Yazınımızın, sanatımızın ustaları bir bir ayrılıyorlar aramızdan. Yalnızlaşıyoruz. Onların büyük birikimine dayanarak sorumlulukları yüklenmek gerekiyor.
Çalışkanlığıyla, yetkinliğiyle Türk yazınının eşsiz kişiliklerinden Muzaffer İzgü’yü de yitirmenin derin acısı içindeyiz. Toplumsal hak savaşımımız İzgü’nün kaleminde somutlaşan gülmeceyle çok güçlü bir direnç alanı kazandı. Etkisi gelecekte de sürecek direnç alanı!
Bilge insanlar ölümleri sonrasını da tasarlayan insanlar oluyorlar genellikle. Muzaffer İzgü de böylesi bir bilge insan; yaşamını yitirdiğinde ardından “Doğdu, okudu, düşler kurdu, yazdı ve gitti” densin, yazılsın istemişti.
Adana’da, 29 Ekim 1933’te, çok yoksul bir aileye doğdu. Öyle böyle bir yoksulluk değildi yaşadığı. Sinema filmi de yapılan “Zıkkımın Kökü” adlı kitabında yaşamını yazdı. İzgü doğumunu şöyle anlatır:
“Yıl 1933, aylardan ekim, günlerden 29; yani onuncu yıl...cumhuriyetin onuncu yıldönümü... İşte o gece annem tutturmuş da tutturmuş, fener alayını izleyeceğim, diye... Babam, yahu avrat ayın günün, sancın mancın tutar, hem bu karınla... demiş. Ama annem hiç öyle coşkulu bir günde evde oturmak ister mi? Komşu kadınlardan biriyle çıkmışlar evden, bir yaşındaki abim de annemin kucağında. Fener alayını eve en yakın izleme yeri, olsa olsa Saathane'nin orası... nasıl kalabalık, iğne atsan yere düşmez!.. Az sonra bando öteden gözükmüş. Pıstattararaaaa... demeye başlayınca, uy anam, annemdeki sancı... Breh, kaldırımda adım atacak yer yok, yan yön insan, gerisi dükkân... annemi eve zor yetiştirmişler. Tastamam eve geldikten on dakika sonra beni doğurmuş..." Zıkkımın Kökü’nü okuyup sarsılmamak olanaksızdır.
Muzaffer İzgü düşler kurmasa, güzel dünya düşleri kurmasa, iyiliğin, erdemin sözcüsü olmasa bunca yapıtı yazabilir miydi; sürekli düşler kurdu, yazdı, yazdı, yazdı. İlk kitabı “Gecekondu”dan bugüne sürekli çalıştı. Yüzün üzerinde kitap, yaklaşık iki yüz oyun… Böylesi bir çalışkanlığa az rastlanır. Halkın yazarı nitemi İzgü’ye çok uygun düşer. Demokrasiden, insan haklarından yana, diktatörlüğe, buyurganlığa karşı son soluğuna değin yazdı ve gülmece yoluyla halkın dili oldu.
Ayrıca İzgü’nün “Hamdolsun Açız” diye yazışı günümüzün fotoğrafı, yeni yaratılan insan tipinin eleştirisi değil midir?
Dil demişken Muzaffer İzgü’nün o akıp giden dili Türkçenin görkemli anıtlarından birini oluşturur. Cumhuriyetin onuncu yılında doğan Muzaffer İzgü Dil Devriminin, Türk Devriminin ödünsüz savunucularındandır.
Bu satırlarının yazarının Çağdaş Türk Dili dergisini yönettiği altı yıl içinde Muzaffer İzgü anılan dergiye katkısını esirgememiş, kendisine her ulaşıldığında sıcacık karşılamıştır. Bu anılar da unutulmayacaktır.
Çocuk yazını bulunmayan toplumun yetişkin yazınının da olamayacağını vurgulayan Muzaffer İzgü’nün çocuklarla olan sıcak birlikteliği ise benzersizdir. Bu içtenlik gibisi görülmemiştir. Çocuk kitaplarını okuyanlar ve sözkonusu iletişime birebir tanıklık edenler bu gerçeği bilir, ne demek istediğimizi anlarlar. Muzaffer İzgü’nün sınırsız çocuk sevgisi alabildiğine içtendi, doğaldı.
Onun sevgisi gözlerine yansırdı.
Evet, gitti… Kendinin de dediği gibi gitti.
Çocukların Muzaffer Dedesi gitti.
Yazarların ustası, ağabeyi, dostu, arkadaşı, yoldaşı gitti.
Hani Ege türküsünde geçer ya, “Gitti gitti bulunmaz…”
Ulusunun gönlünde nasıl da yer etti…
Her yitimde “kalleş”liği yeniden duyumsanıyor ölümün.
Ve ne değin “erken” olduğu…
Buraya yazmak denli kolay değil, biliyorum ama Muzaffer İzgü’nün devasa kitaplarıyla her zaman aramızda olacağını, hiç unutulmayacağını belirtmeliyim. Çünkü bu gerçek!
Türk yazınının başı sağ olsun.
Işıklar içinde yat Muzaffer Ustam.