Okur sayısının azlığı sıklıkla dillendirilen en yakıcı sorunlardandır. Gerçektir de… İnsanlarımız bir kitabın genellikle en çok 1000 tane basılmasını kanıksadı. Şiir kitabıysa bin taneden daha az da basıldığı olabiliyor.
Yazın yaşamımızda ender de rastlansa, ayrıksı yayım olayları var. Böylesi yapıtlardan biri Sabahattin Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna” adlı yapıtıdır. Füsun Akatlı’nın dediği gibi, “Kürk Mantolu Madonna” Türk yazınının zarif bir mücevheridir. Yalnızca Yapı Kredi Yayınları’nda 68. baskısı (Eylül 2014); giderek, yayımlanışının 70. yılı nedeniyle özel baskısı yapıldı. Yine aynı yayınevi tarafından, tüm zamanların en çok okunan romanlarından biri olduğu belirtiliyor.
Okumayan okurumuz, bu romanı neden bu değin beğendi, sevdi? Romanın başlıca iki kişiliği var: Havranlı Raif Efendi ile Maria Puder. Raif Efendi romanın bugününde, bir şirkette çevirmendir. Yıllar önce uzunca bir zaman Almanya’da yaşamıştır. Raif Efendi orada, Berlin’de Maria Puder’i tanır. Maria Puder’e tutkuyla, karasevdayla bağlanır. Yoğun duygusallık, coşku, yalın ve alabildiğine derinlikli bir sevda. Ne ki Türkiye’de koşulların değişmesi üzerine Almanya’dan ayrılmak, Türkiye’ye dönmek zorunda kalır.
Raif Efendi çalıştığı firmada kusursuz Almancasıyla çok yararlı olmasına karşın, silik, edilgen bir kişi izlenimi vermektedir. Yıldan yıla daha da ağırlaşan bir pişmanlık, yitirmiş duygusu içindedir. Tüm trenleri kaçırmış, yaşamla bağı en aza inmiştir. Varlığı bir bedensel, fiziksel varlıktır. Ne ailesine yönelik örgensel bir bağı vardır ne de çevresine yönelik… Alabildiğine sessizdir. Zaman zaman, belli etmemeye çalışarak Almanca romanlar okur. Tini, yüreği, düşünceleri, birikimi kimsenin ayrımına varamayacağı biçimde, sımsıkı kapalı bir kutudadır. Kendi içinde yaşar, ne değin yaşamak denirse.
“Kürk Mantolu Madonna”da ustaca geri dönüşlerle Almanya yıllarına gidilir. Dingin, süssüz ama görkemli bir duygu yoğunluğuyla o sevda anlatılır.
“Popüler” romanlardan olmadığını belirtmek bile gereksiz. (Günümüzde “para amaçlı” “popüler” romanların ne değin çok basıldığı-ki yine de gelişmiş ülkelere göre az-bilindiğinden bunu yazıyorum). Popüler basitlikte olmamasına karşın sözkonusu başarı neyle açıklanabilir? Demek ki yetkin bir yapıt da bir biçimde okura, geniş bir kesime ulaştığında değeri biliniyor ve gitgide yaygınlaşabiliyor.
Yayınevlerine önemli görev düşüyor. YKY’nin yaptığı gibi nitelikli yapıtın baskısını sürekli yapmalılar. Kazanç en üst düzeye ulaştırılacak diye okuru niteliksiz kitaplara alıştırmamalılar.
Onyıllar var ki T.C. Kültür ve “Turizm” Bakanlığı “teolojik” bağı bulunan kesimler dışında hiçbir kuruma, örgüte, giderek halka en küçük bir toplumsal katkı sağlamamaktadır. Böyle bir özel amaç belirlemiş gibi görünüyor. Dolayısıyla özel yayınevlerinin toplumsal sorumlulukla davranması her zamankinden daha büyük değer taşıyor.
Sabahattin Ali’nin tüm yapıtları üstün düzeydedir, niteliklidir. Okumadığından haklı olarak yakınılan halkla çok sıcak ilişki kurabilecek yapıtlardır bunlar. “Kuyucaklı Yusuf”, “İçimizdeki Şeytan”… Hele güzelim öyküleri…
Türkiyemizde tüm güzelliklerin düşmanı elikanlı gericiliğin kıyımıyla, öldürümüyle aramızdan koparılıp alınan Sabahattin Ali’yi de saygıyla anıyorum.