31 Mart 2016'da, Dil Derneği’nde, Çankaya Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç Dr. Özlem Uzundemir’in ilginç bir konuşmasını dinledim. Uzundemir’in konuşma başlığı "Resimbetim Bağlamında Nâzım Hikmet’te Jakond" idi.
Uzundemir özetle şunları söyledi:
“Resimbetim sözcüğünü görsel bir durumun yazıyla anlatımı için düşündük. Resim-yazın ilişkisi ilginç bir konu; üzerine birçok yapıt var. Örneğin Nazmi Ağıl’ın ‘Ekfrasis-Batı’da ve Bizde Görsel Sanatın Sözlü Tasviri’ adlı kitabı önemli bir çalışmadır.
Resim-yazın ilişkisi üzerine görüşler belirtilmiştir. Buna göre ‘Resim dilin şiiridir’ (Horatius). ‘Resim dilsiz bir şiirdir ve şiir kör bir resimdir’ (Leonardo da Vinci).
Resmin güzelliğini şiire aktarma isteği duyulmuştur. Özellikle romanda okura güzellikler, bir rahatlama ortamı sunmanın da aracı, yöntemi olmuştur.
Nâzım Hikmet’in şiirinde Mona Lisa, bir sanat dalının olanaklarını diğer bir sanat dalına taşımak eylemine güçlü bir örnek oluşturur. Nâzım Hikmet’in Jakond ile Si-Ya-U şiirinde çerçeve içinde çerçeve oluşturulur. Mona Lisa resminin çalınması olayına gönderme vardır. Dış çerçevede ozan, iç çerçevede Jakond konuşur. Ozan, eril değil de dişi olana konuşma olanağı sağlamasıyla da ayrılıyor, belirginleşiyor.
Nâzım Hikmet müzenin / müzelerin sıkıcılığını imleyerek müzelerin deyim yerindeyse kutsallığını yadsır.
Mona Lisa anı defteri tutmaya karar verir. Ölümlü olmayı zamandan etkilenen bir varlık olmayı ister. Karşısında asılı duran, sürekli izlediği tablolardan bezginliğini de dillendirir.
Tek istediği Si-Ya-U’dur. Si-Ya-U her gün müzeye gider ve Jakond’u tutkuyla izler. Jakond da Si-Ya-U’yu bekler. İlginç bir biçimde Jakond, tablodaki kadın “bakan” kişi olur; Leonardo da Vinci’ye ilençler yağdırır. Giderek kübistlere, olasılıkla Pablo Picasso’ya göndermeler vardır.
Ardından Nâzım Hikmet sözü alır ve Jakond’un müzeden kaçış öyküsünü anlatır. Ozan ip indirerek Jakond’u kaçırmıştır.
Artık Jakond insanlaşmıştır, ölümlüleşmiştir. Çin’dedirler Jakond ile Si-Ya-U. Tam birbirlerine kavuşacaklarken Si-Ya-U, Jakond’un gözleri önünde vahşice öldürülür. Jakond ünlü gülümsemesini yitirir. Jakond da devrimci olur; yakalanarak öldürülür. Müzeye konan tablo gerçek değildir, kopyadır.
Birçok şiirinde resim, senaryo, sinema özellikleri bulunan Nâzım Hikmet resme hareket ve ses kazandırır. Giderek müze olgusunu sorgular, sorgulatır. Şiirin diğer türlere üstünlüğü kanısını da sezdirir”.
Özlem Uzundemir’in ilgiyle dinlenen konuşması çevren açıcıydı, düşündürücüydü. Gerçekten de konuşma hemen düşünce alışverişine dönüştü; Yazar Sevgi Özel, Yazar Aslan Kavlak, Prof. Dr. Ali Demir önemli katkılarda bulundular.
Nâzım Hikmet, Türk şiirinin evrensel sesi, diğer türlerle iç içe bir üstün şiirin yaratıcısıdır. Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim, Saman Sarısı, Bahri Hazer…resimden izlerle doludur. Memleketimden İnsan Manzaraları sinemasaldır. (Bu arada “sinemasal” sözcüğünü türetmiş olabilir miyiz?).
Yazınsal türler arasındaki ilişkiler, üzerine kafa yorulan konulardandır; çok sayıda olmasa da kitaplar yazılmış, incelenmiştir. Müzik-yazın, resim-yazın…ilişkileri kimi sanatçıda belirgin kiminde örtük durumdadır. Sanatçı türler arası ilişkiyi tasarlayarak mı kurar yoksa türün kendi doğası yönünde ilerlerken yarattığı, ama eleştirmenlerin, araştırmacıların belki sanatçı öznenin bile usuna gelmeyen bir durum mudur? Sorunun birçok, ayrı, koşullara, yapıtlara özgü yanıtları olacağı açıktır. Giderek “görsel şiir” olarak adlandırılan bir alanın da varlığı anımsanmalı. (Kuşkusuz ki sözkonusu bağların pek gözlenmediği sanatçılar da vardır).
Ne ki sanatın bir bütün olduğu, türlerin ise birbirini beslediği, güzelliğin yaratılması yönünde eşgüdüm içinde olabilecekleri vurgulanmalıdır.
Düşülkesel (ütopik) bir yargı olacak ama insana sanat değin yakışan, insanı görkemli kılan bir gerçeklik daha yoktur; her alanıyla, her türüyle… İnsanlığın, pislik çıkuruna düşmüş kesimini de kurtaracak sanattır; bilimle akraba niteliğine ulaşmış sanattır.