Türk yazınının usta yazarlarından Adnan Binyazar, çıkınında yine öyle sarsıcı, öyle güzel bir yapıtla çıkageldi ki insan herkes okusun isteğiyle dolup taşıyor.
Kitap adını içindeki en şiirsel öykülerden birinin adından almış: Kızıl Saçlı Kontes. Öncekiler gibi, Binyazar’ın bu öykü kitabı da doruklarda dolaşıyor, dolaştırıyor. Bir yazar bu etkiyi nasıl yaratır? İşlediği izleklerle mi, öykü kişilerinin çarpıcılığıyla mı, öykü yerlerinin sıradışı oluşuyla mı?
Adnan Binyazar’ın yapıtlarının etkisi, bir yazarın ulaşabileceği en yetkin durumda sağlayabileceği yalınlıktan, ortak insanlık kaygılarının, durumlarının tarihsel derinliğinden, kuşkusuz yazınsal işçilikten geliyor.
Melih Cevdet Anday’ın onyıllar önceki bir denemesinde belirttiği gibi, sevgi bireyin kişiliğinde bir bütün olarak var olur. O bütünde bir yanın diğer bir yana önceliği yoktur, biri diğeriyle çatışır durumda değildir. İşte sözgelimi Anadolu’nun bir noktasında, bir öğretmenin bulduğu, “Bozkır” adını verdiği köpeğe yönelik sevgisi, doğaya, yurduna, insanlara sevgisinden, giderek sevgiliye sevdasından nasıl ayrılabilir. Ve bir gün Bozkır alır başını gider. Nice aramalardan sonra bulduğunda Bozkır çok kötü durumdadır, ardından da ölür.
Binyazar, Dicle Köy Enstitüsü’nü bitirmiştir. Çocukluğunun ne değin acılar içinde geçtiğini “Masalını Yitiren Dev” adlı görkemli kitabında anlatır. Yazdığı anılarını okuyan Ahmet Muhip Dıranas, “Bunları gerçekten yaşadınız mı” diye sormaktan kendini alamaz. Gerçek olamayacak değin ağırdır. İso, öykü anlatıcısının Köy Enstitüsüne birlikte başladığı arkadaşıdır, hemşerisidir. İso iriyarıdır, bıçkındır, kavgacıdır. Ne ki göründüğünün tersine o denli de saftır, dürüsttür, merttir. Başta, çevrelerindeki diğer öğrencilerin de etkisiyle, birbirlerine sataşırlar. Çatışma içine girerler. Gerilim öylesine artar ki ölümüne kavga için okulun uzağında bir yer için sözleşirler. O gün gelir. Birlikte, sessizlik içinde o yere varırlar. Yol boyunca ikisinin de benliğinde yaptıklarının koca bir yanlışlık olduğu vardır. Söyleşmeye başlarlar. Asıl duyguları kardeşliktir, sevgidir. O koruluktan, gelecekte her zaman dayanışmak sözüyle, kan kardeşi olarak ayrılırlar.
Anlatıcı bir Arap ülkesinin havaalanında beklemektedir. Gecenin içindedir. Japonya’yı tsunaminin vurduğu, yüzlerce insanın yaşamını yitirdiği saatlerdir. Bekleme salonunda, çoğu itici olan birçok insanı gözlemlemektedir. İçlerinden Uzakdoğulu bir genç, güzel ana ile emzirdiği bebesi onu çok etkiler. Gecenin içindeki gün ışığıdır. Ana çok yorgundur, uyuklamasına engel olamaz. Anlatıcı ise, onları gözlemledikçe ardı ardına sökün eden çağrışımlarına kapılır gider. Bir yanıyla “son bakışta sevda”…
Adnan Binyazar “Eğinli Yenge” öyküsünde okuru duygudan duyguya, durumdan duruma, alabildiğine yoğun bir yolculuğa çıkarıyor. Diyarbakır’ın Ağın’ıyla, Erzincan’ın Eğin’i arasında; Merdan’ın, Enstitü yıllarında, köklerine doğru, bir özsu arılığı, yaşamsallığı içindeki erdemli yürüyüşü… Ağın’dan Eğin’e yolu yürüyerek kat eder. Yoksulluğun ezdiği Eğinli yalnız kadınlar, türkülerinde dillenen dinmeyen acıları… İlk kez gördüğü yaşlı yengenin, “Eğinli Yenge”nin, mutlulukla ve acıyla saatlerce süren anlatısı, aynı zamanda Anadolu uygarlıklarının seslenişi gibidir. Mutludur, onyıllar sonra Merdan’ı görmüştür, koklamıştır; acılıdır, saatlerce anlattığı, o çağlarında yaşamını yitiren çocukluk sevdalısı Kamil’dir, karasevdasıdır.
Kitaba adını veren “Kızıl Saçlı Kontes” ise çok ilginç, bir yanıyla Thomas Mann yazınındaki tadı duyuran bir öykü. Dünyanın birçok yerine gitmek durumundaki anlatıcı, gösterişli bir otelde rastladığı, kontes diye seslenilen kızıl saçlı bir kadına tutulur. Kontesin insanı hayranlık içinde bırakan dansı, erosçu düşsellik, okyanus kıyısı, yıldızlar…
Adnan Binyazar, ortak insanlık durumlarını, görkemli bir Türkçeyle, eşsiz, özgür ve özgün bir dille, binyılların derinliğinden yazıyor. Şaşırtıcı bir duruluk, yalınlık, başkalaştıran, arındıran bir etki!
“Kızıl Saçlı Kontes”, Adnan Binyazar, Can Yayınları, 2014