İnceyazın incelik, acıma, güzelduyu (estetik) işi. Sayrılık (hastalık) bir yakıcı insanlık durumu olduğundan, dolaylı ya da doğrudan biçimde, yazının kaçınılmaz izleklerinden biridir. Konu bu olduğunda, doğallıkla Boccaccio’nun Decameron’u akla gelir. Gerçekten de haklı bir ilgidir. Başka yönlerden de günceldir, klasiktir Decameron: Bağnazlığın, din sömürüsünün, gerçek anlamda ahlaksızlığın yoğun eleştirisidir bugüne iletisi.
Ahmet Oktay yazında sayrılığın pek de korkutucu görünmediğini, 19. yüzyılda veremin itibarlı, küçümsenmeyecek bir yeri olduğunu yazar. Bu aynı zamanda ölümle iç içelik demektir. Thomas Mann Venedik’te Ölüm’de bir yazarın, genç Polonyalı Tadzio’yla imgesel bir anlatımla aktarılan tinsel gerilimini, salgın hastalıkla birleştirerek işler.
Susan Sontag AIDS ve Eğretilemeleri başlıklı yazısının dipnotlarından birinde, ilginç bir bilgi verir. “1983 gibi yakın bir tarihte, Salgınlar ve Halklar’ın yazarı tarihçi William H. McNeili Kara Ölümün yeni tarihine ilişkin incelemesine şöyle başlıyordu: ‘Bizi atalarımızdan ayıran ve çağdaş yaşantımızı öteki çağlardan tamamen farklı kılan olgulardan birisi de insan yaşamında ciddi birer unsur olan salgın hastalıkların artık kaybolmuş olmasıdır.’ /The New York Review of Books, Temmuz 1983). Bu ve benzeri ifadelerin Avrupa merkezci olduklarına dikkat çekmeye sanırım gerek yok.” Günümüzde yaşanan salgın McNeili’nin yanıldığını gösteriyor.
Bir yorumu daha haklı çıkarabilir yaşananlar; küreselleşmenin sahteliğini, asılsızlığını! Küçülen dünya bir masalmış. Bir kitlesel ölüm nedeni olarak salgını önlemek için bile davranış birliği oluşturamayan bir yerküre olumlu anlamda küresel olabilir mi? Birleşmiş Milletler’in acizliğine ne demeli?.. Tüm dünyanın on dört gün eşzamanlı kapanmasını sağlayacak gücü yok mu? BM, yalnızca ABD egemenliğinin aracı olarak mı iş yapar?
Yaşam sevincini destekleyecek bir bölümle sonlandıralım. Mazhar Osman’ı (tam adıyla Prof. Dr. Mazhar Osman Uzman) bir biçimde bilmeyen yoktur. 1927 yılında, Gazi Mustafa Kemal Atatürk`ün de desteğiyle Bakırköy Sinir ve Ruh Hastalıkları Hastanesi`ni kuruyor. Cumhuriyetin 10. yılı kutlanırken Mazhar Osman İstanbul’da, Kader Matbaasında 1933 Sıhhat Almanakı adıyla bir kitap yayımlar. Halktan ilgi görmesi için de yazarlardan, sanatçılardan yazılar ister, o yazılarla yayımlar. Zaten amaç halka dönüktür, halka ulaşmaktır. 1136 sayfalık almanakta kimler mi var? Abdülhak Hamit Tarhan, Cenap Şahabettin, Ali Ekrem Bolayır-Namık Kemal’in oğlu-, Celal Nuri İleri, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Sadri Ertem, Mehmet Hami, Florinalı Nâzım, Selim Sırrı Tarcan, Sermet Muhtar Alus, Osman Cemal Kaygılı, Neyzen Tevfik, Almanağa yazılarıyla katkıda bulunan yazarlar, aydınlar.
Yapıtta birçok özdeyiş, öğüt de yer almaktaymış ki bugün rastlamak pek güçtür: Şeytanla kabak ekenin kabak başına patlar, Dumansız baca olmaz kahırsız koca olmaz, Soysuz almayınız… Ve “…Binaenaleyh rüşvetle, sirkatle, kibarlaşmışlar da mükemmel bir soysuzdur” açıklaması yapmış Mazhar Osman. (Ümit Bayazoğlu, “Tam Mazhar Osmanlık Bir Almanak”, Kitaplık, S. 61, Mayıs 2003).
Almanakla ilgili kaynak çok az olmakla birlikte, Biriktirici (Koleksiyoner) Sevgili Haldun Cezayirlioğlu’nun aktardığı, Sn, Prof. Dr. Sakine Eruz’un yazısında ilginç bilgiler ediniyoruz:
“80 sayfada ‘Hilalıâhmerin faal azalarından’, kendisi de hemşire olan, hizmet madalyaları sahibi, Balkan Savaşları sırasında İstanbul`a gelen Safiye Hüseyin Hanım ‘Hasta Bakıcılık’' üzerine bir metin yazmış.
Bu yazıdan önce de ‘Hilâli Ahmer Hasta Bakıcı ve Hemşire Okulları’ tanıtılıyor (s. 75-79). Biliyorsunuz Hilâl-i Ahmer bugünkü Kızılay`ın o günkü adı. Birkaç sayfa geride, 72`inci sayfada İst. Hilâliahmer reisi, sabık Askeri Tıbbiye Mektebi ilmülârz (jeoloji) muallimi Dr. Ali Paşa, Hilâlıâhmer`in kuruluşunu (1877) anlatıyor. İlk başkanları arasında Rum asıllı tanınmış hekim Marko Paşa (Marko Apostolidis) ve büyük bir mücadele vererek Türkiye`de kadın doğum uzmanlık alanının kurulmasını ve ebeliğin uzmanlık dalı olarak yerleşmesini sağlayan, bu alanda çok sayıda yayını bulunan Dr. Besim Ömer Paşa (1862-1940) bulunuyor.
Şimdi bu bilgili hemşirenin anlattıklarına kulak verelim:
Safiye hanım önce Hilâl-ı Ahmer kuruluşunun dünyadaki gelişimini anlatıyor, daha sonra sözlerine şöyle devam ediyor:
‘Fenni hastabakıcılığın memleketimizde tesisi şerefi müderris muhterem Besim Ömer Paşa`ya aittir.’
(Burada bir parantez açalım Besim Ömer Paşa`nın anısına; o, cahil bir kesimin zorbalığına rağmen büyük bir mücadele vererek Gülhane`de ilk doğum kliniğini kurmasaydı, herhalde Türkiye`de o tarihlerde doğum sırasında anne ve çocuk ölümleri süregelip duracaktı. Ancak şunu da unutmamak gerek, Besim Ömer Paşa alanında bir uzmandı, devlet kendi alanlarında yetişmiş uzmanlara değer veriyor, onlara güveniyor ve onları destekliyordu. Sakine Eruz).
‘Bu uğurdaki mesaisinde yorulmak bilmeyen bu muhterem zatın, Hilâlahmer merkezinde 1930/19/2 tarihinde hastabakıcılık kursları açarak hassaten kibar ve münevver ailelerden yetiştirdiği gönüllü ve şahadetnameli hastabakıcı hemşirelerin Harbi umumide Hilâliahmer hastanelerinde ve hatta bazılarının Çanakkale cephesinde pek büyük yararlıkları görülmüştür.
Bundan sonra hastabakıcı hemşireye olan ihtiyacımızın ehemmiyetini 28 Şubat 1925 göz önüne alan Hilâliahmer hastabakıcı mektebini pek esaslı surette tesis etmiş ve bu güne kadar bu mektepten 113 fenni hasta bakıcı hemşire yetişmiştir. (…)’
Evet yıl 1933, ve Kurtuluş Savaşı`nda nüfusunun yaklaşık dörtte birini yitiren Türk milletini temsil eden bir avuç kültürlü, eğitimli, vatanperver bireyler, Cumhuriyeti daha iyi bir yerlere taşımak için çırpınıyorlar…” (http://www.halduncezayirlioglu.com/2013/04/3659/)
Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın bilimle de bilimcilerle de arası iyiydi. Dünyaya bakışı akılcıydı. Onun yapıtlarının, Türk ulusunun laikleşmesinde, daha tam anlaşılamamış önemli işlevi vardır. Mazhar Osman’la yakınlığı, onun düzenlediği Cuma konuşmalarına katılması, “Ben Deli miyim?” adlı kitabını yayımlamasında etkili olmuştur. Gürpınar’ın Almanağa verdiği öykü de başka yerde yayımlanmamıştır. (Serdar Soydan, “Hüseyin Rahmi’ye göre uzun yaşamanın sırrı: ‘Gülünüz’”, K24 bilgisunar dergisi, 7 Şubat 2019, https://t24.com.tr/k24/yazi/huseyin-rahmi-ye-gore-uzun-yasamanin-sirri-gulunuz,2155)
Yazımızı, Neyzen Tevfik’in Almanağa yazdığı şiirini sunarak sonlandıralım:
Bir hazâkat zedeyim, midemi tıp tepti benim,
Kırk katır tepseydi yıkılmazdı bu sağlam bedenim,
Kapladı her yanımı sancı, elem, ağrı, bere,
Bir mezar oldu cihan, sanki etıbba haşere,
Hastane sanarak çok yere girdim çıktım;
İbret aldım oralardan da canımdan bıktım.
Sevgili hekimlerimiz, sağlık çalışanlarımız canlarını ortaya koyarak çalıştıkları bu bunalımlı günlerde gülümsetme olanağı olarak görsünler Neyzen’in bu dizelerini. Yakınma düzendendir, hiçbir zaman sağlıkçı canlardan değil. Hani halk sözü vardır ya; yaklaşık şöyleydi sanırım: “Ne hastaneye düşürsün, ne de hastanesiz bıraksın.”
Tüm sağlık çalışanlarımıza sonsuz gönül borcumuzu sunuyoruz. Bu uğurda yaşamlarını yitirenleri derin saygıyla, sevgiyle anıyoruz. Işıklar içinde uyusunlar.
GÜNAY GÜNER
6 Aralık 2020, Ankara