıklarını, boşluklarını perdelemek için kelimeleri ve tümceleri çıkmaza sokanların payı büyüktür. Ama bütün sorumluluğu onlara yüklemek de haksızlık olur. Çünkü bugün açık ve seçik şiirlerin de eskiden olduğu gibi okuyucuyu pek çekmediği gerçektir. Bu durum karşısında birçok batılı eleştirmen: ‘Şiir ölüyor mu?’ sorusu üzerinde durmaktan kendilerini alamamışlardır.”
Roman, öykü gibi türlerle ilgili “ölüyor mu” diye savlar ortaya atıldığı olur zaman zaman. Üzerine dergilerde tartışmalar açılır, kitaplar yazılır… Yetkin, soruyu soyadı gibi yetkince yanıtlamış: “Gerçekten, şiir ölüyor mu? Bu soruya evet veya hayır demeden önce, bugünün sosyal ve ekonomik durumuna değinmek gerekir. Bu bir gerçekliktir ki gittikçe maddileşen çağımız, aşırı üretimin yarattığı baş döndüren bir hız dönemindedir. En kısa zamanda çok şey elde etmek, insan için tek amaç olma yolundadır. Ulaşım araçlarının baş döndüren hızı, fabrikaların aşırı üretimi, insanların en kestirme yoldan yükselme çareleri araması bu gerçeği belirtir. Böyle bir ortamda yaşayan insanın, kendini yeni alışkanlıklara kaptırmasından tabii bir şey olamaz. Yeni alışkanlıklar yalnız yığınları değil, sanatçıları da kavramıştır. Hıza tutulan insan çoğunluğu, yalnız saatte yetmiş seksen kilometre yapan tren ya da otobüslere değil, zamanı kısaltmayan her şeye, bu arada uzun romanlardan tutunuz da uzun tümcelere kadar her şeye sırtını çevirmiştir. Bugünün romancısı ve okuyucusu için, sözgelimi bir Tolstoy’un Savaş ve Barış’ı, yorgunluğuna dayanılamayan uzun bir yolculuktur. Uzun kitapların zamanımızda kısaltılarak (digest) yayımlanması, zamanımızda büyük ilgi uyandıran çoğu romanların iki yüz sayfayı aşmaması bu iç davranışın bir sonucudur. Şiirin de uzunluğu kısaldıkça kısalmaktadır.”
Araçların yetmiş seksen kilometre hızlarını hızlı bulup şaşırması bir yana, bu yaklaşım günümüz için de geçerli. Yavaşlığın, doğadaki yavaşlığın, sindirebilmenin hazzını unuttu günümüz insanı ya da hiç tanıyamadı, algılayamadı… Sözlü kültür de ağır geliyor çağımız insanına. Yetkin şöyle yazıyor: “Fakat yaşadığımız zamanı dikkate alırsak, bu anlattığım özellikler bile gerilerde kalmış görünür. Çağımız temelden bir değişiklik geçirmektedir. Bunu da söz kültürünün (culture orale) göz kültürü (culture visuelle) karşısında gerilemesi diye niteleyebiliriz. Kısaltılmış kitaplar bile bugünün insanına uyumsuz geliyor. Karanlık bir salonda koltuğa gömülerek, kafa yormadan, beyaz perde üzerinde akıp giden görüntülerin uyandırdığı zevkin çok gerilerinde kalıyor. Bugünün insanı yorgundur, türlü sorunlarla tedirgindir. Hayatın tadını yorulmadan çıkarmak istemektedir. Kafanın yorucu şeylerden hoşlanmaması, düşünce alanından görüntü alanına kayması bundandır. Televizyonun vazgeçilmez olması, sanat tarihi kitaplarında, resimlerin çoğalarak yazıların azalması gene bundandır.”
Çoğu insan ayırdında değil ama görsel kültürün yeğlenir olması ve sonucunda televizyonun, giderek internet ve internet görsellerinin bu denli etkili izlenmesi büyük bir sorundur. Dizilere olan bağımlılık da azımsanacak gibi değil.: “O halde bu ortamda şiir ne oluyor? Denildiği gibi gerçekten ölüyor mu? Hiç sanmıyoruz. Ölüyor diyenleri yanıltan, şiirin büyük yığınlarca okunurken bugün pek okunmaz oluşuna inanmış olmalarıdır. Oysa şiir hiçbir zaman büyük yığınlara ulaşamamıştır. Ama buna karşılık birbirini izleyen ortamlar türlü sosyal akımların etkisiyle ne kadar değişik olursa olsun, gerçek sanat ve edebiyat eserleri, dönemler başka da olsa daima okuyucularını bulmuştur.”
Yetkin’in çözümlemesi gerçekçidir; gerçeğe uygundur. Roman, öykü, şiir olsun “ölüyor mu”, “okumuyor mu” sözleriyle birlikte anılır da buna karşın yine değerli yapıtlar okura ulaşır. Klasiklerin önemini düşünmek de yargımızı destekler. İş yazarlara, sanatçılara düşüyor:
“Hayır, şiir ölmüyor; yeter ki yazılar şiir olsun! Bu da yazılıyor. Ama şiir diye ortaya sürülenler, yetersizlikleri perdelemek için soyut veya anlamsız dedikleri cinsten olursa, bunlar zaten ölü doğmuşlardır. Çünkü şiiri bilmeceye çevirenler, uzun çabaya ve kafa yorgunluğuna karşı olan çağlarıyla çelişkiye düşerek yalnız çağdışı kalmamışlar, gerçek şiirin sürekliliğini sağlayan azınlıktaki okuyuculardan da yoksun süresiz kopmuşlardır.”
Yazar, yeteneğin yanı sıra birikimli de olmalıdır. Gününe, çağına duyarlı; ezilen insanlığın yanında bir anlayışı taşımalıdır. Bunun tersi önemli yazar örneği birkaç kişiyi geçmez. Bu gerçek tartışma gerektirmeyecek kadar açıktır. Türk yazınının değerli bir eleştirmeni olan Suut Kemal Yetkin umutsuz değildir. Şiirin en eski türlerden olduğunu düşünürken geleceğe umutla bakar: “Azınlıkta olan, ama çağlar boyunca sürüp giden bu gerçek şiirleri düşününce, bu yazıya başlarken içime çöken kötümserlik duygusu birden dağılıverdi.”
GÜNAY GÜNER
2 Ocak 2022, Ankara