Toplumlar özellikle tarihte hastalıkların pençesinde kıvrandı durdu. Çocuklar, kadınlar, köylüler, emekçi insanlar… Yazın, acıların, çaresizliklerin de duyusal, incelikli tutanağı aynı zamanda. Bu açık bir gerçek. Vebalar, salgınlar bir yana, günümüzde sıradan sayılan, kolaylıkla sağaltılan hastalıklar öldürücüydü. Zaten ortalama yaşam ne kadardı ki… En çok altmış.
Dünya yazınının devlerinden Fyodor Mihayloviç Dostoyevski (1821-1881) gerçekten de bugün bile yeterince anlaşılabilmiş değildir. (Bu arada 2021 yılı Dostoyevski’nin doğumunun 200. yıldönümü, ölümünün ise 140. yılı olacağını belirtelim.) Yalın olmaya yalındır ama öylesine çok yönlü yaklaşımlar içinde, adeta çırpınır ki okuru yerden yere vurur.
Dostoyevski olsa olsa ne anlattığıyla, ne savunduğuyla ilgili eleştirilebilir; nasıl anlattığıyla ilgili değil. Çünkü nasıl anlattığının yanıtı olan işçilik, özgünlük eşsizdir. Bunda yaşamının (daha doğrusu çilesinin) etkisi kesin olmakla birlikte, ne kadardır, o eziyetli yılları ve olayları yaşamasaydı ayrı bir yapıt birikimi mi ortaya çıkardı, kestirmek neredeyse olanaksızdır. Ne ki sözkonusu etkenin süreci yoğunlaştırıp hızlandırdığı söylenebilir. İlk yapıtı mektuplara dayalı İnsancıklar ilginçtir ki yaşamının sarsıntılı olaylarının sonrasındaki yapıtlarının ipuçlarını, en azından roman dili yönünden taşır.
Dostoyevski, bir kültürel, siyasal topluluk olan Petraçevski aydın öbeğine katılması nedeniyle, doğrudan Çar Nikola tarafından dört yıl Sibirya’da kürek cezasına, dört yıl da askerliğe mahkûm edilir. (Aralarında ajan vardır, hiç kuşkulanmazlar.) Ancak Çar Nikola’nın bir acımasızlığı vardır. Tutuklu bulundukları yerde ölüm cezasına çarptırıldıkları bildirilir. Kurşuna dizilecekleri alana götürülüp kazıklara bağlanırlar. Başlarına gözlerini kapatacak bağlar geçirilir. Silahların mekanizma sesleri duyurulur… Bir zaman sonra Çarın bağışladığı ve cezalarını küreğe çevirdiği bildirilir. Tutuklulardan biri aklını yitirir. Günlerce sürecek Sibirya yolculuğu başlar… İdam “oyunu” Çar Nikola’nın buyruğudur. Unutamayacakları ders olsun diye yaptırmıştır. Stefan Zweig “Bir Yiğitlik Anı” başlıklı şiirinde bu olayı müthiş anlatır.
Karamazov Kardeşler 1879 yılında, Dostoyevski’nin yaşamını yitirmesinden kısa süre önce yayımlanır. Sanatının doruğudur. Dünya yazınının da başyapıtlarından Karamazov Kardeşler kitap içinde kitap, izlek içinde izlektir. Adeta matruşka! Bu izleklerden biri ise hastalıktır. Dostoyevski sara hastasıdır. Sara, yapıtlarına da yer yer yansıyacaktır. Karamazov Kardeşler Dimitriy Fiyodoroviç, İvan Fiyodoroviç ile Aleksey Fiyodoroviç’tir. Bn. Hohlakova’nın kızı Liza hareket, yürüme engelli, tutkulu bir kızdır. Evin uşağı ve toprak ağası babanın yasadışı oğlu Smerdyakov sara hastasıdır; sık sık bunalıma girmektedir. Yapıtın son bölümündeki savcı hastadır, duruşmadan birkaç ay sonra ölür. Emekli Yüzbaşı Sinegrev’in karısı kötürümdür ve aklını yitirmiştir. Kızları Nina da kötürümdür. Ve tümünden acısı küçük yaştaki oğulları İlyuşa’nın çaresiz, ölümcül hastalığıdır. Ve beklenen acı son gelip çatar, İlyuşa ölür. Babanın, ananın, son döneminde hep yanında bulunan, hiç ayrılmayan okul arkadaşlarının sonsuz kederi öyle bir anlatılır ki sayfalar arasında yitip gidersiniz…
Snegrev ailesinin büyük acısı yoksullukla birleşmiştir. Ellerinde avuçlarında hiçbir şeyleri yoktur.
Rahip Aleksey Fiyodoroviç (Alyoşa), İlyuşa’nın ölümünün ardından, okul arkadaşlarına yaşadıkları çağı aşan bir konuşma yapar. O denli derin, duyarlı, sarsıcı, içten…
Dostoyevski’nin yaşadığı çağla günümüz 21. yüzyılı arasında pek de büyük ayrılık bulunmayışı, tersine koşutluklar yeterince anlamlı ve acı değil midir? İnsan onurunun, gururunun alabildiğine çiğnendiği değişmeyen koşullarda yazın daima insanlığın vicdanı olacaktır.
Günay Güner
22 Ağustos 2020, Ankara