Osmanlıca dayatmasıyla ve “Türkçeyle felsefe yapılamaz” sözde savıyla ortaya atılanlar, bu yolla yaratılan ortam, bilgisizliğin, aymazlığın egemenliğine, ancak bizimki gibi toplumlarda rastlanabilecek düzeysizliğe yeni somut örneği oluşturuyor. Yeni yıla bu tartışmayla girmek şanssızlığıyla yüz yüzeyiz.
Bu “postmodern” kafa kim bilir Türk halkının başına daha neler açacak… Yöntem pek değişmiyor: senaryoyu yaz, kendin inanıyormuş gibi yap, bulabildiğin herkesi inandır! Yalanmış, gerçekdışıymış, bilimdışıymış, sanatdışıymış önemi yok.
Hemen anımsamalı, cumhuriyetin o güzelim kurtuluş-kuruluş dönemini, sözkonusu senaryoları gereğince, “tepeden inmecilik”le suçlamazlar mıydı? “Vesayet” sözcüğünü Türkçeyle uyumsuz sesletimleriyle haykırıp durmazlar mıydı? Binlerce ağacı keserken, imar değişiklikleri ve her yolla vurgun vururken, her okulu imam hatip yapma amacı ardında her yolu denerken halka sormadılar; “tepeden indiler”.
Osmanlıca dersinin tehdit benzeri dayatılması ve diğer sözde eğitim şurası kararları konusunda da halka sormadılar; “tepeden indiler”. Tıpkı ağalarının köy enstitülerini, ulus okullarını, halkevlerini… kapattıkları gibi. Onlar da anılan ışıl ışıl kurumları kapatırken halka sormadılar. Giderek 12 Eylül 1980 darbecilerine ne çok benziyorlar, onlar da halka sormadan Atatürk’ün Türk Dil Kurumu’nu, Türk Tarih Kurumu’nu kapatmışlardı.
Dayatma tekilci anlayışsızlığın doğasındadır. Bu kesim dayatmasız var olamaz.
Bu nedenledir ki onyıllardır kendilerine “entelektüel” süsü vermeye çalıştılarsa da başaramadılar. Sorun “doğa” sorunu.
“Aynı kesim” yine onyıllarca, “yaşayan Türkçe” yaygarasıyla halkı kandırmaya çabaladı. Hem de bunu dipdiri Türkçeye saldırırken kullandı. Bakalım o bayıldıkları Osmanlıca yaşamış mı?
Osmanlıca, başta Arapça, Farsça olmak üzere ona yakın dilden tutam tutam katmalarla oluşturulan yapay “yazışma” dilidir.
Osmanlıca, Yunus Emre’nin, Kazak Abdal’ın, Pir Sultan Abdal’ın, Dadaloğlu’nun, Karacaoğlan’ın, destanların, halk öykülerinin, türkülerin… güzel Türkçesini, bugün bile aracısız, sözlüksüz anlaşılan Türkçesini aşağılamak için de oluşturulmuş yazışma dilidir.
Osmanlıca hiçbir zaman konuşma dili, sözlü ekin dili olmamıştır. Örneğin İstanbul halkı Doğu Roma sonrası tarihi boyunca Türkçe konuşmuştur. Giderek sarayın içinde bile Türkçe dışında bir dille anlaşılması olanaksızdır.
Bu nedenle Osmanlıcayla oluşturulan yazın ürünleri de ete kemiğe bürünememiş, canlılık, yaşarlık kazanamamış, değim yerindeyse “naylon” kalmıştır.
“Osmanlıca yazılan bir yazıyı kâtibine sorsanız ne yazdığını söyleyemez”, “Sözlüğe bakmadan ben de anlayamıyorum” yakınmaları günümüze Osmanlı günlerinden ulaşmıştır. Bunları söyleyenler, yazanlar dönemin dürüst aydınlarıdır, yazarlarıdır.
Osmanlıcanın abecesi Türkçe abece değildir, Arap abecesidir.
Osmanlıcanın dayandığı Arap abecesi Türk ulusu için sıradan bir abece olmayıp, bir bölümü yukarıda açıklanan nedenlerle olumsuz tarihsel içeriği ve yükü olan bir abecedir.
Gelişmiş, uygar ülkeler kuyruklu yıldıza araç, robot işlik indirecek aşamaya ölü dillere dönmeye çalışarak, rahip okullarını çoğaltarak, tüm okullarını rahip okulu yapmaya çalışarak ulaşmadılar.
Kuyruklu yıldıza araç indiremiyorsan gerisi boş sözdür. Çekiver kuyruğunu gitsin! Başka ölçüt gerekmez.
Ey okur, geçen zaman içinde değişime uğrayan bir Osmanlıca sözcük anımsıyor musunuz? Anımsayamazsınız, çünkü yoktur. Ancak konuşan bir halkı, toplumu olan diller değişirler; öylesi diller diridir. Osmanlıcanın hiçbir zaman bir halkı, toplumu olmamıştır.
“Osmanlıca Türkçesi” tümcesi aldatmacadır. Başta Arapça ve Farsçadan oluşan, Türkçenin tümce yapısı, türetme kuralları, sesletimiyle hiç ilgisi olmayan bir “çorba” dil nasıl “Osmanlıca Türkçesi” diye adlandırılabilir?
Osmanlıcada bir bölüm sözcükler, yazının genel konusu içinde anlamlandırılır. Yazılışları aynıdır. “Arif olan anlar” tümcesi buradan gelir.
Felsefe bilgi dostluğu demektir; eleştirel bakış, bilimsellik, nesnellik, özgürlük gerektirir. Felsefe Türk toplumuna, ekinine gerçek anlamıyla cumhuriyetle, Türk Devrimiyle girmiştir. Tıpkı roman gibi…
Nermi Uygur, Bedia Akarsu, Macit Gökberk, Hilmi Ziya Ülken, Sabri Ülgener, Teo Grunberg, Niyazi Berkes, Ahmet İnam gibi düşünürlerimiz Türkçenin düşünürleridir.
Kuşkusuz bunu görebilmek için önce birey olabilmek, yontulara tükürmemek, yontuları iş araçlarıyla parçalamamak gerekmektedir.
Tüm olumsuzluklara karşın umutlu olmamız için de çok nedenimiz var. Ne mutlu ki var…
Yürekten mutlu yıllar, esenlikler dilerim.