Bir eylülü daha yaşarken karmaşık duygular, düşünceler içindeyiz. Nasıl olunmasın ki… Tek doğrunun kendilerinde olduğunu sananlara, bu yüzden çevrelerini kırıp dökenlere şaşmak gerek. Nasıl da özgüven dolular! Bir yandan 12 Eylül 1980 üzerine kafa yorarken bir yandan da benzeri ağır olayları ardı ardına yaşadığımız da gerçek. Ne ilginçtir ki aynı darbenin yıldönümünde, 12 Eylül 2010’da “anayasa darbesi” yedik ulusça. “Yetmez ama evet”çiler için oylamanın sonrasındaki yıllarda yaşananlar yetti mi bilinmez! Şimdi ise 15 Temmuz 2016 darbe “girişimi” etkileri sürüyor. Önceki yıllarda dillerinden darbe karşıtlığını düşürmeyen “sol” “liberal” kesim sözcülerinden bile adını açık koyarak bir karşı çıkış göremedik. Oysa içlerinden en tanınmış, Nobelli falan bir yazar, Beşar Esad’a alaycı, tehdit kokan mektup bile yazabilmişti.
Bunlar hiç de önemli değil aslında. Tüm engellere karşın yaşadıkları sokağı, semti, kenti, kuşkusuz ülkeyi temiz, diğer söyleyişle güzel, erdemli tutabilmek için var güçleriyle çalışan yazarlarımız var. Onlar kentlerinin yüzyıllık gazetesinde gazeteciler, çevrelerinde danışılan, düşüncelerine önem verilen öğretmenler, örnek kişiler…
Günümüzün 12 Eylül 1980 faşist darbesi izlekli yazını dendiğinde ilk belleğime gelen adlardandır Yazar Süreyya Köle. “Yakası Kürklü Yeşil Parka” adlı romanında 1970'li yılların sonunu, 1980 darbesinin hemen öncesini devrimci hareketlilik bağlamında işler. Gözlemleri yapan, okul öncesi bir kız çocuğudur. Dolayısıyla o çağdaki bir çocuğun nesnel (evet nesnel), düşsel, saf, iyi yürekli gözleriyle bakarız olaylara, kişilere, döneme…
Yer, bir gecekondu ortamıdır; zaman zaman babanın işyeridir. Kent belirli olsa da yer bağlamında kitaba pek girmez. (oyuna dönüşme gizilgücü de taşıyan bir yapıt). Anne, özünde koruyucu olmakla birlikte, toplumun gerilik, boş inanç, katılık adına ne değin güçsüz yanı varsa, bunların simgesi bir roman kişiliği konumunda. Çocuğa sevgisiz davranır, engeller arttığında (babadan gizli) ilk başvurduğu kişi din sömürüsüne tezgâh açmış muskacılar, okuyup üfleyenler… (Bu tanıklık günümüze nasıl gelindiğini de imlemiyor mu?) Baba kendine emek vermeye çabalayan bir insan. Değişim, devrim yolunda etkin olmanın gereğine inanmış. Değişim çabası davranışlarına, çocuklarına, eşine yaklaşımlarına da yansır. Hoşgörülüdür. Olaylara daha boyutlu bakar, küçük hesap yapmaz. Devrimci gençlerle birliktelik içindedir. Yine kardeşi Hüseyin ise işkence görmüş, tırnakları sökülmüş bir devrimcidir. Baba, devrimci gençlere eylemlerinde destek olur. (Eylemlerden ereğin, koşullar toz duman duruma gelinceye, izler birbirine karışıncaya değin geceleri yazıya çıkmak, afiş yapıştırmak, bildiri dağıtmak, greve gitmek, boykot etmek olduğunu; şiddet içermediğini döneme biraz olsun nesnel ve duyunçla bakan her insan bilir. Onlarca komando kampının kurularak sivillerin askeri eğitimden geçirildiği, ardından da solcu gençlerin üzerine saldırtıldığı tarihlere iyi bakmak gerek ). Ne ki baba her şeye karşın, altı yüzyıl ezim ezim ezilmiş bir halkın üyesidir. Gelişimi istenen ivmeyle olabilir mi?
Minik kız çevreye de tanıklık eder. Sokak, komşular, babasının işyerindekiler… Onun her gün aksatmamaya özen gösterdiği, yapmaktan gurur duyduğu işi vardır: Babasına Cumhuriyet gazetesi götürmek. (Gelin de Cumhuriyet’in bugünkü durumuna yanmayın!) Geç kalıp da alamamak minik kızın başlıca kaygısıdır. Cumhuriyet sürekli engellenen gazetedir; gazete noktası az getirir, görünmeyen yerdedir. Taşırken başına bela gelebilir…
Başat roman kişiliği kızın yaşdaşı bir çocuk daha vardır, Hasan! Hasan yakalandığı sayrılıktan kurtulamaz, o küçücük yaşında yaşamdan ayrılır. Küçük kız için büyük, derin bir acı nedenidir bu olay. Oyunlar sırasındaki çocukça atışmalarını anımsar, Hasan’ın ölümünü kavgalarına, küsüşüne yorar. Sürekli acı çeker.
Bir devrimci abisi vardır küçük kızın. Veli Abisi. Kıza kitaplar getirir. Küçük kızla en sevecen, olması gereken, güzel ilişkiyi kurar Veli Abi. O bazen yalnız bazen diğer gençlerle, genç kızlarla birlikte gelir. Veli Abisinin gelmesini özlemle bekler küçük kız. Babanın kızına duygularını iletmesi sınırlı olmasına karşın, küçük kız gereksinim duyduğu sevgiyi Veli Abisinde bulur. Ne ki Veli Abisi de diğer gençlerden kimileri de faşistlerce öldürülecektir.
Yıllar geçmiş, minik kız genç kız olmuştur; çocukluğunun geçtiği o sokağa gider. Meğer sırlarını konuştuğu, içini döktüğü o kaya öyle kocaman değil küçük bir kayaymış… Giderek ilk soruşunda evin yeni yaşayanları öyle bir kayayı anımsayamazlar…
Süreyya Köle insanları, olayları olabildiğince nesnel yansıtıyor. Toplumumuzun açmazlarına, çıkmaz sokaklarına yönelik sorular duyumsatıyor.
Şu gerçeği gözden uzak tutmamak gerekir ki Türkiye gibi güzel bir ülkede yaşamak da bu ülkenin insanı, aydını, yazarı olmak da kolay değil. Süreklileşen, bugün de yaşanan bunca saldırıyı kaç ulus göğüsleyebilirdi.
Yazın insanlık durumlarının, ortak acıların güzelduyusal yaratımıdır. Cemaat güdülü, sürü davranışlarıyla yazar olunmaz. Yazar, önce “birey” olmalıdır. Birey olmayı başarmalıdır. Süreyya Köle bu sorumluluğu iyi biliyor.
“Yakası Kürklü Yeşil Parka” direniş yazınımızda yerini aldı; 2011 Abdullah Baştürk İşçi Edebiyatı Ödülünü kazandı. Ödül verme gerekçesi şöyle açıklanmıştı: “Gecekondu mahallesindeki bir işçi ailesinin 1970’lerin zorlu yıllarındaki gündelik olaylara bakışı, devrimcilerin dünyasıyla kesişen yaşamları, okul öncesi bir kız çocuğun gözüyle anlatılırken, toplumsal çelişkilerimizin de yansıtılabildiği gerekçesiyle.”
“Yakası Kürklü Yeşil Parka” kuşkusuz, önce Büyük Devrimci Deniz Gezmiş’in; yetmişli yıllar boyunca da devrimci gençliğin simgesidir.
O güzel gençler, insanlar hangi erek için yaşamlarını ortaya koydularsa tümü evet tümü gerçeklerle doğrulandı. (Aralarında, son dönemlerinde belirginleşen saçma kavga gerçeği değiştirmez; Uğur Mumcu’nun yapıtları, o gençlerin nasıl birbirine düşürüldüğünün belgeleriyle doludur). “Yakası Kürklü Yeşil Parka” onlara bir selam, bir andaç…
Süreyya Köle gerçek inceyazıncının yapması gereken işin ne olduğunu da yaratısıyla ortaya koyuyor. Acısı duyulmadan, sorumluluk bilinci taşınmadan yazılan üründen bir şey çıkmaz! Çıkmadığı holding bakkallarının sergenlerinde halkın gözüne sokulmaya çalışılan kitapların boşluğundan da görülüyor. Bu satırların yazarı olarak, eleştirinin onuru adına, sözkonusu dayatmaya karşı, Süreyya Köle gibi saygın yazarlarımızın yapıtları üzerine yazmak bağlamında elimden geleni yapacağımı duyururum.
“Yakası Kürklü Yeşil Parka”, roman, Süreyya Köle, Broy Yayınevi, İstanbul, Eylül 2010