8 Martlar “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” başlığı altında, inceyazınıyla, toplumbilimiyle, hukuksal yanlarıyla kadınların sorunlarının irdelendiği günler. Kadınların, salt kadın olmaktan kaynaklanan eşitsizlik, hukuksuzluk üreten ilişkilerin ve uygulamaların hedefi oldukları açık bir gerçektir. Ne ki bu, gerçeğin yalnızca bir boyutudur. Gerçek çok karmaşık, iç içe… İnsan karmaşık.
Günümüzde Simone de Beauvoir’ın yaklaşımındaki derinlik ne yazık ki yok. Kadınlar da sorunlarına tekçi bakışlar içindeler.
Dr. Clarissa Pinkola Estés’in Kurtlarla Koşan Kadınlar - Vahşi Kadın Arketipine Dair Mit ve Öyküler adlı yapıtı yaklaşık yirmi yıllık bir emeğin ürünü. Estés çok ilginç savlar geliştirir bu yapıtında. Buna göre, kadınlar safdil olmamalı, arketipindeki vahşi dönemlerinden gelen özelliklerini canlandırmalıdır. Böylelikle varlık bulacak, bireyleşecektir. Ezilmeye karşı duruşunun yolu budur. Estés kadınlara kurtları örnek gösterir; gerek gördüğünde, zayıf bulduğunda yavrusunu öldürebilen kurtları!
Yapıtın girişinde şunları yazar:
“Hepimiz vahşiye özlemle doluyuz. Bu özlemin kültürel olarak onaylanmış pek az panzehiri var. Bize bu tür bir arzudan utanç duymamız oğretildi. Uzattığımız saçlarımızı duygularımızı saklamak için kullandık. Ama Vahşi Kadının gölgesi gündüz ve gecelerimiz boyunca pusuya yatmış bir halde hâlâ varlığını sürdürmekte. Nerede olursak olalım, arkamızda tırıs giden bu gölge kesinlikle dört ayaklı.”
Sözkonusu savı başta Mavisakal masalı olmak üzere, birçok masala, halkbilimsel öğeye dayandırmaya çalışır. Mavisakal üç kız kardeşe kur yapar. Onlara son derece incelikli gözükür. Kırlara gezmeye götürür. Yalnızca en küçük kardeş Mavisakal’ın “iyi”liğine inanır. “Sakalı da o kadar mavi değilmiş” der. Ve Mavisakal’la evlenir. Bir gün Mavisakal, işleri için bir süre şatodan ayrılacağını söyleyerek kıza bir tomar anahtar verir. Her şeyi yapmakta özgür bıraktığı kıza yalnızca tek odaya girmeyi yasaklar.
Mavisakal ayrıldıktan sonra, ablalarını da çağıran kız bilme isteğine engel olamaz; o odanın anahtarını bulup, kapıyı açtığında her yerin kanla, kemiklerle, kafataslarıyla kaplı olduğu bir yerle karşılaşır. Bunlar Mavisakal’ın önceki karılarıdır. Hemen kapatır ama anahtar ve giysileri kanamaya başlar. Ne yapsa engelleyemez. Ablaları da çare bulamaz. Mavisakal dönüp geldiğinde durumu anlar ve onu da aynı vahşetle öldüreceğini söyler. Kız, çeyrek saat süre ister. Burçlarda ufku gözleyen ablalarına, atlı ağabeylerinin gelip gelmediğini sorar. Bu soruyu birkaç kez yineler. Sonunda ağabeyleri gelir; kardeşi kurtarır. Mavisakal’ı parçalayarak öldürürler. Küçük kız kardeş safdillikten de kurtulmuştur.
Başat izleklerden biri bilme isteğinin (merak) kışkırtılışıdır. Pandora’yı, Prometeus’u, giderek Binbir Gece Masalları’nı anımsayalım. Açılmaması “gereken” Pandora’nın kutusu önlenemez bilme isteği nedeniyle açılır; kötülükler yayılır, umut kalır. Prometeus ateşi bilgiyi ister. Binbir Gece Masalları’nda sultan, hükümdar salt merak dürtüsüyle, anlatıların, masalların süreğini merak edişi nedeniyle anlatıcı eşini öldürmeyi erteler.
Kadınlar feminist anlayışa elverişli bulsalar da görüldüğü gibi kurtarıcılar erkek kardeşlerdir. Kitapta yer verilen diğer masallarda da kişilikler kesin ayrılmamıştır.
Kadınların özgürlük hakkının elde edilmesine, vahşi arketipler ne denli çare olabilir? Yapıt büyük emek içerse de eleştirel bakmakta yarar var. Vahşi olanı makbul saymak ne denli sağlıklıdır? Makbul sayılacaksa, erkek zulmü, şiddeti nasıl kınanacaktır? Her düşüncesine katılmasam da Sigmund Freud’un uygarlık yaklaşımına katılırım; uygar olmak, isteklerin dengeli, ölçülü bastırılmasını gerektirebilir.
Batı ekinindeki bu tür halkbilimsel kaynakları, Batının uzun sürmüş bağnazlıkla, Kilise egemenliğiyle savaşımla da ilişkili irdelemek gerekir. Anılan karanlık dönemlerde birçok kadın Kilise tarafından cadılıkla, büyücülükle suçlanarak yakıldı. Bir tür “vahşi”likle suçlandılar, demek olanaklı. Bilindiği gibi, dünyanın her yerinde halklar, korku nedeniyle doğrudan söyleyemediklerini, dile getiremediklerini masallara, masal kişiliklerine, türkülere, destanlara… söyletmişler; bu yolla karşı durmuşlardır. Vahşi geçmişe güzellemenin böyle bir nedeni de olamaz mı?
Kadın-erkek ayrımı denince, Victor Hugo’nun Sefiller’inin Fantine’ini, kızı Cosette’yi anımsıyorum. Bir yandan da kötülüğe eğilimli, daha doğrusu kötülük dolu hancı kadını, Thenardier’i, kocası ölü soyucuyu… Jean Valjean’ın özverili acı yaşamını da unutmak olanaksız.
Şu da önemlidir, ilginçtir: Bu tür masallar çocukların tin sağlığı için hiçbir biçimde uygun değildir. Doğu masalları diyebileceğimiz masallarda daha inceltilmiş, insancılaştırılmış bir dilin egemen olduğu söylenebilir.
Kurt demişken, bana en seslenen öykülerden biri Aziz Nesin’in Ah Biz Eşekler’idir. Eşek bir yandan otlarken, başlarda uzakta gördüğünün kurt olabileceğine bir türlü inanmak istemez. Burada kurt ne arasın, kurt değildir… Böyle düşüne düşüne sonunda, iyice yaklaşan, yanı başında bitiveren kurdun kurbanı olur. Kadınıyla, erkeğiyle kurdun kurt olduğunu ne denli anlarsak o denli iyi ederiz.
GÜNAY GÜNER
17 Mart 2021, Ankara